Tarih, öyle garip süreç ve olaylar bütünüdür ki, bir yerde ağlatırken, diğer bir yerde güldürür, düşündürür aklı, yüreği vicdanı olan insanı.
Oysa 14 Mart'ın her zamanki gibi sıradan günlerden farkı pandeminin ikinci yılında kutlanacak ikinci "Tıp Bayramı" olması, "Pi sayısı" bir başka anlamı da Karl Marx'ın ölüm yıldönümü olmasıydı.
Tıp, bilimsel bir yaklaşımla, insan sağlığının korunması, bunun sürdürülmesi; bozulan sağlığın düzeltilmesi ve sağlığa kavuşması için uğraşan; hasta ve hastalıklara tanı koyan, hastalıkları sağaltma, hastalık ve yaralanmalardan korumaya yönelik çalışmalarda bulunan birçok alt bilim dallarından oluşan bilimsel disiplinleri bir şemsiye altında toplayan Ana Bilim Dalıdır.
Türkiye Cumhuriyeti'nde de sağlık hizmetlerinin en iyi şekilde ve yurttaşa yakışır şekilde verilmesi için Sağlık Bakanlığı, TBMM'nin açılışını (23 Nisan 1920) izleyen, 3 Mayıs 1920'de, 3 sayılı kanunla kurulmuş ve ilk Sağlık Bakanı da Dr. Adnan Adıvar olmuştur.
Osmanlı Döneminde genel bir yaklaşım, Cumhuriyetin ilk dönemi sağlıkla ilgili düzenli bir kayıt tutma olanağı olamadığından, daha çok savaş yaralarının sarılmasına, sağlık sisteminin planlanması, yapılandırılması ve yasal mevzuatının geliştirmesine odaklanılmıştır.
Cumhuriyetin ilk Sağlık Politikaları ise, Sağlık Bakanı olan Dr. Refik Saydam tarafından 1923 yılında başlatılmış ve sağlık hizmetleri hükümet, belediye ve karantina tabiplikleri, sıhhiye memurlukları, 86 adet yataklı tedavi kurumu, 6.437 hasta yatağı, 554 hekim, 69 eczacı, 4 hemşire, 560 sağlık memuru ve 136 ebe ile hizmet sunulmuştur.
Dünya Sağlık Örgütü (DTÖ) sağlığı şöyle tanımlar: “Sağlık sadece hastalık ve sakatlığın olmayışı değil, bedenen, ruhen ve sosyal yönden de tam sağlık halidir.”
Sağlık hizmeti denilince çoğu kimse hasta tedavi hizmetlerini anlar. Oysa sağlık hizmeti önem sırasına göre:
Koruyucu,
İyileştirici ve rehabilite edici hizmetlerdir.
Hacettepe Üniversitesi Prof Dr İhsan Doğramacı sayesinde (YÖK sürecini göz ardı ederek) Halk Sağlığı ve Koruyucu Sağlık hizmetleri konusunda çok önemli çok önemli yatırımlar yapmıştır. "o döneme kadar Avrupa tıp fakültelerinin geleneksel eğitim sisteminin uygulandığı Türkiye'deki diğer tıp fakültelerinden farklı olarak bir eğitim programı uygulanmaya başlatılmıştır. Tıp Fakültesi eğitim programının oluşturulmasında Hindistan'da “Academy of Medical Sciences”, İngiltere’de “New Castle”, ABD’de “Western Reserve” gibi tıp fakültelerinin eğitimlerinden esinlenilmiştir. Tıp Fakültesi eğitiminde özgün entegre tıp eğitim sistemi benimsenmiştir."
Bu bağlamda da 1981 yılında Toplum Hekimliği bir Enstitü olmaktan çıkarılıp, Toplum Hekimliği Bilim Dalı/ Halk Sağlığı Bilim Dalı olarak yeniden yapılandırılmıştır.
“Halk Sağlığı"ndan söz edilince, Dr Refik Saydam'dan sonra Prof Dr Nusret FİŞEK'den de çok özel bir paragraf açılarak söz edilmesi gerekir. Tabi tüm bunlara öncülük eden Mustafa Kemal ATATÜRK adı ise, beyinlerde, hafızalarda kazılı olmalıdır.
Halkın, Yurttaşın sağlığının korunması öncelenen hizmetler için yapılan yasal düzenlemeler ise:
Tababet ve Şuabatı Sanatlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun (1928-1219 sayılı yasa),
Umumi Hıfzıssıhha Kanunu (1930-1593 sayılı yasa) gibi bir zamanlar yürürlükte olup, bugün ise, "koruyucu sağlık" anlayışından vaz geçilip, Piyasacı, Liberal anlayış ile yurttaşın hastalanmasından sonra, "tedavi edici sağlık" sistemine geçilmiş, "şehir hastaneleri" gibi bir sisteme yasal düzenlemeler yapılarak geçilmiştir.
Cumhuriyetin Kurucu anlayışının temsilcilerinden Refik Saydam, döneminde şu dört sağlık politikaları öncelenmiştir.
1- Sağlık hizmetlerinin planlanması ve programlanması ile yönetiminin tek elden yürütülmesi,
2- Koruyucu hekimliğin merkezi yönetime, tedavi edici hekimliğin ise yerel yönetimlere bırakılması,
3- Sağlık insan gücü ihtiyacını karşılamak üzere tıp fakültelerinin cazibesinin artırılması, tıp fakültesi mezunlarına mecburi hizmet uygulanması,
4- Sıtma, frengi, trahom, verem, cüzzam gibi bulaşıcı hastalıklarla mücadele programlarının başlatılması.
Bu ilkeler ışığında;
Sağlık hizmetleri, “geniş bölgede tek amaçlı hizmet” / “dikey örgütlenme” modeli ile yürütülmüştür,
Yasal düzenlemelerle, koruyucu hekimlik kavramı geliştirilmiş, yerel yönetimlerin hastane açmaları teşvik edilmiş, her ilçede hükümet tabibi olması hedeflenmiştir,
Nüfusun çok olduğu yerlerden başlayarak 1924’te 150 ve 1936’da 20 ilçe merkezinde muayene ve tedavi evleri açılmış, koruyucu sağlık hizmetlerinde çalışan hekimlerin maaşları artırılmış ancak serbest çalışmaları yasaklanmıştır."
Bu Ülkede "ağzı olan konuşur" da konuştuğunun ne anlam ifade ettiğini çoğu kez maalesef kendisi bile anlamaz.
Birçok kişi kendisine özel şirketlerce sunulan tedavi hizmeti de dahil hizmetlerin, "bedava" olduğunu sunulduğunu sanıyor. Oysa,
Kamu giderleri, yurttaşların ödediği vergiler ile karşılanır.
Vergiler dolaylı şekillerde alındığından halk, kendinin kendine ödediği vergiler ile ağalık yaptığının farkında değildir.
İşte SOSYAL DEVLET ile LİBERAL/PİYASACI DEVLET'in arasında en önemli fark budur; Sosyal Devlet, halkın sağlığını korumak için koruyucu sağlık hizmetlerine öncelik verir.
Liberal Devlet Yönetimler ise, piyasacı bir anlayış ile, güya "rekabet" edilerek daha iki ve kaliteli hizmet sunmayı vaat eder ama, önceliği ise, bu konularda "tedavi edici" sağlık hizmeti satmaktır.
Kamu-Özel Sektör işbirliği ile yapılan hastaneler için devletin yaptığı ödemeler pandemi dönemi bile aksatılmadan yapılırken, yıllardır devletine tüm görevlerine eksiksiz yerine getiren yurttalara aşı da dahil işsiz kalmış yurttaşlara gerektiği gibi yapılması gerekenlerin yapılmadığı da ortadadır.
Vakıf, Dernek gibi yapılar desteklenerek yurttaşlara verilen hizmetler onlar üzerinden verilmeye başlanması son derece tehlikelidir. Bu tür olaylar, Yurttaşların Devlete güvenini sarar.
Bu ise, ulusal birlikten tutun, sosyal güvenliğe, hatta yurt savunmasına kadar gidebilecek bir ayrışmanın fitilini ateşler.
O yüzden, yurttaşında şapkasını önüne koyup bir, devleti yöneten ve yönetecek olanlarında iki kere düşünmesinde yarar vardır.