Bazı şeyleri yazmak mı iyidir, yoksa yazmamak mı bilemiyorum ama, gazetede ülkenin çok önemli bir Akademisyeni ile ilgili bir haberi okuyunca içim sızladı, üzüldüm ve gözlerimin önünden geçmişte yaşadığım bir kaç anı geldi geçti.


Bilindiği üzere yaşama bir köy delikanlısı olarak başlayan beni ailem, askerliği yedek subay yapsın, bir de okumuş kız alsın diye büyük hedefler ile üniversitede okutmuştu.


Çünkü, evin büyük oğlu olmanın görev ve sorumlulukları vardır. Üniversite bitmiş, ailem de bana Antalya şarampol Caddesi üzerinde bulunan o günlerin en Ünlü bir mobilya mağazasının yanında ve Akdeniz Sinemasının paralelinde, Saray Sinemasının da az yukarısında bir beyaz eşya dükkanı açmak üzere her türlü işlemi başlatmıştı.


Uzun öykü, hani o meksika yerlilerinin ünlü sözü gibi, İbrahim hesap yapmış, kader de gülmüştü. Ben tüccar değil, bürokrat olmuş ve Antalya'ya gidileceğinden, buna uygun olan işi seçip orada başlamıştım.


Ama bende "zihni sinir projeler" bitmez ki.


Yazmayınca bilinmez, çalıştığım kurumda sevgili Müdürüm Öksel Göçmen'e ile neler yapabiliriz diye konuşurken bir projeden söz ettim, o da, Genel Müdürümüz Şahap AR servise geldiğinde, bana "anlatsana projeni" deyince, ilk Kredi ve Yurtlar Kurumunun yurtlarına Yabancı Dil Laboratuvarı ve Kütüphane açılması projesini anlattım.


Tanıdığım en girişimci ve aydın Genel Müdür ve Asker/Paşa olan Şahap Ar, beni kendisi adına üç aylık memur iken proje koordinatörü yaptı. Tabi ben de, kurslar için Üniversiteden tanıdığım Prof Dr Emel DOĞRAMACI ile görüştüm ve kurslar başladı.


Öyle değil mi Dil Derneğinin de yazmanlığını yapan Prof Dr Ahmet Kocaman hocam. Sağlıklı ve güzel günler dilerim kendisine.


Dedim ya, proje üretmezsem beni "huzur teper".


Emel Hanım'a da bazı projelerden söz edince, o da beni bir kurumda etkili ve yetkili olan öğrencisine yolladı. Ve benim tüccarlık hayallerim de, bürokrasinin zorlu yollarında kaynadı gitti.


Bir gün Bakanlıktaki odamda oturuyorum, sekreterim telaş ile geldi ve geçmişte SBF'nin dekanlığını da yapan, gazete ve televizyonların ağır topu bir hocayı odama almıştı.


İş arıyorum dediğim zaman değerli hocam Finikeli hemşerim Metin Gürkanlar göndermişti yanına. Hemen tanıdım ve buyur ettim. O günlerden söz edip başladık sohbete.


Hocam konuşuyor, çaylar içiliyordu ama sıkıntısı vardı, bir türlü açılamıyordu. Yerimden kalktım, çay ocağına gidip iki sade kahve yaptırıp ellerim ile servis edip, "Hocam sizin için ne yapabilirim" deyince, duygulandı ve titrek bir sesle, konuyu açtı.


Bir yakını için iş aramış, bulamadığından şikayetle Mülkiyeliler Birliğinde otururken birisi benden söz edip, bir konuşmasını istemiş. O yüzden bana sıkıla sıkıla gelmiş ama, kahveden sonra rahatladı.


O yıllar bakan olan öğrencileri de vardı hocanın ama, sanırım bir sonuç alamamış olmalı ki, bana gelmiş. Hocamın sorunu çözmüştüm.


Bir şeyi yapıp, karşımdakinin ezildiğini hissettiğim ve benim daha da ezilip, üzüldüğün bir kaç durumdan birisi idi hocam ile bu anım.


Nedense, bazı yerlerde beni görünce bir mahcubiyet yaşıyordu hocam, ben de onun beni görmemesini sağlamak için, her durumda ona görünmez olmayı yeğliyordum.


Bu kez de Antalya'nın Şanlı hocası ile bir anım. O zaman Faik ALTUN Antalya Milletvekili. Beni de "köylüm" diye çok sever. Bir gün Faik Abi ve Mustafa Şanlı Hocam çat kapı içeri girdiler.


Odamda bir toplantı vardı ama, sekreteri kim takar ki. Kızgınlıktan patlıyorlardı. Hemen toplantıyı kesip, birlikte oturduk.


Meğer benim de Üniversiteden de tanıdğım bir hocam, o dönem bakanlıkta Müsteşarımız idi.


Meğer, bizim müsteşar hoca olarak Antalya'ya konferans ve toplantılara gittiğinde kendisi de konuşmacılar arasında olan Mustafa ŞANLI hocama, "Bir gün bir göreve gelirsem, seni bakanlık danışmanı yapacağım" demiş.


Hocam da atlamış uçağa gelmiş Ankara'ya, Antalya'dan. Ama bu kez kapı duvar. Hocam ile Milletvekili Faik Altun biraz zorla da olsa görüşmüşler ama sonuç yok. "Şanlı Hocam" da buna kızmış Faik Abi, "İbrahim'in yanına gidelim" deyince Soluğu benim yanımda almışlar.


Oturtup çay, kahve ne içilir dedim ama kim dinler. Hocam ateş püskürüyor. Vakit öğle vakti, Faik Ağabeyime, abi bir yere gidelim bir şeyler yiyelim içelim dedim ama hocam barut gibi. Bir yere gitmiyor.


Neyse, sekreterime odaya giriş çıkış ve telefon yok deyip, bir "Atatürk sofrası" kurduk toplantısı masasına. Bakkaldan ve yakındaki ünlü kebapçıdan siparişler geldi ve bir iki lokma ve bir iki yudumdan sonra Şanlı Hocamın tansiyonu düştü. Sohbet, muhabbete döndü. Bazılarının muhalefette iken verilen sözlerin güme gittiğini görmüştük.


Hiç kimse kusura bakmasın da, bizim demokrat cenahın, "demokrasi ve demokratlık" ayağına, ayağına sıktığı kurşun az değildir. Aslında Şanlı Hocanın işi olmayacak bir şey değildi; olanlar da hocamdan daha nitelikli de değillerdiler. Üzgünüm ki, Vekilimin seçmeni idiler.


Bizim cenahta "emek" deyince nedense genellikle amele, işçi emeği düşünülür. Aydınların ve diğer insanların verdikleri emekler. onların olağan görevleri sayılır.


Oysa, her şeyin bir değeri ve minneti vardır. Olmalıdır da.


Tamam bu dönemde de belediyelerde başkanlıklar aldık ama böyle kıra döke neye kadar gideceğiz ki!..


Bütün bunları neden mi anımsadım?


Babam geçen gün aradı ve bana bir sürü sitemli sözler etti. İşin kötü tarafı sonuna kadar haklı idi ama, elden ne gelir ki!..


Önceki Antalya Belediye Başkanlarından Menderes Türel ile Antalyalılık dışında bir tanışıklığım vardır. Yeğenim okulu bitirmiş iş arıyor, ben de kendisinden bir yakını aracılığı ile rica ettim ve yeğenimi kendisi işe başlattı.


Daha sonra yerel seçimler geldi ve Mustafa Akaydın hoca aday yapıldı. Ki, aday yapıldığı günün sabahı yaşananlar ve benim rolümü kendisi, Osman Kaptan ve Ömer Melli çok iyi bilirler.


Neyse. Sorulur ise söylenir!...


Mustafa Akaydın Belediye Başkanı oldu ve ilk işten atılanlardan birisi de benim soyadımı taşıyan yeğenim oldu. (Yorumsuz)


Bir otel grubunun muhasebe şefliğini de yapan yeğenim şimdi işsiz. Babama da çevresi, "ya senin oğlunun bu başkanlar ile arası iyidir, onların çok işlerini yaptı" gibisinden sözler edince, Babam da haklı olarak bana bir iş sorununu çözemediğim için kızıyor.


Eee ne yapayım, memleketim Antalya, Ankara'da Antalyalılar Evini açtım, yıllarca Antalyalılar Derneği Başkanlığı yaptım, bir çok öğrenci ve kişinin sorunu çözdüm ama, "terzi kendi söküğünü dikemezmiş"!..


Eeeee ne yaparsınız , bizim cenahta, tarih tekerrürden ibarettir.


Anlayanlara sivrisinek saz olmaz da, davul zurna yeter mi bilemem!..