Hayvan barınakları bir kez daha gündemde. En yetkili ağızdan yapılan “Sokak hayvanlarının yeri sokaklar değil, barınaklardır” denilse de, Hukukçular ve hayvan hakları savunucuları ise bu tarifin mevcut kanuna aykırı olmasının yanı sıra çözümden de uzak olduğunu değerlendiriyor.
Ben BBC Türkçe’den öğrendim detayları.
Kamuoyunda yaygın bilinenin aksine hayvan bakımevleri, sokak hayvanlarının belirsiz süreliğine -belki de yaşamları boyu- sokaklardan uzak tutulmaları amacıyla bakıldığı yerler değil. 2004 yılında yürürlüğe giren 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’na göre, hayvan bakımevleri sokak hayvanlarının “yuvası” değil; bu merkezlerin görevi hayvanları kısırlaştırmak, aşılamak ve rehabilite etmekten ibaret. Dolayısıyla sokak hayvanlarının yaşam alanı aslında kanunda da “sokaklar” olarak tarif ediliyor. Örnek olarak gösterilen Konya özeline bakıldığında durum vahim.
Barınağın haricinde, doğal yaşam alanı adı altında 3-4 tane büyük, etrafı çevrilmiş alan var. Bunların içerisinde 500-800 köpek var, bu köpekler düzenli olarak birbirini parçalıyor. Konya Büyükşehir Belediyesi köpek başına 300 TL ödeme yaparak, köylere köpek sahiplendiriyor. Köylü bu parayı alabilmek için köpek sahipleniyor. Bu köylüler, bu köpekleri korkunç koşullarda tutuyor. 1 metrelik zincirlere bağlı tutuluyorlar ve sadece ekmekle besleniyorlar.
En çok tartışılan çözüm kısırlaştırma. Peki kısırlaştırma neden önemli?
Uzmanlara göre sokak hayvanlarını barınaklarda tutmak kadar, ilk alındığı bölgeden bir başka yere bırakmak da sorun teşkil ediyor. Çünkü alıştığı bölgeden alınıp bir başka bölgeye bırakılan bir köpek orayı yabancılaşıyor, yemek ve su bulmakta zorlandıkça agresifleşiyor.
Şikâyet üzerine alınıp başka bir yere bırakıldığında o hayvan yüzde yüz agresifleşiyor. Öncelikle popülasyonu kontrol altına almak gerekiyor, o da kısırlaştırmayla oluyor.
Bunun çözümü kısırlaştırmak, rehabilite etmek, aşılamak ve aşıladıktan sonra oradaki hayvanı olabildiğince toplum içinde yaşamasını sağlamak. Onları dağ başına atalım ve kendi kendilerine beslensinler diyemeyiz; bu gerçekçi beklenti değil, bu onları ölüme terk etmek. Bu sebeple ilk yapılması gereken şey, etkili bir kısırlaştırma politikası olarak görülüyor.
Temmuz ayında değişen kanunla, sokak hayvanlarının kısırlaştırmasıyla ilgili belediyelere düşen yükümlülükler de güncellenmiş. Kanuna eklenen yeni madde sadece nüfusu 25 binden fazla olan ilçe belediyelerinde hayvan bakımevleri kurulmasına ve daha küçük yerleşim yerlerindeki hayvanların da burada bakılmasına hükmetti.
Oysa uzmanlar her ilçenin kendi bakımevi olmazsa bu kanunu ciddiye almayacağını, ilçelerin köpekleri birbirine bırakıp gideceğini söylemişler ve bu da ne yazık ki gerçekleşmiş.
Bu arada önemli bir noktaya dikkat çekiliyor: “Toplumda insan haklarını savunanlar ya da hayvan haklarını savunanlar gibi iki farklı grup varmış gibi gözüküyor ama hayır. Konuya sadece ‘hayvan sevgisi’ olarak bakamayız. Hayvanları, hakları olan canlılar olarak her birimizin baştan kabul etmesi gerekiyor.”