Malum ortalık corona
denilen bir virüsten kırılıyor. Ülkemiz ve dünya bu korkunç mikroskobik tek
hücreliye odaklanmış
vaziyette. Varsa -yoksa Corona.. kuşkusuz ciddiye alınması gereken bir durum
var, ama kahrolası
siyaset ve onun aktörleri hala olayı kendilerine prim yaptıracak argümanların
peşinde. Ülkenin tüm
hayati gündemi, kısaca güme gitmiş gibi.. kimse ne İdlip diyor, ne ekonomide
çatırdamayı sorguluyor,
ne Kanal İstanbul denilen ucubeyi dile getiriyor.
Neyse biz kendi
konularımıza bakalım.
Geçen hafta bu ilde
siyaset seviyesi çok tartışmalı politik bir transfer oldu, İyi Partiden vekil
seçilmiş
bir hanım, hiçbir
geçerli açıklama yapmadan iktidar partisine geçti. Siyasetçilerin bulundukları
partiyi
terk etmek gibi bir
hakları var, ancak bu partinin görüş ve sloganları ile siyasi mevkilere gelmiş
birinin
(Milletvekilliği,
belediye başkanlığı, gibi)parti değiştirme işini basit bir taşınma gibi
görmeyip, dönüp
halka bir açıklama
yapması siyasi ahlakın gereğidir. Ama vekil seçildiği güne kadar nerede, ne işe
yaramış, niye durduk
yerde listelerde seçilen bir yere konmuş ,onu da söz konusu hanımı vekilliğe
öneren isimler düşünsün.
Ben askeri tarih
meraklısıyım. Dört kitabım çıktı.. öteden beri hep Kurtuluş savaşımız ve
özellikle
Çanakkale’yi doğru dürüst
anlatan bir filme denk gelememenin sancısı içindeyimdir. Çok şükür Ziya
Öztan diye rejisör gibi
bir rejisör ve Rutkay Aziz gibi muhteşem bir aktör, ‘Kurtuluş’ ve ‘Cumhuriyet’
dizileri ile konunun bir
tarafını layıkıyla yerine getirdiler. Ama Çanakkale hep öksüz kaldı, Çanakkale
dediğim, Büyük
Savaş(1914-1918) da ki ünlü Çanakkale seferi muharebeleri… Dünya tarihinde
bazen
‘Devler ülkesinde
Devlerin savaşı’ diye ifade edilen o kanlı savaşın kanlı günleri.. Çocukluğumun
bir
bölümü Gelibolu da
geçti, ne zaman Çanakkale seferinin geçtiği yerlere gitsem burnum sızlar,
gözlerim dolar. Yazımıza
başlık olan sefalet kelimesi de şimdi anlatacağım hikayeden kaynaklanıyor.
Birileri, Çanakkale 1915
diye bir savaş filmi çekmiş, ya da çektiğini sanmış.. İslamcılarla Kemalistler
arasında gidip gelen
yüzeysel diyaloglar, artık 13 yaşında ki çocukların bile bilgisayar ekranında
canlandırabilecekleri
gülünç savaş sahneleri. ‘Brave heart’ filminden araklanmış bir fon müziği.
Sırasıyla gidelim:
Tarihe mal olmuş
savaşlar sinemaya konu edilirken, belgesel gibi bir film yapacaksın, yani
savaşın
önemli simalarının
gelmişi geçmişi ve akıbetleri hakkında bilgi vereceksin. Savaş sırasında
yaşadıkları
ve tarihe geçmiş
hataları -sevapları- günahlarını irdeleyeceksin.
Savaşın kaderini
değiştiren anları, olayları olabildiğince tarafsız aktaracaksın. Gerçek bir
belgesel de
kahramanlar her iki
tarafta da olur. Yalnız bizimkilerde olmaz.
Her Türk askerini kaytan
bıyık boynunda üçgen dua kitapçığı ile resm edersen hatalı olur.
Arkadaş size göre cennet
mekan Mustafa Kemal nerdeyse yatağa bile başında ki Enveriye ile girecek.,
o rolü oynayan adamı
Mustafa Kemal’e fiziken benzetmek yetmez ki hani o adamın karakteri.. bakın
Rutkay Aziz’e biraz
öğrenin… Rutkay bey rahmetli gazi paşamıza hiç benzemiyor, mesela sesi davudi,
paşamızın sesi öyle
değilmiş, kalıbı kıyafeti ondan daha iri yarı ama adam bir Mustafa Kemal oldu,
hani orijinali Anıt
Kabirden kalksa gelip alnından öper.
Seyit onbaşı, o mermiyi
büyük bir imanla kaldırmış, iyi-hoş da… o kadar abartılı oynatmaya ne gerek
var adam mermiyi sırtına
yüklüyor, yürüyor da yürüyor, yanındakiler öyle aval-aval bakışıyorlar, seyirci
de soruyor haliyle bunlar niye yardım etmiyorlar diye.(Çünkü seyirci filmi
yapanlar gibi idrak
özürlü değil) Üstelik
senaryoya göre üç kere mermi taşıyor üçünde de aynı mal duruş…