Güne güzel başlamak, mutlu olmak, bunun sonucunda da başarılı olmak güzel bir şeydir.

Bunu istemeyen kişi olabilir mi? Sanmam!..

Son zamanlarda yaşamında bir öyküsü olan, bu öykünün başarıları ile yaşamlarını düzgün bir kulvara oturtan, hatta ahalinin söylemi ile "tuzu kuru" olan kişilerin bile bir umutsuzluk yaşadığını, önlerini görmede sıkıntı çektiklerini görüyorum.

Süreç yönetmiş, deneyim kazanmış, başarı öyküleri olan, kimsenin de bütün bunlara diyecek kötü bir sözü ve tavrı yokken, bu insanların kendilerini, yalnız hissetmelerinin sebebi ne olabilir ki?

Kişisel olarak gelecek kaygıları yokken, toplumsal olarak ve ülkeleri için genel bir kaygı taşımalarının sebebini, hiç düşündünüz mü?

Her şeye karşın umutsuz olmamak için çırpınırlar iken, çırpınışlarına siyasi ve toplumsal duyarsızlığa ne demeli ki!

Günümüz dünyasında toplumsal sorunlar, siyaset ile çözümlenir. Çünkü siyaset, kitlesel bir eylem ve süreçtir.

Hal böyle iken, uzun yıllardır yaşanan sorunların çözülememesi ya da bunlara gerçekçi, toplumsal ve kitlesel ön kabulü olan, olacak olan bir çözüm yolu önerilememesinin sebebi ne olabilir ki?

Siyaset, ideoloji ile yapılır.

Özellikle 1980'den sonra, "ideoloji tu kakadır" siyaseti de bir ideolojidir. Her ne kadar ideoloji de, bu olumsuz ve kötü tanımlamadan nasibini almış olsa da, çok farklı tanımlar yapılsa da, ideoloji ile ilgili en akılcı tanımlar şöyledir:

"İdeoloji, belirli bir toplumsal grup ya da sınıfa ait fikirler kümesi" ve yönetim süreçlerine bilimsel bakmayı sağlayan bir dünya görüşüdür.

O yüzden, "İdeolojilerin" tu kaka yapılması doğru değildir.

Yönetimin üst akılları bunun farkında olup, kitleleri kendi oltalarına kolay takılmaları, yönlerini karıştırmaları için ideoloji yok saymak işlerine gelmektedir.

İşin kötüsü, eğitimsizlik, bilgisizlik ve bilinçsizlik de bunun değirmenine su taşımaktadır.

Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunda bir ideoloji vardır.

Bunun adı ister "Atatürkçülük", ister "Kemalizm", ister "çağdaşlaşma" olsa da; bütün bunlar dönemin kurcu partisi CHP'ye, Devletin Anayasasına ve kurumsal yapısına da yansımış;

İtiraz edilemeyecek "anti-emperyalist" bir dünya görüşüdür.

Özellikle ikinci dünya savaşından sonra, 4-11 Şubat 1945 yılında ABD Başkanı Franklin Roosevelt, İngiltere Başbakanı Winston Churchill ve Sovyet lideri Joseph Stalin, Yalta (Kırım)'da bir araya gelerek gerçekleştirdikleri "Yalta Konferansı" ile, dünyayı iki kutuplu yapılmış ve pay edilmiştir.

Bu, hem kapitalist, hem de sosyalist dünya için bir ideolojik tavırdır.

Kapitalizmin emperyalist aşamaya geçmesi ile sosyalist sistem bu saldırılara dayanamayıp yıkılmış ve dünya tek kutuplu yapılarak, "ideolojiler" de tu kaka yapılıp, yok sayılmıştır.

Kapitalist sistem, her şeyi özgürlük sayıp, "bırakınız yapsınlar, bırakınız etsinler" diyerek, "Liberal" ideoloji, sermayenin dünya görüşü yapmıştır.

İşte bütün dünya ülkeleri gibi, ülkemizin de savrulduğu, insanların mutsuz ve kaygılı olduğu bu dönem, dünyanın kapitalist ekonomik sisteminin yeni bir üretim biçimine geçiş sürecinin sonucu olacaktır.

Ülke ekonomileri güç kaybedecek, liberal ekonomik sistem şekil değiştirecek ve Kamu yeniden öne geçecektir.

Devletler, yeniden birçok alanda ön plana çıkacaktır.

Bu ise, SOSYAL DEVLETİN yeniden gözde olması demektir.

Ülkemizde de sol, sosyal demokrat ve sosyalist partilerin bu farkındalığı topluma nasıl yansıtacaklarını göreceğiz.

Atatürk'ün 1920'ler de kurduğu Türkiye Cumhuriyetinde CHP, 1927'de cumhuriyetçilik, halkçılık, laiklik ve milliyetçilik olarak tanımlanan dört ilkeye sahip çıkarken, 10-18 Mayıs 1931 tarihlerindeki üçüncü parti kurultayında DEVLETÇİLİK ve DEVRİMCİLİK ilkelerini benimsemiştir.

TBMM'de, 5 Şubat 1937’de yapılan Anayasa değişikliği ile devletin temel nitelikleri;

Türkiye Cumhuriyeti: “Cumhuriyetçi, Milliyetçi, Halkçı, Devletçi, Laik ve İnkılapçıdır” denilerek tanımlanmıştır.

2023'e girilir iken, TC. Yurttaşları bunun farkında mıdır acaba?

Bir zamanların mutlu insanlar ülkesi Türkiye Cumhuriyetinin başarı sebebinin bu olduğunu, başka anlatanlar, olur mu ki?