Amerika
Birleşik Devletleri (ABD) denen ülke 250 yıllık tarihine öyle olaylar sığdırmıştır
ki onları anlamadan ABD’yi anlamak mümkün değildir.
Ve bu
olayların en sancılı ama bir o kadar da yapıcı olanı Amerikan iç savaşıdır.
Amerikan iç
savaşı resmen 12 Nisan 1861’de başladı ve 9 Mayıs 1865 de bitti. Tam 4 yıl, 3
hafta ve 6 gün sürdü. (Son kurşun Haziran ayının 22. günü atıldı) Bu süre
zarfında 600 bin insan öldü, bir o kadar yaralandı. (Yaralanıp sonradan
ölenlerin sayısı bilinmiyor.) Bu öylesine kanlı bir kapışmaydı ki Amerika bu
gün bile o acı günlerin travmasını yaşıyor.
Dünyanın en
ünlü askeri akademisi West Point diye bilinen bir okulda başlayacak bu günkü
hikayemiz. Kahramanlarımızdan biri sıkı bir mühendis, zamanın adamı, akıllı ve
zeki, üstelik şanslı. Askerliği seçme sebebi daha çabuk yükselmek. Adı
Montgomery Meigs.
Diğeri daha
sade, doğuştan bir lider, ama daha asker. İç savaş esnasında birliğin değil
doğduğu eyaletin, yani Virginia’nın hizmetine girmeyi tercih ediyor. Onun adı
da Robert Lee..
Meigs, Başkan Lincoln’un gözdesiydi çoğunlukla
talimatlarını direkt ondan alıyor ve savaş bakanı falan gibi teferruat
adamlarla meşgul olmuyordu. Amerikan mimarisinin en belirgin örneklerinden olan
Capitol binasının devasa kubbesini imal eden ekibin başıydı.
Bu ‘torpil’ ile yükselişinin sonu yok gibi
görünüyordu. Ta ki iç savaşın kara bulutlarının ülkenin semalarını kapladığı o
berbat günlere kadar. Lee, ayrılıkçı cepheyi seçmiş ve çekip gitmişti. Üstelik
Lincoln, ona orduların başkomutanlığını teklif etmesine rağmen. Meigs’e göre bu
kısa savaşın sonunda Lee adı çoktan unutulacaktı. İlk yanılgısı da işte bu
kestirimdi çünkü bu savaş kısa bir savaş olmayacaktı. Lee, Ayrılıkçı Güney ordularının en ünlü
generali olmuştu, Kuzey ordularında savaşan subayların bile ‘Keşke bizim de
onun gibi şefimiz olsa’ diye iç geçirdikleri bilinen bir gerçekti. Meigs savaş
meydanlarında yenemeyeceği bu adamdan nefret ediyor ve öcünü almanın bir yolunu
arıyordu. Bahanesi çok geçmeden hazır olacaktı, çünkü savaş meydanları kana
doymuyordu, bir süre sonra ölen binlerce, on binlerce Amerikalı gencin
gömülmesi için arazi gerekmişti. Bu konuyu hal etmek görevi Ordunun lojistik
departmanına verilmişti; o bölümün
başında da Montgomery Meigs vardı. Şöyle bir etrafına bakınmış ve yüksekçe bir
yerlerden kendine doğru bakan bir villa görmüştü, işte aradığı fırsat ayağına
gelmişti o villayı dümdüz edecekti, o araziyi alacak ve ölen askerler için
mezarlık yapacaktı. Eski sahibi de o mezarlıkta ki çürüyen cesetler gibi
çürüyüp gidecekti, Toprak olacaktı, tarih olacaktı…
Meigs’in bu
tahminlerinden ikincisi hiç de beklemediği şekilde tutmuştu, o evin sahibi
Güneyli asi general Robert Lee’den başkası değildi. Generalin karısının kendi
elleriyle yarattığı gül bahçesi ise dillere destandı.
Savaş
boyunca o mezarlığa binlerce Amerikan çocuğu gömülmüştü bir tanesi de bizzat
Meigs’in kendi oğluydu. Bayan Lee’nin ünlü gül bahçesi çoktan sökülmüştü,
mezarlar binayı o kadar yakında kuşatıyordu ki birinin üstüne basmadan eve gitmek
imkansızdı.
Zaten amaç
da buydu isteniyordu ki Lee o eve hiç girmesin. Savaş bittiğinde Robert Lee
onurlu bir şekilde teslim olmuştu. ABD vatandaşlığından çıkarılmasına rağmen
ülkede kalmış ve yanıp yıkılan Güney eyaletlerinin yeniden ayağa kalkması için
debelenip durmuştu. Hiçbir zaman yenenlere kin tutmamış ve yeni Amerikan
ulusunun ayağa kalkması için ömrünü sebil etmişti. Bir kalp krizi sonrası da
1870 senesinde ölecekti. Meigs bu adamdan çok etkilenmişti, Washington yeniden
dizayn edilirken, bizzat kendisi başkan Lincoln’e giderek şunları söyleyecekti:
‘Romalılar düşmanlarının tarlalarını bile tuzlayarak onları yok etmeye
çalışmışlar ama başaramamışlardı, gelin biz de bu mezarlığı milletimizin ortak
acılarının temsil edildiği bir şeref abidesi haline getirelim.’
Bu mezarlık
bu gün Arlington Mezarlığı olarak biliniyor… Amerika’nın en ünlü anıtlarından
biri sayılıyor.
Montgomery
Meigs 1892 senesinde zatürreden öldü, Robert Lee ise 110 yıl sonra Amerikan Başkanı
Ford tarafından yeniden Amerikan vatandaşı ilan edildi.
Evet, hep
deniyor ya ‘Amerika çöküyor’ diye… Sanki muhteşem bir buluş yapmışlar gibi…