Geçtiğimiz Ocak ayında sessiz sedasız bir olayın 100. yılını hep birlikte ve yine farkına varmayarak geçirdik.


Niye farkına varalım ki TV’lerin ve sosyetenin herhangi bir kevaşesi kiminle mercimeği fırına vermediğini açıklamadıktan sonra.


Birinci İnönü Savaşı’ydı hanımlar, beyler.. 9-11 Ocak arası cereyan eden ve İnkılap tarihi derslerinde bile utanılırcasına aceleyle üstünde durmadan geçiştirilen Birinci İnönü Savaşı.


Sonradan, yırtık dondan çıkar gibi ortaya dökülen bazı tarihçilerin ‘ne savaşı efeem, altı üstü bir çatışmacık‘ diye küçümsedikleri Birinci İnönü Savaşı… Malum bu salakların başı şimdi şeytanın kovaladığı o fesli serseriydi.


Hayır, onlar zaten karşı mahallenin sokak itleri de bu Cumhuriyet aristokratlarına ne demeli? Ne adam gibi bir anma, ne bir konferans, ne bir adam akıllı analiz eden bir yayın… Doğru o savaşı geçen Dünya Savaşı’nın bir muharebesi ile kıyaslarsan KDV’si bile olamaz ama şaşkın kafalı, mesela Somme Meydan Muharebesi’nde ilk gün 20 bin İngiliz askeri öldü de ne oldu?


 Savaşın gidişatı esaslı bir şekilde değişti mi..


Hayır!!


Ama Birinci İnönü de 20 bini biraz aşkın Yunan askerine karşılık bizimkilerin 5-6 bin kötü donatılmış, kötü beslenen, yetersiz eğitimli askeri vardı. Yunan ordusunda 150 makineli ve 50 top vardı bizimkilerde ise 50 makineli ve 28 her çaptan top olduğu kayıtlara geçmiş.


Ama Türk tarafında Çerkes Ethem İsyanı başlamış, Kurtuluş Savaşı’nın daha başında memleket elden gitmek üzere hem de bir iç savaş yüzünden. Yunanlar da bu fırsatı heba etmeyelim hesabı ile biraz da rakiplerini küçümseyerek dalıyorlar.


Ama çoğu şey bir maymun yüzünden başlıyordu. Yok harbiden bir maymun, hani hayvan olanı…


1920 yazında Yunanistan Kralı Alexander, yazlık sarayına eğelensin diye bir maymun almıştı. O günlerde bu trol denen yaratıklar yoktu. Ama bu maymun -trol- değildi, tabiatın kendisine bağışladığı hayvani değerlerinden bağımsız olamazdı, ayda 4500 TL maaş da almıyordu. Aksi bir anında daha fazla soytarılık yapmayacak ve efendisini hart diye ısırıverecekti.


Aha -kral da- öylece yok yoluna gidince aslında her alışkanlıklarıyla komşularına benzeşen Yunan halkı, seçime gitmiş ve önce kendi tarihlerinin en başarılı Başbakanı Venizelos’a kapıyı göstermişlerdi. Şimdi sıra yeni bir -kral- seçmeye kalmıştı, ölen kralın babası nasıl olurdu? Adam zaten tahtından zorla atılmamış mıydı?


Yani Kral Konstantin..


İyi de bu adam Avrupa kıtasını dört yıl boyunca kana boyayan Alman imparatoru Wilhelm’in kayınçosu olmuyor muydu aynı zamanda..  Ve zaten bu yüzden de tahtından uzaklaştırılmamış mıydı!


 Evet…


Ama reel politik dengeler değişmişti.


Londra, dünyaya karşı yüzünü kurtarmak için – Yunanistan’a artık parasal yardımı kesiyoruz!- diyecekti. Ve fakat elbette kesmeyecekti.


Kral efendi ve yeni başbakanı İngilizlere gereken sözleri vermişti. Sevr Anlaşması’ndaki tüm çatlakları silah zoruyla kapatabileceklerdi. Yeter ki Londra onlara güvensindi.


Venizelos muhalifi olduğu içim Girit Adası’nda tutulan bir Yunan subayını acele Atina’ya getirteceklerdi.


General Papulas olarak tarihe geçecek bu adam fena bir asker değildi ama biraz fazla aceleciydi. Üstelik şimdi kralını ve hükümeti haklı çıkarmak, kendisi de büyük bir zafere imza atmak istiyordu. Yunan ordusunun çoğu subayı Venizelos yanlısı olmakla suçlanmış ve görev yerlerinden geri alınmışlardı. Ne var ki bu subaylar deneyimli bir kadroydu.


Atina şimdi Ethem isyanını duymuştu. Türkler fena sıkışmıştı. Öyle uzun boylu bir hazırlığa falan gerek yoktu. Bir-iki tümen gücünde bir askeri kuvvetle yüklenirlerse bu iş bitecekti. Nasıl Trakya da başarmışlardı, nasıl Bursa’yı almışlardı. Şimdi sırada Ankara vardı. Ondan önce önemli bir kavşak noktası olan Eskişehir düşürülmeliydi.

 Kolay ve ucuz bir zafer onları bekliyordu.


AMA..

 Devam edeceğiz.