Montesquieu (1689-1755) , "Bir
ülkede yalakalığın getirisi, dürüstlüğün getirisinden daha fazla ise o ülke
batar." Yetmemiş, “HER TOPLUM, LAYIK OLDUĞU ŞEKİLDE YÖNETİLİR” diyeli
neredeyse 350 yıl olmuş ama bizim ülkede değişen bir şey yok gibi.
Evrende var olan her şeyin bir dengesi
vardır. O dengeyi bozdunuz mu, herşeyin biri birinin içine girmesine,
karmaşasına da şaşmamanız gerekir. Çünkü, dengenin oluşması yıllar alırken,
bozulması ise anlıktır.
Atatürk Cumhuriyeti’nin dengesi, yıllar
içerisinde bozulmaya başlamış, en sonun 24 Ocak 1980 kararları ve 12 Eylül 1980
Askeri Darbesi ile de duvara toslatmıştır.
Darbe yapılan Hükümetin Başbakanı (S.Demirel)
siyaseten yasaklanırken, hükümetin "kuvvetli albayı", Başbakanlık
Müsteşarı Turgut Özal, sütten çıkmış ak kaşık gibi, önce darbe hükümetinin
Başbakan Yardımcısı, sonrada kurduğu parti iktidar olunca önce Başbakan,
sonrada Cumhurbaşkanı olmuştur. Ya da yapılmıştır!
Darbe Hükümeti siyasilere getirdiği
yasak ile Demirel, Ecevit, Erbakan, Türkeş siyasi yasaklanmışlar;
Ülkenin tapu senedi sayılan Lozan Barış
Antlaşması’nın Baş görüşmecisi, Ülkenin Başbakanlığı’nı, Cumhurbaşkanlığı’nı
yapmış İsmet İnönü'nün bilim insanı oğlu Prof. Dr. Erdal İnönü bile siyasetten
uzak tutulmaya çalışılmıştır.
Anlayacağınız, "Taşları
bağlamışlar, itleri başıboş bırakmışlar".
Ülke ekonomisi derin bir ekonomik krizin
pençesinde, Türk Lirası her şeyin fiyatını belirleyen Dolar karşısında pul
olurken, halkın alım gücü düşmüş ve işsizlik almış başını gitmiştir.
Bir gün gaz bulunur, diğer gün komşular
kurtarılır, ertesi gün depremin sorunları değil magazini tartışılır, televizyon
ve muktedirlerin gazeteleri pembe rüyaları gazlarken, elbette siyasilerin
gözlükleri de pembe olacaktır.
Halk siyasilere meftun(tutkun),
siyasiler de halka meftun, ekonomi de zaten tıkırında (!?), daha ne istenir ki.
Ülkenin hazinesinin başı yok, kimsenin
umurunda değil. Halkın cebi delinmiş, üstte-başta cepken yok. Ama gözlüklerden
sonra, gözlerin doğal lensleri de pespembe olmuş, karınlar açlıktan guruldar,
sırtlar soğuktan titrerken.
Güneyde bir ucundan diğer ucu 275 km,
yarım günde (6,5 saat) gidilen turizm/tarım şehrinin yerel yöneticisi COVID-19
hastası olmuş can derdinde, ama halk da siyasiler ve yöneticiler de günü
kurtarma, magazin derdindeler.
Yok Başkan tarhana çorbası mı içti,
mercimek mi?
İnsaf ya, Başkan'ın akciğerlerinde sorun var, makine
desteği ile nefes alıp-veriyor, gırtlağından açılan delik de bekleniyor. Yaşam
savaşı veriyor. Doktorları ve sağlık çalışanları çırpınıyor.
Halkından, partilisine, gazetecisinden,
magazincisine neredeyse pembe dizi yazacak ve yapacaklar. İnsaf ya.
Bunu iyi niyetle izahı mümkün değildir.
Hani derler ya, "Koyun can derdinde, kasap et derdinde". Daha ne
diyeyim ya.
Baylar, bayanlar Değerli Başkan da
iyileşir, ülke ekonomisi, işsizliği de halledilir, sorun değil. Ama sorun
sizlerin ne zamandır, bu dünya ile bağınızın koptuğu, bu dünyanın dışında
yaşadığınızdır.
Laf uzar ama olsun, bir fıkra ile
bitireyim.
Köyde ilkokulunu bitiren oğlunun
geleceği için kaygılanan çoban, oğlunun da kendisi gibi olmasın diye oğlunu
kasabaya yatılı okul sınavına götürecektir.
Kasabayı bilen hısım, akraba ile
konuşulur ve "sabah erkenden namaz vakti yola çıkılır ise oğlan sınava
yetişir" denilir.
İyi de köyde saat yok, evde köyün
dışında okunan ezan oralardan duyulmaz. Oğlanın anası "ben her sabah 'ayak
yoluna' giderim, o zaman sizi uyandırırım" der ve yatarlar.
Gecenin bir vakti, kadın ayak yoluna
gider, işini bitirir, oğlu ve kocasını da uyandırıp yola hazırlar.
Kasabaya şafak vakti varacaklar, camide
ellerini yüzlerini yıkayıp, sabahçı kahvesinde de simit çay kahvaltı
yapacaklardır.
Kasabaya varırlar ki, caminin ışıkları
sönük, yüzlerini yıkayacakları şadırvan karanlık, hadi neyse;
sabahçı kahvesine varırlar ama orada da
simitler gelmemiş, çaylar bayat ve herkes masaların üstüne başlarını dayamış
uyuyor.
Oğlan da dayanamaz beklemeye, o da
uyuklar.
Babasına, "Baba, hani kasabaya
varınca sabahçı kahvesinde sıcak simit yiyip, çay içecektir" der, uykulu
gözlerle.
Oğlunun haline üzülen baba, çaresizdir:
"Oğlum, Anının bilmem neyinde saat
olur olur ise bu iş böyle olur" der. Sahiden ya lafın tamamı kime söylenir
ya da siz, hangi vakit yola çıkacaksınız?