Osmanlı İmparatorluğu 500 yıl boyunca Orta Doğu'nun hakimi olmuş, çok çeşitli badireleri , bir tanesi de Napoleon olan çok çeşitli belaları atlatmıştı...1699 Sremski Karlovci (Karlofça) anlaşması Osmanlı'nın toprak kayıplarının ilk kilometre taşıdır...1783'te Vladimir Putin'in esin kaynağı olan Rus İmparatoriçesi Catherine (1729-1796) Kırım'ı Osmanlı'dan alıp Rusya'ya katmıştır...Osmanlı 1565'te Malta'yı ele geçirmeye çalışmış,başaramamış, 1571'de Lepanto deniz savaşındaki büyük yenilgiyi 11 Eylül 1683'te Viyana yenilgisi takip etmişti...

Böylece Osmanlı düşüş dönemine girmişti...1827'de Navarino'da İngiltere, Fransa, Rusya donanmalarının Osmanlı donanmasını yok etmesi Yunanistan'ın Osmanlı'dan bağımsız bir ülke olması için düzenlenmiş bir baskındı... 1853'te Rusların Sinop'ta Osmanlı donanmasını yok etmesi Osmanlı'nın çöküş dönemindeki en büyük felaketlerden biriydi...


Muhteşem Petro 1725'te ölmek üzereyken Ruslara iki hedef gösterdi iddiası çok yaygındır...Yaygın iddiaya göre, Petro bu vasiyetinde "İstanbul ve Hindistan Rusya'nın olmalıdır," diyordu...

1924-1953 arasında Rusya'yı (Sovyetler Birliği'ni) yöneten Kızıl Çar Stalin de Çar Petro'yla aynı fikirdeydi:  Stalin de "İstanbul ve Hindistan Rusya'nın olmalıdır," diyordu...

(Peter Hopkirk ; The Great Game: The Struggle for Empire in Central Asia)


Son Rus Çarı Putin'de her fırsatta Petro'ya hayranlığını ilan ediyor...

Putin Petro'nun doğumunun 350. yıldönümü için çok çeşitli etkinliklere bizzat katıldı... 


1844 yazında Çar 1. Nicholas İngiltere Kraliçesi Victoria'yı ziyarete gitti...Victoria 25 yaşındaydı...Çar 1. Nicholas bu ziyaretinde Osmanlı İmparatorluğu için "Avrupa'nın Hasta Adamı"dır dedi...

Rusya'nın Hindistan'da gözü olmadığını İngilizlere söyledi...Osmanlı İmparatorluğu'nun çok yaşamayacağı bu iki büyük imparatorluğun yöneticilerinin başlıca konusu oldu...


İngiltere ve Rusya Sultan Abdülmecid'in tahtta mümkün olduğu kadar uzun süre kalması konusunda 1844 yaz aylarında uzlaştılar...

(Peter Hopkirk ; The Great Game: The Struggle for Empire in Central Asia)

Rusya Çarı (İmparatoru) 1. Nicholas (1796-1855) İngiltere'nin Rusya elçisi Seymour'a (1797 – 1880) 9 Ocak 1853’de o ünlü deyimi bir defa daha kullanarak, Osmanlı Devleti’nin “hasta adam” olduğunu ve mirasının paylaşılması için tedbir almanın yararlı olacağını söyledi.

Seymour'da Çar'la yaptığı bu sohbeti Londra'ya rapor edince Çar'ın bu hasta adam benzetmesi bir kez daha her tarafa yayılmıştı.

Çar, 9 Ocak 1853’te İngiliz elçisi Sir George Hamilton Seymour’a şunları söyledi:

“İngiltere için beslediğim duyguları bilirsiniz. Bence İngiltere hükümeti ile hükümetimin anlaşması esastır. Böyle bir anlaşmayı gerektiren şartlar, hiçbir vakit bugünkü kadar önemli değildi. Biz anlaştıktan sonra, Batı Avrupa devletleri umurumda bile değil. Bence hiçbir değeri yok.Osmanlıya gelince, bu bambaşka bir problemdir. Bu devlet buhranlı bir durumdadır.Başımıza pek çok işler çıkarabilir.”


İngiliz elçisi, Çar’dan Osmanlı hakkındaki düşüncelerini detaylandırmasını talep edince Çar şöyle devam etti: 


“Kollarımız arasında hasta bir adam var. Çok hasta. Size açıkça söylemeliyim ki, gereken bütün tedbirleri almadan önce, onu günün birinde kaybetmemiz büyük felaket olacaktır. Osmanlı ansızın ölebilir. Ölüleri diriltemeyiz. Osmanlı ölünce bir daha dirilmemek üzere ölecektir. İşte bunun içindir ki size soruyorum: Böyle bir olay ile kargaşalık, anarşi ve hatta bir Avrupa savaşı karşısında kalmaktansa, önceden tedbir almak daha akıllıca bir hareket olmaz mı?”


İngiliz elçisi Sir Hamilton Seymour’un Çar’a verdiği cevap ise şöyleydi:


“Niçin daima Osmanlının öleceğini hesaba katarak bu felaketten önce veya sonra tedbirler almayı düşünmeli? Niçin hastayı tedavi etmeyi düşünmemeli?Majesteleri lütfen beni mazur görsünler. Şunu söylemek zorundayım ki, kuvvetli ve alicenap adama, zayıf ve hasta adamı korumak düşer.” 

Seymour aynı zamanda, hasta adamın iyi olmak için, onu ameliyat edecek bir operatöre değil, onu tedavi edecek bir doktora ihtiyacı olduğunu söylemiştir.


14 Ocak 1853’te İngiliz elçi Seymour’u yanına davet eden Çar konuyu tekrar açarak,

" Şimdi sizinle bir dost ve bir centilmen gibi konuşmak istiyorum" diyerek, İngiltere’nin İstanbul’a yerleşme gibi bir niyeti varsa, buna müsaade etmeyeceğini, kendisinin İstanbul’da gözü olmadığını, fakat önleyici tedbir alınmazsa, İstanbul'u geçici olarak işgal etmesinin zorunlu olacağını bildirdi.


Çar, Şubat ayındaki konuşmasında da Osmanlı hakkındaki teklifini açıkladı: 

Eflak & Boğdan , Bulgaristan ve Sırbistan Rusya’nın himayesi altına verilecek, İngiltere de Mısır ile Girit’i alacaktı. 


Çar bu konuda şöyle diyordu: 


“Osmanlı Devleti’nin yıkılışından sonra mirası bölüşüldüğü zaman, İngiltere Mısır’ı işgal ederse, tarafımdan hiçbir itiraz yapılmayacaktır. Kandiye (Girit) hakkında da aynı şeyi söyleyebilirim. Bu da size daha çok yakışır ve niçin orası İngiliz ülkesi olmasın?.” 


Çarın teklifine göre, İstanbul bağımsız şehir olacaktı. İngiltere, Çarın teklifini reddetti. Eğer Çar İngiltere’yi ikna edebilmiş olsaydı, hasta adamın ölümünü ilan edecekti.

Çar, bütün girişimlerine rağmen İngiltere’yi kendi tarafına çekemeyince, Osmanlı Devleti aleyhinde tek başına harekete geçmeye karar verdi.

Amiral Pavel Stepanovich Nakhimov (1802-1855) komutasındaki Rus filosunun 30 Kasım 1853 günü Batum’daki Türk kuvvetlerine yiyecek ve cephane götüren 12 parçalık Türk filosunu Sinop limanında yakıp, tarihe Sinop baskını diye geçen olayı gerçekleştirmesi ve 4000 kişiyi öldürmesiyle Çar planlarını hayata geçirmeye başladı...

1878 Osmanlı Rus savaşıysa Osmanlı tarihindeki en büyük felaketti...Çünkü Rus ordusu bugünkü İstanbul Atatürk Havaalanı çevresinde toplanmıştı...


İngiltere yöneticileri 1878'de Hasta Adam Osmanlı'nın bir müddet daha yaşamasının İngiliz ulusal çıkarları için gerekli, zaruri olduğuna karar vererek savaş açma tehdidiyle Rus ordusunu İstanbul'dan çıkarmayı başardı!


1878'de İngiltere Başbakanı Benjamin Disraeli Osmanlı Ordusu'nun Rusya karşısındaki büyük yenilgisinin İngiltere için büyük bir tehdit olduğu görüşündeydi...

Yaygın iddialara göre, Çar Petro 1725'de ölmeden kısa bir süre önce kendisinden sonra gelen Rus diktatörlere yazılı bir mesaj bırakarak "Rusya Akdenize inmeli ve Akdenize komşu ülke olmalıdır" demişti...

Putin 2011'den sonra Suriye'ye Rus ordusunu yerleştirerek Petro'nun isteğini yerine getirdi...

1878'de Başbakan Benjamin Disraeli Rusya'ya "İngiltere'yle savaşmak istemiyorsan ordunu İstanbul'dan çıkar" tehdidini ilettiğinde bu bir blöf değildi...


İngiltere Osmanlı topraklarının Rus işgaline uğramasını İngiliz çıkarlarının aleyhine bir gelişme olarak değerlendirdi ve Rus ordusunu Osmanlı topraklarından çıkardı...İngiltere bunun karşılığında Osmanlı'dan Kıbrıs'ı aldı...

İngiltere, Rusya ve Fransa'nın yöneticileri 1914'ten itibaren Osmanlı devletine son, ölümcül darbeyi indirebilmek için Osmanlı topraklarında yaşamakta olan Ermenileri, Arapları ve Rumları isyana teşvik etmenin en iyi yöntem olduğuna karar verdiler...

Avrupalıların ortak hafızasında Türk akınları, yağmaları, talanları büyükçe bir yer tutmaktadır...Viyana'da 16 Eylül 1683'teki kazanılan zaferi Avrupalılar hiç unutmamıştır...Bu tarih Avrupa için bir dönüm noktası olmuştu...O tarihten önce Avrupa'da “Anneciğim Türkler geliyor- Mamma... Li Turchi...” sözü çok meşhurdu...


Avrupa tarihinin önemli bölümü Türklerin akınlarına karşı verilen mücadelelerdir...1565'de Malta Turgut Reis komutasındaki 181 gemiyle gelen 40.000 Türke teslim olmaz...Romanya'da Vlad the Impaler (1400'lü yıllar), Macaristan'da Ferenc Nádasdy (1555-1604) ve Leopold I, Holy Roman Emperor (1640-1705), Polonyalı John III Sobieski (1629-1696) ve İtalyan Marco d'Aviano (1631-1699) Hıristiyan Avrupanın Türklere boyun eğmeyen en ünlü direnişçileridir... 

Türk ordusunun İstanbul'dan Viyana'ya giderken yol boyunca el koyduğu tüm değerli taşlara, mücevherlere, hazinelere 11 Eylül 1683'ten hemen sonra Avrupa orduları el koyar...


11 Settembre 1683 – 11 Eylül 1683 (2012) filmi

AVRUPA BİRLİĞİ’NİN KURUCU BABASI KİM?

OSMANLI’NIN AVUSTURYA, İTALYA VE FRANSA’YI TOPRAKLARINA KATMASINI ENGELLEYEN ADAMI KONU ALAN BİR FİLM DE VAR!1682’DE HALLEY KUYRUKLU YILDIZINI GÖREN İNSANLAR BUNU ÇOK ÇEŞİTLİ ŞEKİLDE YORUMLAMIŞTI!

İkinci Viyana kuşatması sırasında, Hıristiyan devletler arasında birliği sağlayarak Osmanlı İmparatorluğu’nu geri çekilmeye zorlayan İtalyan rahip Marco d’Aviano, Papa İkinci Jean Paul tarafından ‘‘ermiş’’ ilan edilmişti. Papaz Marco d’Aviano, aynı zamanda ünlü İtalyan kahvesi ‘‘cappucino’’nun da isim babası.1683 yılında Papa 11’inci Innocent’in talimatıyla yola çıkıp Avusturya, Polonya, İtalya ve Almanya ordularını birleştiren papaz d’Aviano bir bakıma Avrupa Birliği’nin kurucu babası…O dönemde Fransa bu Hıristiyan ülkeler topluluğuna destek vermemişti…

1683 Viyana kuşatmasına Murat Giray (1678-1683 yılları arasında Kırım Hanı) ve onun Tatar ordusu da Osmanlıların tarafında katılmıştı…Osmanlı ordusu ve refakatçilerinin toplam sayısı 300.000 kişiye ulaşmıştı…11 Settembre 1683 adlı filmde F. Murray Abraham Marco d’Aviano’yu, Enrico Lo Verso Merzifon’lu Kara Mustafa Paşa’yı canlandırmıştı…


Death and Exile: The Ethnic Cleansing of Ottoman Muslims, 1821-1922- Ölüm ve Sürgün Osmanlı Müslümanlarının Etnik Kıyımı 1821 - 1922


Justin McCarthy ünlü kitabında (1995; Death and Exile: The Ethnic Cleansing of Ottoman Muslims, 1821-1922- Ölüm ve Sürgün Osmanlı Müslümanlarının Etnik Kıyımı 1821 - 1922) Balkanlarda, Kafkaslarda yaşayan Osmanlı Müslümanlarından 5 milyonunun öldürülmesini, 5 milyonunun da yaşadıkları topraklardan kovulmasını konu alır...Rusya Osmanlı topraklarını yutmaya doymaz ve süper devlet haline gelirken, eski Osmanlı topraklarında Yunanistan, Bulgaristan, Sırbistan, Romanya gibi Balkan devletleri doğar...


Bathory: Countess of Blood

Nazi Almanyasının kitle imha kamplarında öldürülen on milyonlarca insana uygulanan işkence yöntemlerinin ve Donatien Alphonse François, Marquis de Sade (1740-1814) tarafından 1785'te (Fransız halk ayaklanmasından 4 yıl önce) yazılan ve ilk kez 1904'te yayınlanan "The 120 Days of Sodom" adlı romanın esin kaynaklarından bir tanesi Macar Kontes Erzsébet Bathory'nin (1560-1614) efsanelere, masallara konu olan serüvenleriydi...


Ancak Kontesin korkunç, dehşet verici, ürpertici, uykularınızı kaçıran kan gölü hikayesi tarihi gerçeklerle ne derece uyuşuyordu? Gerçekten tümüyle ya da birazcığıyla yaşanmış mıydı? Anlatılanlar abartılardan, yalanlardan ve iftiralardan oluşan bir silsilemiydi? 

410 yıl önce ölen bu süper zengin kadın hakkındaki iddiaların yüzde kaçı doğruydu? 

Erzsébet Bathory'yi konu alan filmler: 


Bathory: Countess of Blood ( 2008 ; yönetmen: Juraj Jakubisko; baş rol Anna Friel) 


The Countess (2009; yönetmen, senaryo yazarı, baş rol: Julie Delpy)


1500'lü 1600'lü yıllarda Macaristan'da feodal yapı, şatolarında, kalelerinde yaşayan derebeyleri, aristokrat toprak ağaları, bir çeşit burjuvazi, onların fena halde sömürdüğü ve onların kölesi olan zavallı, gariban köylüler vardı...


İşte bu derebeylerinden biri de Erzsébet Bathory'di (1560-1614)...Kocası Ferenc Nádasdy (1555-1604) Türk akıncılarla ülke çapındaki savaşlarda görevliydi ve insan azmanı koca eşinin yatağında pek az zaman geçirebiliyordu...

Ferenc Nádasdy, eve geldiğinde çok aşırı içki içip eşine tecavüz etmiş, o sırada hamile olan Erzsébet'in karnındaki bebek bu tecavüzden etkilenerek ölü doğmuştu...Erzsébet'in Macaristan'daki uçsuz bucaksız arazilerini elinden almaya kararlı bir diğer aristokrat derebeyi, toprak ağası György Thurzó (1567 – 1616) kadının sonsuz gençlik ve güzellik elde edebilmek için büyücülerle anlaştığını, büyücüleri kadrolu elemanı olarak beslediğini, çalıştırdığını,yüzlerce, binlerce ergenlik çağındaki genç bakire kızı öldürterek bunların kanlarında her gün banyo yaptığını ve bu sayede 30 yıl boyunca 20 yaşında gösterdiğini iddia etmiştir...

Erzsébet'in hakkında mahkemelerde davalar açılmış, suçlama dosyaları ve iddianameler hazırlanmış, serüvenleri Guinness Dünya Rekorlarına konu edilmiştir...

Erzsébet hakkında oluşan şehir efsaneleri öylesine kapsamlıdır ki, öylesine dallanıp budaklanmıştır ki, 1571-1610 tarihleri arasında yaşayan İtalyan ressam Michelangelo Merisi da Caravaggio'nun (genellikle Roma, Napoli, Malta ve Sicilya'da faaliyet göstermişti; hakkındaki 1986 tarihli ünlü film Derek Jarman imzasını taşır) bile dönemin Macaristan'ının süper zengini olan kadının elemanlarından biri olduğuna ilişkindir...

Erzsébet hakkındaki korkunç suçlamalar iddialar György Thurzó tarafından atılan iftiralar mıydı? 410 yıl önce ölen bu süper zengin kadın hakkındaki iddiaların yüzde kaçı doğruydu? 

The Countess (2009; yönetmen, senaryo yazarı, baş rol: Julie Delpy) Elizabeth Báthory (1560-1614) adlı Macar kontes ve suç ortaklarının tümü yoksul ailelerden gelen 650+ genç kadını binbir çeşit işkence uygulayarak katletmelerini konu alır...

Kontes 1575 yılında evlendiği kocasının 1604'te 49 yaşında ölmesiyle seri cinayetlerine hız verir...Kocası Kontesin cinayetlerinden haberdar olmuş ve bunlara göz yummuştur...Kontes sonsuz gençlik ve güzellik elde edeceğini zannederek kurbanlarının kanında yıkanır...Kontes ve akıl hocaları, danışmanları bu kan banyosunun ona öldürttüğü genç kızların güzelliğini kazandıracağına, yaşlılığın kaçınılmaz izlerini geciktirebileceğine inanacak kadar sapıtmıştır...Kontes korkunç suçları ortaya çıktığında yargılanacak ve suçlarının ağırlığına göre ne yazık ki çok hafif bir ceza alacaktır...

Kontes sadece Marquis de Sade adlı yazarın eserlerine esin kaynağı olmakla kalmaz; Pol Pot, Franco, Pinochet (Şili), Troçki, Stalin, Hirohito, Lenin, Hitler, 2. Leopold (Belçika), Mao, Ruhollah Khomeini, Mussolini, CIA, 1964-1985 Brezilya askeri diktatörlüğü,1930'lardan 1983'e kadar Arjantin diktatörlüğü, 1933-1959 Küba Batista diktatörlüğü, tüm sömürge sahibi Avrupa ülkelerinin işkencehanelerine de ilham kaynağı olacaktır...

İki Dünya Savaşını da kışkırtan, teşvik eden, çıkaran ve 100 milyondan fazla insanın erken ölümüne yol açan Almanya'nın tezi: "Diğer Avrupa devletleri kadar sömürge toprağımız hiçbir zaman olmadı"ydı...