Bugün
günlerden Pazar, hem de şafaktan önce.
Gün güzel olsun diye dilek mi tutsam ne yapsam derken, sonra Nazım
Hikmet'in 1938'de, Ankara Askeri, Sivil Cezaevlerinde dolaştırılır iken
yazdığı:
"Bugün pazar./ Bugün beni ilk defa
güneşe çıkardılar./ Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün/ bu kadar benden uzak/
bu kadar mavi/ bu kadar geniş olduğuna şaşarak/ kımıldamadan durdum" dizeleri geldi aklıma.
Sonra düşündüm. Nazım, neden böyle der ki,
diye.
Evet Yıllardan 1938, günlerden de
Pazardır. Nazım Hikmet, Ankara Merkez
Komutanlığı Cezaevi’ndedir, cebinden çıkardığı küçük bir not defterine, kalemi
ile yukarıdaki dizeleri yazar.
Peki, ne olmuştur da, Nazım Hikmet cezaevine konulmuştur?
Yıllardan 1937, yer İstanbul İpek Sineması
önüdür. Nâzım Hikmet'in bu CEZAEVİ serüveni, yanına gelen bir Harp Okulu
öğrencisi ile başlar. Askeri Mahkemedeki
ifadesinde:
"Bu genç beni sinema holünde görüp, yanıma geldi. Kuleli'den beri yazılarımı okuduğunu, bana hayran olduğunu söyledi. (...) Okuldaki arkadaşlarının da beni sevdiklerini söyledi. O sırada ben bir davadan beraat ederek tahliye edilmiştim. Onu da gazetelerde okumuş olacak ki bana, 'Geçmiş olsun,' dedi. Teşekkür ettim, başımdan savmak için, 'Hadi sana güle güle, içerde işim var,' dedim. Gitmedi, bana, 'Nâzım Bey, ben polis filan değilim,' dedi. 'Sizin fikirlerinizi beğeniyorum, daha etraflı öğrenmek istiyorum, yararlanmak için...' Bu konuşmadan daha çok şüphelendim, holden ayrıldım, içeri girince polis müdüriyetine telefon ederek, resmi askeri elbise giydirip polisleri peşime düşürmemelerini söyledim. Benim bütün çalışmam ortada, herkesin gözü önünde", der.
Adı Ömer Deniz olan bu Harp Okulu öğrencisi dört ay kadar sonra, 3 Aralık 1937'de, bir Şeker Bayramı öncesi, bu kez de Nâzım ile Piraye'nin kaldığı eve gelir ama Nazımlar evde değildiler.
Ailenin yaşlı emektar kadını, Nazımların
evde olmadığını söyleyip kapıyı kapatmak isteyince, Ömer Deniz içeri girip
beklemek ister. Daha sonra da, içeride ki bir sandalyeye oturup Nazım'a not
yazmaya hazırlanırken, Nâzım ile Eşi Piraye eve gelirler.
Nazım'ın Cezaevi öyküsü böyle başlar.
Suçlama da:
'Köylü erata cumhuriyetten sonra komünizmi
öğretin,' dediği iddiasıdır. Ömer Deniz de mahkemede, Nazım'ın böyle bir şey
söylemediğimi kerelerce söylese de,
sonuç değişmez.
Savunmasında, "... ... hakikat
ikimizin de dediği gibidir. Hapishanede 67 gündür haksız yere ve delili olmayan
ağır bir ithamla yatmanın azabı içindeyim. Ben Cumhuriyetin, Mustafa Kemal'in
Türkiye'ye getirdiklerinin ne büyük hizmetler olduğunun idraki içindeyim.
Komünist olmam, Mustafa Kemal Paşaya saygı duymama, Anayasa'daki altı umdeye
sahip çıkmama mani değildir ve neşriyatım bunun delilidir" der.
Ah be Nazım, nerelerden, nerelere getirdin
beni.
Bugün Pazar idi ve yazımın öyküsü de
"Bugün pazar./ Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar..... " ile
başlamıştı.
Dün, Partimin Antalya İl Danışma Kurulu
Toplantısı’na yapılmıştı. Toplantıya katılan arkadaşlarımla, konuşanlar ve
konuşmaları ile ilgili sohbet ettik. "Garp Cephesinde" değişen bir
şey yoktu.
Nazım'ın mahkemede ki şu sözleri aklıma
geldi. İçim "cızz etti"!..
Bazı zamanlar, bazılarına, bazı şeyleri
anlatmak pek olası olmuyor demek ki. Nazım’ın ki gibi, anlatmak gerek, o da
anlatıyordu.
"Aradan ne kadar geçti hatırlamıyorum.
Şeker Bayramı geliyordu, çocuklarımıza ve büyüklerimize hediye almak için
eşimle çarşıya çıkmıştık. Dönüşte kapı açılıp da aynı genci evimizin girişinde
oturuyor görünce tepem attı. Polis evimize kadar girdi, diye düşündüm. Kendi
kendime, 'Ne bulacaktı yani?' dedim. O genç ayakta bana yaklaştı, kendisinin ve
arkadaşlarının düşüncelerinden ve bana olan bağlılıklarından filan söz etti.
Ben evime hile ile girdiğini söyleyerek onu azarladım, yer de göstermedim. 'Ne
istiyorsun?' dedim. 'Subay çıkınca erata ne öğretelim?' diye sordu.
'Anayasadaki altı umdeyi öğretirsiniz,' dedim."
Evet Anayasa’daki "Altı Umde" ve
CHP'nin "Altı Oku".
Siyasetin, bir telaşıdır gidiyor. Seçimlerin
ayak sesleri de gelmeye başladı. Milletvekili olacaklarda bir heves ki sormayın
gitsin. Toplantılar, ziyaretler, fotoğraflar, selamlar falan filan.
"ALTI UMDE" mi, orasını sormayın.
"Cısss!.."
Orası, oy vereceklerin adresi de,
alacakları bilemem.
Düşünüyorum da, bu memlekette Nazım'dan bu
yana değişen bir şey yok.
Altı Umde de, Altı Ok da, kimsenin umurunda
değil.
Salak mıyım neyim, düşündükçe aklıma neler
geliyor öyle.
Lewis Carroll'un, "Alice Harikalar
Diyarında" adlı yapıtında ettiği söz geliverdi aklıma:
"Nereye gideceğini bilmiyorsan, hangi
yoldan gittiğinin hiçbir önemi yok." dediği.
Süreç çok önemli, CHP Genel Başkanı ve birçok
partili, hatta ittifak partilileri o kadar çabalıyorlar sahada da, meydanlarda
da.
Sonunda "Nereye gideceğini
bilmeyen" bir yığın insanı seçecek isek, "hangi yoldan gittiğinin
hiçbir önemi olmayacak ki!.."
Bilmem bu kaçıncı kez ama şaplaktan
"kızaracak" ense de kalmadı.
FARKINDA MISINIZ!..