Not defterimden bazı bölümler: 

SEFİLLER 2024

2008 yılında 5510 sayılı kanunu çıkarıp, aylık bağlama oranlarını düşürerek emekliyi sefalete sürükleyen AKP'dir...Emekliye 2008'den bugüne kafir-heretic muamelesi yapılıyor ve emekliye hükümetin söylediği  şarkı "Bir İhtimal Daha Var O Da Ölmek Mi Dersin?"


FATİH AKIN'IN SİNEMAYA UYARLAMAK İSTEDİĞİ, ENES ATEŞ'İN DİJİTAL DİZİSİNİ YÖNETECEĞİ "KÜRK MANTOLU MADONNA" ROMANI TANER BARLAS TARAFINDAN TİYATROYA DA   UYARLANMIŞTI...

Acun Ilıcalı’nın sahibi olduğu TV8’de yayınlanan ‘Aramızda Kalmasın’ isimli magazin programında, filmi çekileceği açıklanan Sabahattin Ali’nin ‘Kürk Mantolu Madonna’ adlı romanı (1943) için,  “Şarkıcı Madonna’nın (1958) hayatı enteresan olabilir, aşkları falan” yorumu yapıldı...Jess Molho’nun sunduğu programda özellikle Beren Saat’in çekilecek filmde başrolü kabul etmesi üstünde durulurken sunuculardan Funda Özkalyoncuoğlu’nun yorumu dikkat çekiciydi “Kitaplar filme uyarlanınca, o işi ben sevmiyorum. Dünyada da örnekleri var. Zorlamanın ne anlamı var diye düşünüyorum. Yine de Madonna’nın hayatı enteresan olabilir; aşkları, ilişkileri falan.”

4.000.000 SOKAK KÖPEĞİNE ÖTANAZİ YASASI

1910'daki (İstanbul) köpek katliamının tam 50 katı planlandı ve planın uygulama aşamasına her an geçilebilir! O dönemde 80.000 köpek hayatını kaybetmişti...Bugün 4.000.000 köpeğin canı tehlikede...Katliam yapmak için çok ve aşırı derecede istekli olanların karakteri de böylece tüm çıplaklığıyla ortaya çıkmış oldu! 


SAHARA ÇÖLÜNE ANADOLU İKİZ KARDEŞ OLACAK!


Asfalt eriten, sauna ikliminin ve cehennemi sıcakların kurbanları değiliz, bu iklimin bizzat yaratıcısıyız, sorumlusuyuz!

Türkiye ağaç ve orman düşmanı ülkeler listesinin en tepesindedir!

Bir ağacı öldürmekle bir insanı öldürmek arasında hiçbir fark yoktur...

T-Rex yok oldu ve günün birinde insanda yok olabilir...Çünkü yaşadığımız küre insan müdahalesi sonucunda cehennemi Venüs gezegeni gibi bir gezegen olma yolunda ilerliyor...

MEMLEKETİMDEN İNSAN MANZARALARI 2024


Depresyon tetikçisi ülke olduk! 


Romalı gladyatörlerin mezarlarına çaput bağlayarak dilekte bulunan insanlarımız var! Sarıyer telli babaya akın akın gidenler de aynı kategoridedir!


Saldım çayıra mevla kayıra anlayışı uzun yıllardır istisna değil kaide haline geldi...

İnsan ve emekçi hakları konusunda çok ileri, çok gelişmiş 1961 anayasasını çöpe attık..Şu anda Firavun'un kölelerinden pek de bir farkımız kalmadı...

2015'ten bugüne 9+ yıldır Alanya ve Antalya merkezde yaşıyorum...Gözlemlerime ve öngörülerime göre, yabancı ülke vatandaşları bu iki bölgede nüfus çoğunluğuna günün birinde ulaşacaklar...

Polonyalılar, İsveçliler, Finlandiyalılar, Norveçliler, Danimarkalılar, Almanlar, Ruslar, Ukraynalılar,Özbekler, Kırgızlar, Kazakistanlılar, Ürdünlüler, Suriyeliler, İranlılar, Afganlar arasında 250.000 bin dolar ödeyip T.C. vatandaşlığı edinenler de var...

Alışveriş yaptığım dükkanlarda marketlerde de artık ne yazık ki T.C. vatandaşı çalıştırılmıyor...

ATATÜRK DÜŞMANLARI AYNI ZAMANDA SAVAŞ KIŞKIRTICISIDIR!


"Yurtta savaş, dünyada savaş!" isteyenler aynı zamanda Atatürk düşmanlarıdır...


Ellerine geçen ilk fırsatta çocuklarına bedelli askerlik yaptıranların 
" Oraya, buraya savaş açmalıyız, fizana, alaskaya, güney kutbuna asker göndermeliyiz! " naraları atmaları nasıl bir duygudur? Evlat senin olmayınca, onun canını bol keseden riske atmak, onu feda etmek ne kolaydır!


İnsanlık tarihindeki en kanlı savaşın (1939-1945) başlıca nedenleri: 

Ekim 1929'da başlayan dünya ekonomik krizi ikinci dünya savaşının asıl nedeni değildi; ancak bu büyük savaşın kapısını aralayan çok sayıda faktörden biriydi...Büyük savaşları ve büyük katliamları hazırlayan olaylar şöyle sıralandı:

1-1922-1923 Almanya'da hiper enflasyon


2-1919 Versailles barış anlaşması Almanya'ya denizaşırı sömürgelerini, Avrupadaki topraklarının % 13'ünü kaybettirdi...7 milyon Alman Çekoslovakya ve Polonya'ya verilen eski Alman topraklarında kaldı...Anlaşma Alman ordusunu 100.000 askerle sınırlıyor ve Almanya'yı yüklü bir tazminata mahkum kılıyordu...


3-1929 ekonomik çöküşünde ABD bankaları battığından Almanya gibi ülkeler kredi bulamaz hale geldi...1929'da 13 milyon ABD vatandaşı ve 7 milyon Alman işsiz kaldı...


4-Japon ve Alman halkına çocukluktan itibaren pompalanan "Üstün ırk biziz" beyin yıkaması, propagandası, "İngiltere, Fransa kadar sömürge edinme hırsı" sadece Çin'de Japonların 20 milyon Çinliyi öldürmesine yol açtı...


5-Almanya'da birinci dünya savaşı gazilerinin çoğu ömür boyu engelli kalmıştı ve aşırı derecede yoksullardı; sokaklarda dileniyorlardı...


6-Avusturya ve Almanya'da yayınlanan içerikleri Yahudilere karşı kin ve nefret saçmak,kusmak olan irili ufaklı çok sayıda dergi ve gazetede Holocaust fikrini doğurmaktan başka bir işe yaramadı...

PETROL VARİL FİYATLARI BİR ZAMANLAR SUDAN UCUZDU!

1970'te 1 dolar 80 cent olan petrol varil fiyatının Ekim 1973 Yom Kippur savaşından hemen sonra 12 dolara çıktı...1973 öncesi Avrupa ve ABD petrolü sudan ucuz fiyatlarla satın alabiliyordu... 
Bir başka deyişle 1973 öncesi petrol üreticileri Avrupa ve ABD'nin ekonomik büyümesinin sponsoru gibi hareket ediyordu... 

AMERICAN GRAFFITI

Yıl 1962...Benzinin sudan ucuz olduğu bir dönem...Amerikalı gençler otomobillerine atlar, keyif ve müzik dolu unutulmaz bir gece geçirirler...George Lucas'ın (1944) Modesto anıları 1973'te 65 milyon seyirciyi ABD ve Kanada sinemalarında eğlendirecekti...American Graffiti...Yönetmenin en iyi filmidir...


KIRK DOUGLAS

One Flew Over the Cuckoo's Nest adlı tiyatro oyununda New York 1963'te Kirk Douglas ya da Issur Danielovitch'i  seyredebilenler çok şanslıydı....ABD başkanı Kennedy'nin hayranlığını kazanan Kirk Douglas Natalie Wood gibi güzel kadınlara daima çok özel ilgi göstermekteydi...Kontrol manyağı yönetmen Stanley Kubrick her fırsatta işine karışan Douglas'ı ukala, küstah olarak tanımlasa da onunla birlikte Doctor Zhivago filmini yapmak istemişti...Douglas hayranlarından aldığı destekle ABD'ndeki Komünist avcılarıyla da savaştı...Komünist avcılarına tanıdığı Komünistlerin listesini vermediği için 1953'te ABD'nden kovulan İngiliz Charles Chaplin'in ABD bankalarındaki paralarına el konmaması için verdiği mücadele hatırlandığında Komünist avcılarının elinden Dalton Trumbo'yu kurtarması Kirk Douglas'ın ne kadar cesur olduğunun kanıtıdır...

Ronald Reagan, Richard Nixon, John Edgar Hoover, Hedda Hopper, Joseph Raymond McCarthy, John Wayne gibi Anti Komünist ve aşırı sağcıların Dalton Trumbo gibi Komünistleri işsiz ve aç bırakmak için gösterdikleri tüm gayretlere rağmen başta Otto Preminger (Exodus’un yönetmeni),Paul Newman (Exodus’un yıldızı), Kirk Douglas (Spartacus’ün yıldızı), ABD Başkanı John F. Kennedy (Kirk Douglas hayranı) Trumbo’nun “Exodus” ve “Spartacus” gibi A sınıfı filmlerde çalışmasına yeşil ışık yakmışlardır…Böylece Komünist görüşe sahip sanatçılar Hollywood filmlerinde çalışma hakkını tekrar elde etmişlerdir…Bu hikayenin detayları “Trumbo” (2015) filminde anlatılıyor…

ENFLASYON CANAVARI

Süleyman Demirel ;1991: 'Türkiye'nin birinci sorunudur enflasyon. Hakikaten bugün, enflasyon dediğiniz halk günlük yaşar, halkın birinci sorunu geçim sıkıntısıdır. Esas enflasyon devletleri yıkan bir olaydır. Milletleri içinden bozan bir olaydır. Enflasyon sadece pahalılık olayı da değildir. Ahlakı bozar, borcu olan borcunu ödemez, alacağı olan alacağını alamaz. Hırsızlıktan, soygundan, fuhuşa kadar hemen hemen bütün yolları açar. Toplumun içini bozan bir olaydır. Onun için batılılar, enflasyona bir numaralı halk düşmanı derler. Tek kollu canavar derler. Batı enflasyondan fevkalade çekinir'


ARA GÜLER NELER SÖYLEMİŞTİ?

Ara Güler: Dostoyevski, Gogol ve Çehov gibi yazarların kitaplarını severim...Çehov'un mezarına gittiğimde mezarın yanına ekilmiş vişne ağacı gördüm...Şimdi ki bok nesil bunların hiçbirini bilmiyor...Gençlerden umudum 100 puan üzerinden 0,5 puan...(...) Bu kafayla Türkiye batar! (...) Dünya en bok zamanını yaşıyor...Ortalık aptal dolu!


NOT: Anton Chekhov Çehov'un tiyatro oyunu "Vişne Bahçesi" 1903'te yazılmıştı...
The Cherry Orchard - Вишнёвый сад -Vishnyovyi sad


Rusya’da 19. yüzyılın ortalarında toprak köleliği kaldırılmış, burjuvazi yükselişe geçmiştir. Vişne Bahçesi ülkede değişen toplumsal, politik ve ekonomik düzenin gerçekliğiyle yüzleşemeyen aristokrat bir ailenin dokunaklı portresidir. İçinde büyük bir vişne bahçesinin bulunduğu aile çiftliğinin borçlar nedeniyle satılması söz konusudur. Çiftlik sahiplerinin çocukluk anılarıyla birlikte, vişne bahçeleri de geçmişte kalmıştır artık. Yeni düzen karşısında kararlı davranıp mülklerini ellerinde tutmaktan acizdirler. Vişne Bahçesi, 1904 yılında Moskova Sanat Tiyatrosu’nda Stanislavski tarafından sahneye kondu. Çehov yapıtının “komedi, hatta yer yer fars” olduğunu vurgulasa da,  Stanislavski oyunu “trajedi” olarak ele almakta ısrar etmişti. Stanislavski o güne dek aşırı duygusal olan Rus tiyatrosuna doğal ve gösterişten uzak bir anlatım getirmesiyle ünlenmiş olsa da, Çehov’un kendi oyunları için istediği yalınlığı ve doğallığı yakalayamamıştı.


HEATH LEDGER ÖLÜMÜNDEN SONRA OSCAR ÖDÜLÜ KAZANMIŞTI

Heath Ledger 28 yaşındayken aşırı dozda ilaç kullanımından ölmüştü... Ledger, reçeteyle satılan ilaçların kurbanı olarak "akut zehirlenme" nedeniyle öldü. Yetkililer ölüm olayında herhangi bir kasıt bulunmadığına ve kaza sonucu olduğuna karar verdiler. Ledger’in ağrı kesici OxyContin, anksiyete yatıştırıcı Valium ve Xanax, uyku hapları Restoril ile Unisom ve yine ağrı kesici Hydrocodone ilaçlarını aynı anda aldığı belirlendi. 


JOHN EDGAR HOOVER
Google'un esin kaynağı ve ataları 1924'te 114 milyon Amerikalının (ABD vatandaşının) parmak izlerini, fotoğraflarını, kişisel bilgilerini toplamaya karar veren ve buna başlayan Federal Bureau of Investigation (1908) yöneticisi Edgar Hoover'a (kurumun 1924-1972 arasındaki yöneticisi) kadar uzanır...Suçlularla mücadele konusundaki ilk modern yöntemleri fişlemeyi, dosyalamayı, arşiv oluşturma çalışmalarını Killers of the Flower Moon: The Osage Murders and the Birth of the FBI ( 2023) ve J. Edgar (2011) gibi filmlerde görebiliriz...


HİPER ENFLASYON, BARINMA SORUNLARI, KONUT KİRALARI VE YOKSULLUK SARMALI TÜRKİYE NÜFUSUNDA AZALMA EĞİLİMİ DÖNEMİNİ BAŞLATTI...

Dünya Doğurganlık Atlasında Türkiye’nin durumu vahim boyutlardadır. Bundan 10 yıl önce Türkiye’de 2.14 olan kadın başına ortalama doğum oranı TÜİK’in son açıklamasına göre 2023’te 1.51’e düşmüş bulunuyor...Daha da ötesi, tahminlere göre, mevcut düşük artış hızı devam ettiği takdirde 2070’in ortalarına gelindiğinde ülke nüfusu 70 milyonun altına düşecektir...


CHP İzmir Milletvekili Yüksel Taşkın, mevcut emeklilik sisteminin çökmüş durumda olduğunu belirterek, '4 tane aktif çalışanın 1 emekliyi karşılaması idealdir, bugün tam 1,69 aktif çalışan 1 emekliyi karşılıyor. Emeklilik sistemimiz çökmüş durumda. Daha çok çalışan ve daha çok prim ödeyenin daha fazla kazandığı bir sistemi mutlaka kurmamız gerekiyor' diye konuştu.... 


VEHBİ KOÇ NELER DEMİŞTİ?

Vehbi Koç bayi toplantıları düzenlediği Kuzey Kıbrıs'a yatırım yapmama gerekçesini "Pazar çok küçük, ulaşım sorunlu, rantabl olmaz" diye açıklamıştı...

Vehbi Koç "Eğer Atatürk Türkiye'de sanayinin kuruluşuna önderlik etmemiş olsaydı özel sektörün ülke sanayine katkıda bulunması çok gecikecekti...

CENTRAL PARK, NEW YORK

Her yıl birkaç insan Central Park'ta yıldırım çarpması sonucunda ölmektedir...

ELVİS & NIXON FİLMİ


1960'ların sonunda New York'ta bir yılda uyuşturucu madde kullanarak ölen sayısı 1000'den fazlaydı...ABD başkanı Nixon Türkiye'deki afyon / haşhaş tarlalarından elde edilen uyuşturucuların ABD vatandaşlarını öldürdüğünü söyledi...Nixon Demirel ve İnönü'den "Türkiye'de haşhaş / afyon ekiminin tümüyle yasaklanmasını" istedi...

Elvis Presley'in ikiz kardeşi ölü doğmuştu... (8 Ocak 1935 Salı)Elvis 31 filminde birlikte rol aldığı tüm güzel kadınlarla(Ursula Andress ve Ann Margret dahil) ilişkiye girmişti...Ancak Elvis eşine bu kadınların hepsinin birbirinden çirkin, bakımsız, kaknem ve yüzüne bakılmayacak kadar berbat olduklarını ve hiçbiriyle cinsel ilişkiye girmediği yalanını söylemiştir...


SCHADENFREUDE

Başkalarının başına gelen felaketlerden, kötü bir deneyim yaşamasından, onların içinde bulundukları bu durumlardan haz almak veya onların başarısızlığına sevinmek… Kulağa tüm bu tutumlar nasıl geliyor? Psikoloji biliminin onlarca yıldır araştırdığı bu tutumların psikoloji literatüründe bir karşılığı var; Schadenfreude. 

Peki Schadenfreude nedir? Kimler bu tutumlara sahiptir ve bu durumun altında yatan psikolojik sebepler nelerdir? Gelin hep beraber göz atalım.
Schadenfreude  Nedir?

Schadenfreude Almanca kökenli bir kelime olup “Schaden” ve “Freude” kelimelerinden oluşmaktadır. Kelime çevirisi ele alındığında Schaden “Zarar”, Freude ise “Zevk” anlamına gelmektedir. Bu kelime dilimizde, başkalarının acısından haz alma veya başkalarının zarar görmesine sevinme şeklinde kullanılmaktadır. Osmanlıca’da ise bu kelimeyi karşılayan sözcük “şematet“  (Başkasına gelen belâya, zarâra sevinmek) olarak bilinmektedir. Kelimenin varlığı onlarca yıldır bu olguya uzak olmadığımızı gösteriyor. Almanca’da 1740’larda literatüre giren bu kelime, 1852’li yıllarda İngilizce kaynaklarda kullanılmaya başlandı ve son yıllarda psikoloji biliminin üzerinde daha fazla durduğu konulardan biri haline geldi...

BİR İŞSİZİN GÜNLÜĞÜ / DOĞAN SATMIŞ'IN YAZDIĞI KİTAP

Gazeteci Doğan Satmış anlatıyor: 

“Süleyman Demirel ile bir araya geldiğimizde “Eğer Kuzey Irak’ta bir Kürdistan kurulursa, Türkiye’de 28 vilayeti tutamazsınız” demişti…Yıllar sonra 6-7 Ekim 2014 Kobani eylemlerinin Türkiye’nin sadece 28 vilayetinde yapıldığı haberlere yansıyınca Süleyman Demirel’in tespitinin önemini anladım…” 

Süleyman Demirel: 

"Eğer Avrupa’ya bir Kürt devleti lazımsa, onlar kendi topraklarından versinler… Hangi ülkeler istiyor ise birer parça versin; bunlar da hiç olmazsa orada bir devlet sahibi olurlar, hem de Avrupa devleti olurlar. buralarda devlet olup ne yapacaklar? (...) Bu insanların (Kürtler) o bölgede hiçbir zaman bir devletleri, hiçbir zaman toprakları olmamıştır… Hiç kimse, bu insanların geçmişte bir devletlerinin olduğu, Türklerin bu insanların devletlerini ellerinden alarak gasp ettiği gibi bir düşünceye kapılmamalıdır." 

Süleyman Demirel yakın çevresindeki insanlara müstehcen fıkralar anlatmasıyla da meşhurdu.Doğan Satmış kitabında bunlardan birine de yer veriyor…

Doğan Satmış HaberTürk Gazetesi’nin Genel Yayın Yönetmeni Yardımcısı görevinden ayrıldıktan sonraki işsizlik döneminde, gazetecilik anılarını ve iş arayanlara, işsiz kalanlara yollar gösteren, öneriler içeren notlarını derlediği, harmanladığı “Bir İşsizin Günlüğü” adındaki kitabını yazdı ve yayınladı…

Hürriyet Gazetesi’nde 17 yıl yazı işleri müdürü ve 5 yıl okur temsilcisi olarak görev alan Doğan Satmış, Sabah, Bugün, HaberTürk gazetelerinin kuruluş aşamasında görev almıştı…

Doğan Satmış, Atatürk’ün kurduğu Anadolu Ajansı’nda başladığı gazetecilik mesleği boyunca Dinç Bilgin, Haldun Simavi, Asil Nadir, Erol Simavi, Turgay Ciner ve Ahmet Çalık’ın gazetelerinde çalışmıştı…

“Bir İşsizin Günlüğü”nden fragman niteliğindeki bazı satır başları şöyle: 

Turgay Ciner


Doğan Satmış işadamı Turgay Ciner’e yılda 700 milyon dolar kazandıran projeyi kitabında şöyle anlatıyor: “Soda külü camın da hammaddesi…Dünyanın en büyük soda külü cevheri yatağı Ankara Beypazarı’nda bulunuyor. Dünyanın en zor ve tehlikeli işlerinden biri, yeraltındaki madenleri yukarı çıkarmak.Ya bütün toprağı kazmak ya da tünelle derinlere inmek gerekiyor. Hem çok zahmetli, hem de çok pahalı bir iş. Amerika’da bir profesör, metrelerce derindeki madende toz halinde duran soda külünü sıcak suyla eritip sıvı olarak yukarı çıkarmayı sonra da bunu kurutarak elde etme yöntemini keşfetmiş. Yani hiç öyle derinlere inmeye gerek yok; yukarıdan sıcak suyu aşağıya yolluyorsun,soda külü bu suyla eriyip yukarıya çıkıyor geriye bunu kurutmak kalıyor.Turgay Ciner bu profesörün keşfini öğreniyor ve profesörü Türkiye’ye davet ediyor.Yöntem ilk kez Türkiye’de deneniyor ve başarılı sonuç veriyor.”


Erol Simavi (1930-2015)


Hürriyet Gazetesi yönetim kurulu üyesi ve yazarı Çetin Emeç’in öldürülmesinden yaklaşık bir ay sonra Nisan 1990’da bir gün benim kader arkadaşım olan Hasan Kılıç Ağbiyle (kendisinin Hürriyet Gazetesi’nin çeyrek yüzyılında büyük emekleri vardır) birlikte Erol Simavi’nin İstanbul Maçka’daki muhteşem evine gittim.Üzerimde pejmürde bir blue jean ve bir deri mont vardı…Erol Bey “Ne içersiniz?” dedi, çay istedik, ”İsterseniz içki de var,” dedi kendisine hazırlarken.Ben gençlik ve toyluktan olacak (o zaman 29 yaşındaydım) “Bir votka alayım o halde” dedim…Erol Simavi Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Rahmi Turan’ı görevden alacağını yerine Ertuğrul Özkök’ü getireceğini anlattı. Rahmi Turan 1989’da Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmenliğine getirilmişti…Rahmi Turan Erol Simavi’nin ağabeyi Günaydın ve Tan Gazetelerinin sahibi Haldun Simavi’nin bir sözüne kızarak 1985’te Dinç Bilgin patronajında Sabah Gazetesi’ni kurmuştu.Bence Simavi ailesinin basından silinmesinde de bu olayın büyük etkisi vardır…Bende Sabah Gazetesi’nin kuruluşunda bulunmuştum…
Erol Simavi’nin evinde Hürriyet’te çalışan muhabirlerin özgeçmiş ve fotoğraflarının bulunduğu dosyalar dikkatimi çekti; dosyalarda muhabirin kaç yıldır Hürriyet’te olduğu, medeni durumu (evli mi, bekar mı, boşanmış  mı?), çocuklarının olup olmadığıyla, ilgili ayrıntılı bilgiler vardı…Bu görüşmeye Hasan Kılıç Ağbi’nin Erol Simavi’yle ortak arkadaşı olan Bafra’lı kuaför Mehmet Bey de katılmıştı…Simavi’nin evinde epey uzunca oturduk. Sonunda Mehmet Bey “Erol Bey isterseniz meseleye (sadede) gelelim,” dedi.Belli ki bizi Erol Beyin evine çağırmalarının özel bir nedeni vardı ve Simavi’nin bunu bize açıklama zamanı gelmişti.Ancak Erol Bey nedense son anda fikir değiştirdi, dönüp bize özetle şöyle dedi: “Siz Hürriyet’e Rahmi Turan ile geldiniz; onunla birlikte buradan ayrılmayın!”

Erol Simavi’nin o gün bizi ne söylemek için evine çağırdığını, sonra da bundan neden vazgeçtiğini öğrenemedim…Belki de benim pejmürde kıyafetime aklı takılmıştı.


Erol Simavi 1993’te Hürriyet’in yüzde 25’ini, 1994’te elinde kalan hisselerin tümünü satarak Avrupa ülkelerinde yaşamaya başlamıştı…Ertuğrul Özkök ise yaklaşık 29 Aralık 2009’a kadar yaklaşık 20 yıl boyunca Hürriyet’in Genel Yayın Yönetmenliği’ni yapacaktı…


Hürriyet’in bugün yıkılıp yerine rezidanslar dikilen Güneşli’deki eski binasının ilk iki katı Belma-Erol Simavi çiftinin zevkleriyle döşenmişti ve duvarlarında ressam Ömer Uluç’un resimleri vardı.Erol Simavi gazetedeki tüm hisselerini 1994’te sattıktan sonraki dönemde bir gün kafe katındaki köşeye alüminyum doğramalarla bir kulübe oturtulduğunu gördük; burada D & R ürünleri satılacaktı.Ancak işçiler Ömer Uluç’un bir resmine de matkapla bir delik açıp vidalamışlardı…


Yılbaşı hediyesi denilince, aklıma Erol Simavi geliyor. Erol Simavi Hürriyet’in sahibiyken tüm çalışanları için her yıl sonunda birer özel hediye sepeti hazırlatırdı.Ve sepetler çalışanların eşlerinin adına evlere yollanırdı. Bu sepetler en çok eşleri sevindirirdi. En çok da bir patronun kendilerini hatırlamış olması gururlarını okşardı. Bir hayli dolu olurdu sepetler. Sonra bu gelenek Erol Simavi’den sonra kalktı Hürriyet Gazetesi’nden…


Orhan Pamuk
Orhan Pamuk bir kitap yazmak için boşuna 4-5 yıl uğraşmıyor; gidiyor, araştırıyor, soruyor, dinliyor,öğreniyor yazıyor ve bir “bozacı”yı bile 500 sayfada anlatıyor.

Elif Şafak
HaberTürk Genel Yayın Yönetmeni Fatih Altaylı  Mayıs 2013’te “Elif Şafak artık bizde yazmayacak” dedi. Kötü haberi iletme görevi bana düştü…O dönem HaberTürk 210 bin satıyordu, Elif Şafak’ın “Aşk” adlı romanı 600 bin civarında sattı…


Sakıp Sabancı (1933-2004)
Forbes Dergisi 2004’te Sakıp Sabancı ve ailesinin servetini 3 milyar 200 milyon dolar olarak hesaplamıştı…Sakıp Sabancı’nın belki de en ünlü sözüyse: “Hayatta doyamadığım bir şey varsa, o da para değil, çalışmaktır…”


Gazetecilik mesleğine ilk adımlarını atan Doğan Satmış’a Sakıp Sabancı şunları söylemiş: “Ağaammm, geçenlerde Boğaz kenarında yürüyorum, balık satıyorlar ama fiyatları ateş pahası.Altın sanki mübarekler. Ben diyeyim 100, sen de 200. Yaklaşılacak bir şey değil. Ben balıklara bakıp istenilen fiyatı kafamda tartarken, herifçioğlunun biri Mercedes’le balıkçının önüne yanaştı, arabadan inmeden,en pahalı balığı gösterip, ”Şundan iki kilo ayıkla!” diye emretti, fiyatını bile sormadı, cebinden çıkardığı bir tomar parayı uzatarak, balıkları aldı gitti.Benim ağzım açık, öyle kaldım.Ne zenginler var Ağam!” (1)


Aziz Yıldırım
Kızıltoprak Bafra Pidecisi’nin devamlı müşterilerinden biri de Aziz Yıldırım…Aziz Yıldırım  her defasında iki kıymalı, iki peynirli pide söylermiş.


Süleyman Demirel (1924-2015)
“Süleyman Demirel ile bir araya geldiğimizde “Eğer Kuzey Irak’ta bir Kürdistan kurulursa, Türkiye’de 28 vilayeti tutamazsınız” demişti…Yıllar sonra 6-7 Ekim 2014 Kobani eylemlerinin Türkiye’nin sadece 28 vilayetinde yapıldığı haberlere yansıyınca Süleyman Demirel’in tespitinin önemini anladım…” (2)


Süleyman Demirel yakın çevresindeki insanlara müstehcen fıkralar anlatmasıyla da meşhurdu.Doğan Satmış kitabında bunlardan birine de yer veriyor…


Yaşar Kemal  (1923-2015)
21 Mayıs 1981 ile 17 Mayıs 1995 arasında Fransa’nın 21. Cumhurbaşkanı olarak görev yapan, bu zaman diliminde yedi ayrı Başbakan ile çalışan  François Mitterand 13 Nisan 1992’de T.C.’nin 8.Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın davetlisi olarak beş bakan ve iki yüz kişilik bir heyetle Türkiye’ye iki günlük resmi bir ziyaret gerçekleştirmişti. Ziyaretinin ikinci gününde Ankara’dan İstanbul’a gelen Mitterand, Beyoğlu’ndaki Galatasaray Lisesi’nde Özal ile Galatasaray Üniversitesi Kuruluş Belgesi’ni imzalamıştı…Özal ile Mitterand aynı gün Topkapı Sarayı’nın Sarayburnu’ndaki iki kıyı köşkünden biri olan Sepetçiler Kasrı’nda bir öğlen yemeği verdi; tam bir sanatçı dostu olan, opera şarkıcısı Jessye Norman’dan Yılmaz Güney’e kadar sanatçılara destek olmasıyla ün yapan Fransa Cumhurbaşkanı hayranı olduğu Yaşar Kemal’i özel davetlisi olarak Sepetçiler Kasrı’ndaki bu yemeğe davet etmişti…1984’te Paris Elysee Sarayı’nda François Mitterrand, Yaşar Kemal dahil 20. Yüzyıla damgasını vurmuş dört kişiye (diğerleri: Joris Ivens, Elie Viesel, Federico Fellini) Legion D’Honneur madalyası vermişti...


Hayat
Hayat, sadece çalışmak, her sabah bir işyerine gitmek değil…Dağlara tırmanma sevdası eşini ve üç çocuğunu geride bırakıp Everest’e tırmanmaya çalışan,  o sıralarda 37 yaşını sürdüren, George Mallory’nin (1886-1924) hayatına malolmuştu… Yaşı büyük yazdırıldığı için 18 yaşında askere gidip şehit düşenler de var…(3)


Yazının dip notları: 


1-Vehbi Koç’un ev sakinlerine yazdığı 11 Ağustos 1961 tarihli mektubundan: “Bütün ev halkından ricam: Muslukların fazla açılmaması, su israfına zerre kadar meydan verilmemesidir.Bu hususa dikkat edilmesini ehemmiyetle rica ederim.”

2-Süleyman Demirel 1 Mayıs 1995’te Milliyet Gazetesi temsilcilerini davet ederek “Batı ülkelerinin Türkiye’ye 10 Ağustos 1920’de tarihli Sevres anlaşmasının koşullarını 75 yıl sonra tekrar kabul ettirmek istediğini ilan etti…Sevres, 16 Mayıs 1916’da imzalanan Skyes-Picot anlaşması gibi Osmanlı mirasını / topraklarını paylaştıran bir anlaşmaydı.Sevres’e göre Türklere sadece İç Anadolu’nun ve Karadeniz’in bir bölümü bırakılırken bugünkü Türkiye toprakları Ermenistan, Kürdistan,Yunanistan, İngiltere, Fransa ve İtalya arasında paylaştırılmaktaydı…T.C.’nin kurucuları Rusya’da Çarlık yönetimini yıkan Komünist Partisi lideri Lenin’in yönetimiyle 16 Mart 1921’de Moskova anlaşmasını yaparak Sevres anlaşmasını geçersiz kılmak için ilk büyük adımı atmışlardı…

Süleyman Demirel’in “Eğer Kuzey Irak’ta bir Kürdistan kurulursa, Türkiye’de 28 vilayeti tutamazsınız” sözüyle bizlere ne söylemek istediğini daha iyi anlayabilmek için Abdullah Öcalan’ın 9 Ocak 2010’da “Kürtlerin Türkiye’nin Batı illerine göçmemesi, göçenlerin de geri dönmesi” çağrısını hatırlamak gerekiyor.


3-Everest öğretmen ve dağcı George Mallory’nin (1886-1924) eşini dul, üç çocuğunu babasız bırakmıştı…George Mallory Dünya Savaşı’nda 1915-18 arasında İngiliz ordusunda teğmenliğe kadar yükselmişti…Everest George Mallory’nin naaşını 75 yıl sonra 1 Mayıs 1999’da geri vermişti…”The Wildest Dream” adlı belgesel (2010) ve iki TV dizisi haricinde George Mallory’i konu olan kayda değer bir film bulunmamaktadır...

********


Londra’da bulunan sanat merkezi Southbank Center tarafından son 50 yılın en güzel 50 aşk şiirinden biri olarak seçilmiştir.


SEVERMİŞİM MEĞER


28  Mart 1962  Çarşamba

Nazım Hikmet  Ran

Prag-Berlin treninde pencerenin yanındayım


akşam oluyor

dumanlı ıslak ovaya akşamın yorgun bir kuş gibi inişini severmişim meğer


akşamın inişini yorgun kuşun inişine benzetmeyi sevmedim toprağı severmişim meğer


toprağı sevdim diyebilir mi onu bir kez olsun sürmeyen


ben sürmedim

Platonik biricik sevdam da buymuş meğer


meğer ırmağı severmişim


ister böyle kımıldanmadan aksın kıvrıla kıvrıla tepelerin eteğinde


doruklarına şatolar kondurulmuş Avrupa tepelerinin

ister uzasın göz alabildiğine dümdüz

bilirim aynı ırmakta yıkanılmaz bir kere bile


bilirim ırmak yeni ışıklar getirecek sen göremeyeceksin


bilirim ömrümüz beygirinkinden azıcık uzun karganınkinden alabildiğine kısa


bilirim benden önce duyulmuş bu keder

benden sonra da duyulacak


benden önce söylenmiş bunların hepsi bin kere


benden sonra da söylenecek


gökyüzünü severmişim meğer


kapalı olsun açık olsun

Borodino savaş alanında Andırey’in sırtüstü seyrettiği gök kubbe

hapiste Türkçeye çevirdim iki cildini Savaşla Barış’ın

kulağıma sesler geliyor

gök kubbeden değil meydan yerinden


gardiyanlar birini dövüyor yine

ağaçları severmişim meğer

çırılçıplak kayınlar Moskova dolaylarında Peredelkino’da kışın

çıkarlar karşıma alçakgönüllü kibar

kayınlar Rus sayılıyor kavakları Türk saydığımız gibi

İzmir’in kavakları

dökülür yaprakları

bize de Çakıcı derler

yar fidan boylum

yakarız konakları

Ilgaz ormanlarında yıl 920 bir keten mendil astım bir çam dalına

ucu işlemeli


yolları severmişim meğer

asfaltını da

Vera direksiyonda Moskova’dan Kırım’a gidiyoruz Koktebel’e

asıl adı Göktepe ili

bir kapalı kutuda ikimiz

dünya akıyor iki yandan dışarda dilsiz uzak

hiç kimseyle hiçbir zaman böyle yakın olmadım

eşkiyalar çıktı karşıma Bolu’dan inerken Gerede’ye kırmızı yolda ve yaşım on sekiz

yaylıda canımdan gayri alacakları eşyam da yok

ve on sekizimde en değersiz eşyamız canımızdır

bunu bir kere daha yazdımdı

çamurlu karanlık sokakta bata çıka Karagöz’e gidiyorum Ramazan gecesi

önde körüklü kaat fener
belki böyle bir şey olmadı
çiçekler geldi aklıma her nedense
gelincikler kaktüsler fulyalar
İstanbul’da Kadıköy’de Fulya tarlasında öptüm Marika’yı
ağzı acıbadem kokuyor yaşım on yedi
kolan vurdu yüreğim salıncak buluTlara girdi çıktı
çiçekleri severmişim meğer
üç kırmızı karanfil yolladı bana hapishaneye yoldaşlar 1948
yıldızları hatırladım
severmişim meğer
gözümün önüne kar yağışı geliyor
ağır ağır dilsiz kuşbaşısı da buram buram tipisi de
meğer kar yağışını severmişim
güneşi severmişim meğer
şimdi şu vişne reçeline bulanmış batarken bile
güneş İstanbul’da da kimi kere renkli kartpostallardaki gibi batar
ama onun resmini sen öyle yapmayacaksın
meğer denizi severmişim
hem de nasıl
ama Ayvazofki’nin denizleri bir yana
bulutları severmişim meğer
ister altlarında olayım ister üstlerinde
ister devlere benzesinler ister ak tüylü hayvanlara
ay ışığı geliyor aklıma en aygın baygın en yalancısı en küçük burjuvası
severmişim
yağmuru severmişim meğer
ağ gibi de inse üstüme ve damlayıp dağılsa da camlarımda yüreğim
beni olduğum yerde bırakır ağlara dolanık ya da bir damlanın
içinde ve çıkar yolculuğa hartada çizilmemiş bir memlekete gider
yağmuru severmişim meğer
ama neden birdenbire keşfettim bu sevdaları Prag-Berlin treninde
yanında pencerenin
altıncı cigaramı yaktığımdan mı
bir eski ölümdür benim için
Moskova’da kalan birilerini düşündüğümden mi geberesiye
saçları saman sarısı kirpikleri mavi
zifiri karanlıkta gidiyor tren
zifiri karanlığı severmişim meğer
kıvılcımlar uçuşuyor lokomotiften
kıvılcımları severmişim meğer
meğer ne çok şeyi severmişim de altmışında farkına vardım bunun
Prag-Berlin treninde yanında pencerenin yeryüzünü dönülmez bir
yolculuğa çıkmışım gibi seyrederek

NAZIM HİKMET RAN