Ne sevdalara yazmadığımız tek sözcük kaldı, ne de ülkenin haline.

 

  Ne ahalinin haline etmediğimiz tek söz, sözcük kaldı ne de ülkenin.

 

   Bir kahırdır aldı başını gidiyor. Bir "üst akıldır" ağlarını öre öre boğaza kadar geldi. Nefesimiz daralsa da, bir "ıhhh" diyebilmeye şükür eder olduk. Kâh orada kâh burada lokmalarımızı gözümüzün içine baka baka yutanları adamımız, madamımız diye alkışladık.

 

    Bir çaya satıldık, bir kahveye ömrümüzü harcadık, Dokuz köyden kovulduk, bazen de dokuz köyden kovduk doğruyu söyleyenleri, bizden olanları, bizden yana olanları.

 

    Taşıma su ile değirmen dönmez.

    Tarlada izi olmayanın harmanda yüzü olmaz.

    Ne ekersen, onu biçersin.

    El, elin eşeğini türkü söyleyerek arar

    Daha ne sayayım ki. Yüz yıldır, bin yıldır söylenenleri.

 

    Para verilerek konuşturulanları, bize canlarını feda ederek konuşanlara tercih ettik, baş tacı yaptık.

 

   Kim bilmez ki, "iti, ite kırdırırlar" sözünü.

 

   Bir yandan din, iman, millet, devlet. Diğer yandan ümmet. Kimin değirmenine ne suyu taşınıyor ki?

 

    Her gün kadın ölümleri, cinayet, taciz, tecavüz, yetmedi şimdi de, bilemem nereye şu kadar mülteci Suriyeli, Afgan, bilmem nereli geldi yerleşti haberleri.

 

    Hatay belediye başkanı Hatay bu milletin olmaktan çıktı, çıkıyor diyor. Kan ile can ile bedel ödenilerek kazanılan bu topraklar yeşil dolarlar ile sulanmaya başladı.

 

    Canını feda eden değil, parayı veren düdüğü çalıyor.

 

    Çarşı pazar yangın yeri.

 

    Ülkenin her bir köşesine "cambaz çadırları kurulmuş", habire tel cambazları değil, siyaset cambazları iktidarlı, muhalefetli oyun sergiliyor, cepçiler ortalıkta cepleri boşaltıyorlar ama bunun farkına eve dönerken cebinde ekmek parası kalmayınca anlıyor, hıncını da evdeki karısından, kızından çıkarıyor.

 

    Bedava yaşamaya alıştık. Alışmıştık, çünkü bedelini atalar, dedeler yoklukları ile çabaları ile çalışmaları ile ödemişlerdi. O yüzden idi gittiğimiz lokantalarda hesap ödemeden çıktığımız. "Atalarımız ödemişti" bedelini canlarıyla kanlarıyla.

 

    Sonra üç kuruşa sattık.

 

    Sonra da har vurup harman savurduk.

 

    Elde yok avuçta yok yok. Artık bu saatten sonra, "elden gelen öğün olmaz o da vaktinde gelmez".

 

    Her şey kötü mü? İyi ise şikayet etmeyin.

 

    Umutsuz da olmayalım. Ama şimdiye kadar ki gibi umutlu da olmayalım. Yetti artık dublörlerin tiyatroları, suflörlerin nutukları.

 

    Artık siz, ama aklınızı başınıza alarak düşünerek konuşun.

 

    Öyle vara yoğa, boşu boşuna değil. Adam gibi, kadın gibi, insan gibi kendisi için, adamlarınız, madamlarınız için değil.

 

    Umutsuz olmayın. Ama sorma bana umutlu musun diye.

 

    Sana son sözün, sana ne kadar güveneyim ki!..

   De, umutlu ya da umutsuz olayım. Yolum zor ve acılı. Ektiğim umutları toplamaya gitsen, kesem ne kadar dolar ki. Yolda cambaz, sen de bu "kafa" varken, bilmem ki.

 

    Bu bir suçlama değil, farkındalık. Farkın da mısın, bilmem ki!...