2000’lerin başında İtalya da bir iş adamı ile
konuşuyordum, o zamanlar Türkiye töre cinayetleri nedeniyle epey kınanıyordu.
Adama
dedim ki:
‘Yahu siz İtalyanlar da az belalı değildiniz,
hele Sicilyalılar, töre cinayetleri konusunda siciliniz epey kalabalıktı. Ne
oldu da birden yırttınız!’
‘Tam olarak üstesinden gelmiş sayılmayız, hala
ciddi bir sorun olduğunu kabul etmek gerek. Ancak bizim töre cinayetlerinde de ailemizden
bir kadın tasalluta uğradı veya benzeri bir durum, biz onu yapanı haklarız,
mağdureyi değil!’
Hımm.
1980’lerin
başında Almanya’daydım. Bir dava hiç aklımdan çıkmaz; Marianne Bachmeier
davası.
Aradan çok
uzun zaman geçti ama hatırladıklarımı aktarayım:
Bu
Marianne denilen kadın talihli biri değil, anne-babası erken yaşlarda ayrılmış
bu da kendi yolunu çizmeye çalışmış. E
zaman kötü, kızcağız 16’sında ilk çocuğuna, 18’inde ikincisine gebe kalmış
arada bir de tecavüze uğramış. Vaziyet berbat. Düşünün bütün bunlar 60’ların
sonu falan gibi oluyor, o günkü dünya ahlak anlayışı falan.
Kadının
ruh hali hiç de iyi olmasa gerek.
Neyse bir
barda barmenlik yapıyor, zamanla barın işletmecisi gibi oluyor ama durum öyle
parlak değil, sabahın körüne kadar çalışıyor, öğlene kadar uyuyor. Ve bu arada
bir çocuk daha doğuruyor. Onun da babası belli değil. Ama bu küçük kız çocuğu
dünyalar tatlısı bir şey. Adı ANNA.
Marianne diğer iki çocuğunu evlatlık vermek
zorunda kalmış, ama bu üçüncüyü vermiyor, olabildiğince iyi bir anne olmaya
çalışıyor. Ne var ki dünya zalim. Kadın gene eski çalışma temposunda gecesi
gündüzüne karışmış debelenip duruyor. Kızıyla layıkıyla ilgilenemiyor.
Küçük kız
baba sevgisini zaten hiç tanımıyor anne alakası desen etrafında gördüğü diğer
annelerin ilgisinin kdv s bile değil. Kırgın ve üzgün bir çocuk.
7 yaşında
komşusunun kızıyla oynamak istiyor ama öbür çocuk okulda, bu da mahallede
dolaşırken bir eve giriyor.
Bir müddet
sonra bir karton kutuya tıkılmış vaziyette cesedi bulunuyor.
Şüpheli
daha önce de benzer suçlardan hüküm giymiş bir dallama… Mahkeme başlıyor.
Marianne
davayı elbette takip ediyor.
Aa o da ne
suçlu serseri savunmasında demesin mi
‘kız beni
para vermem için tehdit etti, vermezsem şikayet edeceğini söyledi’
Ulan , kız
daha 7 yaşında..
Arkasından
da ilave ediyor;
‘ben zaten gönüllü takım taklavatımı önceki suçlarımın cezası olarak
söktürmüştüm, hormon tedavisi altındaydı. ‘falan
Adam neredeyse
yırtacak
Marianne
Bachmeier, o gün duruşmaya dolu bir silahla geliyor ve bu tek hücreli yaratığı
delik deşik ediyor. (80 lerin başında resmi kurumlarda güvenlik öyle çok sıkı
değildi, mahkeme salonuna silahı gizlice sokabilirdiniz)
Anında
tutuklanıyor, zaten o da kaçma girişiminde falan bulunmuyor.
Ağzından
ilk çıkan sözler : ‘senin için ANNA!’ olmuştu.
Asıl
diyeceğim şu: Almanya o günlerde bu mesele ile yatıp kalkıyordu, çoğunluk
kadının çok haklı olduğunu savunuyor, çok az sayıda entel-dantel tipler ise
aksini söylüyordu. Ama tartışma çok keskinleşmişti.
Bu kadar
ağır kamu baskısı altında mahkeme savcısı taammüden öldürme cezası
isteyemiyordu. Evet bir cinayet vardı ama ortada bir de sebep vardı.
6 yıl
hapis cezası verildiğinde bile toplum bu konuda hala ayrışıyordu. Kimisi cezayı
çok buluyordu, kimisi az, kimisi de ‘idare eder’ diyordu. Derhal serbest
bırakılmasını isteyenlerin sayısı azımsanmayacak kadar çoktu.
6 yılın
yarısını yattı Marianne. Sonra evlendi sonra boşandı, sonra Nijerya’ya gitti
sonra Sicilya adasında Palermo da bir süre yaşadı. Sonra kanser oldu ve 1996 da
kızı Anna’nın yanında gömüldü.
Nereden geldik buraya yahu. Ha Pınar Gültekin
cinayeti
Ne alaka
ise…