“Ayşecik”
serisinin 1971’deki halkası olan Tunç Başaran’ın “Ayşecik ve Sihirli Cüceler
Rüyalar Ülkesinde”si, kalp hastalığıyla dünyaya gelen Frank Baum’un (15 Mayıs
1856-6 Mayıs 1919) eserinden sinemaya uyarlanan, yılın en iyi filmi dalı dahil
altı dalda OSCAR ödülüne aday gösterilen ve iki dalda (fon müziği ve özgün
şarkı dallarında) OSCAR ödülü kazanan “The Wizard of Oz-Oz Büyücüsü”nün (1939)
çok başarılı bir yerli uyarlamasıydı.
Amerikalı
akademisyen Charles Daniel Sabatos “Oz Büyücüsü” ve onun yerli versiyonu
hakkında şunları söylemişti:
L.
Frank Baum’un ilk kez 1900 yılında yayınlanan çocuk klasiği “The Wonderful
Wizard of Oz”, kısa sürede başarıya ulaştı ve yüz ondört yıl boyunca sahne,
sinema, radyo, televizyon ve internet olmak üzere her türlü eğlence formatında
kalıcı bir popülerliğe ulaştı. Küçük Dorothy’nin maceraları, Baum ve diğer
yazarlar tarafından kaleme alınan devam kitaplarına esin kaynağı oldu. Hatta
Büyücü zaman içerisinde ütopik Oz ülkesine geri döndürüldü. Kitap serilerinin
“resmi” yayını 1960 yılında 40. kitapta sona erdi ama aralarında bu eleştiri
yazısının yazarının da yer aldığı çok sayıda yazar, sonraki yıllarda Oz’dan
esinlendikleri kendi öykülerini yayınlamaya devam ettiler.
“The
Wizard of Oz” ayrıca çok sayıda film uyarlamasına da esin kaynağı oldu. MGM
(Metro Goldwyn Mayer) tarafından 1939’da çekilen ve başrolünde Judy Garland’ın
oynadığı film, şöhret açısından orijinalini bile geride bırakırken hikayenin
popülaritesinin sürmesinde önemli rol oynadı. Kaynağını “Oz” fenomeninden alan
en ilginç filmlerden birisi de Türk yönetmen Tunç Başaran’ın 1971 yılında
gösterime sunulan “Ayşecik ve Sihirli Cüceler Rüyalar Ülkesinde” adlı filmdir.
Oz’un ABD dışında çekilen az sayıdaki film uyarlamalarından biri olan bu
versiyon, Baum’un hikayesinin naif çekiciliğini diğerlerinden, hatta
MGM’inkinden bile daha iyi yakalamıştır. Judy Garland’ın oynadığı versiyonun
Amerika’da bir tatil günü televizyon klasiği olması gibi, Türkiye’de
klasikleşen bu film, Amerika’daki fanatik “Oz” hayranları arasında bile az
bilinir. Yakından incelendiğinde bir Amerikan kültürel ikonunun Türklere özgü
bakış açısıyla büyüleyici bir birleşimi gibidir.
MGM’in
çektiği “Wizard of Oz”, Baum’un “Oz” konseptine sadakatini kısmen kaybetmiş
olmasına rağmen 20. yüzyılın en iyi filmlerinden birisi olarak kabul görür.
Ancak “Oz”un Amerika’daki ve tüm dünyadaki kalıcı popülaritesine artı katkı
yaptığını söylemek güçtür. Judy Garland’ın dokunaklı Dorothy’si, Ray Bolger’ın
cana yakın Korkuluk’u ve Margaret Hamilton’ın ürkütücü Cadı’sı olmasaydı, “The
Wizard of Oz” bugün büyük ihtimalle sadece büyüleyici bir yüzyıl dönümü
fantezisi olarak hatırlanacaktı. Ancak o film sayesinde çocukların tüm seriye
istekle bağlandığına ve ulusal bilince sıkı sıkıya sarıldığına da kuşku yoktur.
Hikayenin
evrensel cazibesi, Afrika kökenli Amerikalıların “daha iyi yaşama”
mücadelesinin portresini siyah karakterler ve müzik eşliğinde canlandıran
başarılı Broadway müzikali “The Wiz” (1975) sayesinde belki de tam kapsamıyla
1970’li yıllarda görüldü. “The Wiz”in, başrollerinde Diana Ross, Michael
Jackson ve Lena Horne gibi müzik efsanelerinin oynadığı film versiyonu (1978)
ise eleştirmenlerce beğenilmedi ama bu filmde Oz’un bir varoş semti olarak
sunulması görsel açıdan çarpıcıydı. “The Wiz” Oz’un sadece uyarlanmakla
kalmayıp farklı kültürel ortamlar için tamamen yeniden yorumlanabileceğini
gösterdi.
Oz’un
çok kültürlü Amerikan varyasyonlarından daha ilginci ise, bu hikayenin dünyanın
çeşitli ülkelerinde aldığı şekillerdir. Bunların en beklenmedik ve büyüleyici
olanlardan birisi, daha önceden Baum’un ilk hikayesini Rusça’ya çeviren ve
sonradan tamamen farklı ve kasvetli yapılı devamlarını yazan Sovyet yazar
Alexander Volkov’un “Magic Land” serisidir. Volkov’un “Magic Land”inde (ki asla
Oz demez) ilk kitabın tehlike ve acıları sonraki hikayelerde de ortadan
kaybolmaz. Gümüş Şehri sokaklarında casuslar ve gizli polislerin kol gezdiği
görülür. Baskıcı kraliyet aileleri büyülü bir süreçten geçirilerek çiftçi ve
dokumacı gibi topluma yararlı bir vatandaş olacak şekilde yeniden eğitime tabi
tutulurlar.
Kitaptan
veya film versiyonundan esinlenen yazarlar arasında Salman Rüşdi de yer alır.
Sürreal ve postmodern özellikler taşıyan “At the Auction of the Ruby Slippers”
adlı kısa öyküsünde, MGM’in “Wizard of Oz”unu çözümlerken, çok iyi bilinen halk
hikayeleri ve efsanelerinden yapılan uyarlamalarla tanınan Hint sinemasıyla
bağlantılar kurar. Buna karşılık dev Hint film endüstrisi, Amerika’nın en
kalıcı peri masalının uyarlamasına hiç kalkışmamıştır.
1973
yılında Volkov’un kitaplarını baz alan bir Rus televizyon dizisi; 1976’da da
“20th Century Oz” adını taşıyan ve ABD’de de R ratingiyle gösterime giren bir
Avustralya filmi yapılmıştır ama ilk uluslararası versiyon, “Ayşecik ve Sihirli
Cüceler Rüyalar Ülkesinde” olmuştur.
“Ayşecik”
için Dorothy’nin yeni versiyonu olduğu söylenemez. O dönemde Türkiye’nin en
ünlü çocuk starı olan Zeynep Değirmencioğlu’nun beyazperde kimliğini yansıtır.
1930’ların bir başka Amerikan fantezi filmi “Pamuk Prenses”in (“Snow White and
the Seven Dwarfs-Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler” ; 1937 Walt Disney Stüdyoları
animasyonu) live action (animasyon olmayan) yapımında da başrol oynamış olan
Zeynep Değirmencioğlu’na “Oz”a yaptığı yolculukta (“Ayşecik ve Sihirli Cüceler
Rüyalar Ülkesinde”) yedi cüce adam eşlik eder. Bunlar yolculuk boyunca sihirli
şekilde bir görünüp bir kaybolurlar. Küçük siyah köpeğinin adı bu versiyonda
“Boncuk”tur. Zeynep Değirmencioğlu, Amerikan filmlerinin Dorothy’leri arasında
en çok 1985 Disney yapımı “Return to Oz”dan Fairuza Balk’ı çağrıştırır.
Ayşecik’in diğer üç arkadaşı ise hikayenin her versiyonundaki yer alan
Korkuluk, Teneke Adam ve Aptal Aslan gibi tanıdık simalardır. Bunlar temelde
MGM filmindeki benzerlerini çağrıştırırlar. Bu filmdeki Korkuluk, Ayşeçik
tarafından tarlada terk edilmiş halde bulunduğu günleri hatırlarcasına bazen
sol dirseğini kaldırıp kolunu asılı tutuyor olsa da Ray Bolger’ınki kadar esnek
yapıda değildir. Teneke Adam’ın kostümlerinden muhtemelen dublajla yapılan
çıtırtı sesleri çıkar. Bazen filmin soundtrack’ine ağır bastığı görülür.
Aslan’ın en çok bilinen hareketi ise dudaklarını iki yana doğru kıpırdatma
hareketidir. (İngilizce “lion” sözcüğünün Türkçe’deki karşılığı “aslan” olduğu
için bu filmde “aslan” adı kullanılır. Bu yönüyle Batılı izleyicilere ünlü
fantezi dizisi “Narnia”daki “Aslan” karakterini hatırlatabilir.)
Ayşecik’in
maceralarında İyi Cadı, Kötü Cadı ve Büyücü karakterlerinin hepsi vardır. İyi
Cadı biraz da olsa ortaçağ hanımefendileri gibiyken Kötü Cadı kamburdur. Yüzüne
kalın bir makyaj yapılmıştır. Parlak turuncu rengi kıvırcık saçları siyah
şapkasının altından görünür. Büyücü’nün ilk ortaya çıkışı ise, MGM’in dev kafa ve
ateş topu görünümüne kıyasla fazla etkileyici değildir. Ayşecik ve
arkadaşlarının karşısına önce oldukça ümitsiz ve perişan görünümlü bir kurukafa
çıkar. Türk hamamının iç kısmına benzeyen ıssız bir odadaki meşalenin küçük
aleviyle aydınlanır. Büyücü’nün kendisi ortaya çıktığında onun MGM versiyonunda
bu karakterin portresini çizen Frank Morgan’ın sirk şovmeni benzeri kıyafetini
giymediğini görürüz. Sivri şapkası, bol pelerini ve havada asılı gibi duran
uzun beyaz bıyıklarıyla “gerçek” bir büyücüye benzer.
“Ayşecik
ve Sihirli Cüceler Rüyalar Ülkesinde”nin bazı bölümleri, özellikle de Aslan’ın
insan/aslan kostümü MGM filminden alınmış gibi görünmekle beraber, birçok unsur
orijinal kitaptan alınmıştır. Örneğin Ayşecik karakteri rugan ayakkabı değil,
gümüş ayakkabı giyer. Gelişinde onu karşılayan İyi Cadı, sonraki maceraları
boyunca Ayşecik’i koruyacak büyülü öpücüğü verir. Kötü Cadı’nın kalesine
yaklaşırlarken grubun “ölümlü” iki üyesi olan Ayşecik ile Aslan’ın Teneke Adam
tarafından korunduğunu görürüz. Bunu, Korkuluk’un samanlarını onların üzerine
saçarak yapar. Kötü Cadı’nın askerlerinin Korkuluk ile Teneke Adam’ı imha
etmesinden sonra Ayşecik ile Aslan ele geçirilir ve kaleye getirilir. Kitapta
olduğu gibi Ayşecik’i kalede gezdiren Cadı, onun gümüş ayakkabılarının tekini
alır. Bu sahnede küçük bir farklılık vardır. Ayşecik’in duyduğu büyülü bir ses,
ona cadının üzerine bir kova su boşaltmasını söyler. Böylece Margaret
Hamilton’un oynadığı sahnedekine benzer şekilde cadı aniden erimeye başlar.
“Ayşecik
ve Sihirli Cüceler Rüyalar Ülkesinde”, diğer açılardan Baum’un çektiği iki Oz
filmine yakın düşer. Tunç Başaran’ın filmi, sesli ve renkli olmasına rağmen
özellikle eğlenceli anlarında Baum’un sessiz versiyonlarını çarpıcı şekilde
çağrıştırır. Müzikal bölümler vardır ama bu sahnelerde titiz koreografi yerine
karakterlerin çay eşliğinde şarkı söyleyip dans ederlerken gösterildiğine tanık
oluruz. Judy Garland’ın rüyası, olay oluşturma tekniğiyle hemen zirve noktasına
ve hızlı çözüme ulaşırken, Ayşecik’in macerası açıkça birkaç güne yayılır.
Ormanda ağır adımlarla yürüyen karakterler önce bir ağacın saldırısına uğrar;
sonra “Bebekler Ülkesi”ndeki bir duvara tırmanırlar. Ertesi gün robota benzeyen
ve canlı oyuncak bebeğe dönüşmüş olan iki küçük kız tarafından uyandırılırlar.
Ayşecik ve arkadaşları, bebeklerle uzun ve eğlenceli bir dans yaparlar. (Filmin
tamamen orijinal parçasını oluşturan bu bölüm, orijinal kitabın sonunda yer
alan ve bazen etkisiz olmakla eleştirilen Çin Ülkesi bölümünü çağrıştırır).
Kahramanlarımız, maceranın bir sonraki adımında büyülü cücelerle karşılaşır ve
onlarla piknik yaparlar. Ardından yine dans sahnesi gelir.
Yolcularımız
sonunda Büyücü’nün şehrine ulaşır ve doğruca saraya varırlar. Karşılarına engel
olarak şişman ve sebepli sebepsiz gülen bir bekçi çıkar. Ancak bu sahnede
gerilim inşa etmek yerine büyülü cücelerin eğlenceli oyunlarına yer verilir.
Cüceler, zaman zaman ortaya çıkarak bekçinin kaba etlerine sapanla taş attıktan
sonra ortadan kaybolurlar. Sonra kıkırdayarak yeniden ortaya çıktıklarını;
oyunlarını tekrarladıklarını görürüz. Yeniden kaybolup yeniden ortaya çıkarlar.
Cücelerin sergilediği yaramazlıklar, en yaşlı cücenin sert ve katı
müdahalesiyle son bulur.
Büyücü’nün
balonu Ayşecik olmadan uzaklara uçtuktan sonra (“There’ll Be a Hard Time in the
Old Town Tonight” adlı eski blues şarkısından birkaç nağme eşliğinde yeterince
eğlenceli hale gelen ve soundtrack’e eşlik eden bir andır) birkaç gün daha
geçmesi ve yeni bir yolculuk yapılması gerekir. Ayşecik’in evine dönme
isteğinin sonunda gerçeğe dönüşmesi öncesinde çılgın mağara sakinleriyle
karşılaşırlar. Bu farklılıklar daha az gerilimli, belki daha az dramatik
duygular yaratır ki, Baum’un ılımlı ve dolambaçlı maceralarının ruhuna daha
fazla sadıktır.
Tunç
Başaran’ın filminin, Baum filmleriyle bir başka benzerliği de filmin doğal dış
mekanlarda çekilmesidir. Türkiye’nin gerçek kale ve harabeler konusundaki
zenginliğinin getirdiği avantajdan yararlanılmıştır. Büyücünün sarayı (zümrüt
yerine süslemesiz taştan yapılmıştır) ile cadının kalesinin her ikisi de mekan
çekimi şeklinde filme alınmıştır. Türk versiyonun çocuksu haliyle bize verdiği
genel izlenim, realite ve aksiyon ağırlıklı temaların stüdyo
reprodüksiyonlarından etkilenen izleyicinin beklentisi bu kadar yükselmeden
öncesinde çekilmiş Hollywood filmlerinin “masumiyet”ine; filmlerin kendisinin
bile başlıbaşına büyüleyici olduğu, birkaç aktörün sade kostümler içerisinde
sıradan bir ırmak kıyısında yürümesinin bile hayal gücünü ateşleyebildiği o
yıllara dönüşü simgelemesidir.
Filmin
isminde periler ülkesinden “rüyalar ülkesi” şeklinde bahsedildiği halde filmin
sonunda Ayşecik’in ülkesinin hayli gerçekçi olması ilginçtir. Bu açıdan bakınca
Tunç Başaran’ın “Ayşecik ve Sihirli Cüceler Rüyalar Ülkesinde”si
Baum’un
Oz’una benzerken MGM’inkine benzemez. İyi Cadı’nın Ayşecik’e artık evine
dönmeyi dileyebileceğini söylediği sahnede cadı ortadan kaybolur ama kamera bir
süre Oz karakterlerinin üzerinde kalmaya devam eder. Bu, ilk dönem Oz
kitaplarında bile yer almayan bir perspektiftir. Ardından büyülü cüceler gözden
kaybolur. Bir sonraki sahnede Ayşecik’i çorak ve engebeli bir arazide
(Anadolu’nun kırsal kesimleri Kansas’ın yerini çok iyi almış) kendisini
sevinçle karşılayan ailesine doğru yürürken görürüz. Büyülü cüceler ansızın
çiftliğe yukarıdan bakan bir tepe üzerinde görünürler. Ona bir kez daha
hoşçakal derken gittiği için de sanki üzgün gibidirler. Ardından son kez
kaybolurlar. Büyülü karakterlerin Ayşecik’e elveda demesinin verdiği izlenim,
sanki onlar gerçekmiş de Ayşecik sönüp giden bir rüyaymış gibidir.
Baum’un
sonradan yazdığı Oz kitaplarından birisinde Oz ülkesinin bir haritası vardır.
Bu haritada, Oz ülkesinin, öldürücü bir çöl ve büyülü ülkelerle çevrelendiğini
görürüz. Oz üzerine yapılan akademik çalışmaların öncülerinden olan Michael
Patrick Hearn, “The Annotated Wizard of Oz” adlı kitabında bu haritada yer
aldığı halde Baum’un kitaplarında göremediğimiz tek krallığın “Rüyalar Ülkesi”
adlı küçük bir ülke olduğunu not eder. Burası, Oz’un ötesinde uzanan ölümcül
çölün tam karşısındadır. Tunç Başaran’ın “Rüyalar Ülkesi” bir bakıma bu
esrarengiz ve bilinmeyen ülkenin portresi şeklinde değerlendirilebilir.
Bildiğimiz ve tanıdığımız Amerikan fantezi ülkesini başka bir dil ve kültürde
yansıtır. Tıpkı mucizeler ve mitlerle meçhul kalan Oz ülkesinin, çölün öbür
tarafından bakılınca çok yakın ama umutsuzca farklı bir komşu gibi görülmesi
gibi…