Yıllar yıllar önce, bir dergide okumuştum, bu garip öyküyü.
Bir İspanyol Öğretmen, sırt çantasını alır ve Güney Amerika'da And Dağları- İNKA Harabelerine geziye gider. Her yer ve kullanılan her eşya altından yapılmıştır.
Hatıra olsun diye de, çatal, bıçak, kaşık gibi bir kaç parçayı da çantasına koyar ve ülkesine döner.
Emekli olduktan sonra, gün gelir yoksullaşmaya başlar ve aklına vitrine koyduğu bu altından yapılmış hatıraları satmak gelir ve antikacı -kuyumcuya götürür, satar.
Gereksinimi olur ve zamanla getirdiği bir iki parçayı da satar.
Bunu gören uyanık birileri, emekli öğretmenden, kendilerini de İNKA harabelerine götürmesini isterler. Öğretmen zorla ikna edilir ve bir gemi kiralanır, yola çıkılır; aylar sonra bir sahil kasabasina varılır. Öğretmene daha önce rehberlik yapan yaşlı İnka rehberi de ikna edilerek, sabah erkenden yola çıkılır. İNKA kalıntıları 2500-3000 metre yükseklikte, And Dağlarının tepesindedir. Önde yaşlı yerli rehber, arkasında korsanlar, başlarlar tırmanışa. Bol oksijenli sahilden yükseklere tırmanırken, oksijen azlığı carpmasin diye, dönem dönem mola vermek gerekmektedir. Gel gör ki, gemi yolculuğunda aylarca dinlenmiş korsanlar ise biran önce harabeleri çıkmak isterler ve rehberin mola önerisine karşı çıkarlar. Yaşlı, yerli bilge rehber de onlara, "O kadar hızlı tırmanıyoruz ki, biraz dinlenip, RUHLARIMIZIN BİZE YETİŞMESİNE İZİN VERMELİYİZ" dese de dinleyen olmaz. Tepeye çıkarlar ve yaşlı rehberin şaşkın ve üzgün bakışları umurlarında olmayıp, ne var ne yok ise torbalarına doldurup dönerler. Koskocaman bir yaz geçti. Ülkede sessiz, sakin, neredeyse huzurlu bir gün geçmedi.
Neyse, hemen dertlenmeyeyim.
Bir gönüllü gurup öğrencilere burs sağlamak için, bir tiyatrodan bilet almışlar, ben de onlara destek için bir kaç bilet aldım. (yaban ellerde öğrencilerin neler çektiğini, bir zamanlar Ankara'da Antalyalılar Derneği Başkanlığı yaptığından çok iyi bilirim.) Kalabalık bir grup olarak, bir zamanların EMEKLİ SANDIĞI'NIN mülkü olan Ankara ÇAĞDAŞ SAHNEYE, yeni adı ile ŞİNASİ Sahnesine gittik. Evet ya bir zamanlar, hani şu dedelerinizin, babalarınızın emekli keseneklerinden biriken paralar ile emek emek yapılan binalardan, ATATÜRK Bulvarı üstünde, AKÜN SİNEMASI ve arkası Tunus Caddesinde de Çağdaş Sahne vardı. Halkımızın, DİNDAR ve KİNDAR NESİL yetiştirmek üzere seçtikleri bir iktidar gelmişti 2000'li yıllarda, MİLENYUM ÇAĞINDA Türkiye'ye. O güzelim koca bina satılmış. Kime mi? Bilmiyorum. Satış için kira garantisi de verilmiştır, belki de Bertolt Brecht’in KÜÇÜK BURJUVA DÜĞÜNÜ adlı tek perdelik oyundu.. Allah için, Devlet Tiyatroları her zaman muhteşem oyunlar sergilemese de, muhteşem sahne dekoru hazırlarlar. Oyun, boylu boyuna hazırlanan koca bir yemek masasının etrafında geçiyordu ama ne oyunlar vardı ne oyunlar, oyun içinde. Kim damat, kim gelin, kim kimin neyi, kim kimi nerede becerecek, masanın altında bacaklar bile rol kesti(!..) Allah'ıma.
Oyunu çok beğendim. Tabi böyle bir oyuna izin verenleri, oyuncularını ve tabiki bilet alanlarını da
Tiyatro çıkışı, içime bir sıkıntı çöktü; vakit de çok geç ama olsun, Atatürk Bulvarına çıktım ve boylu boyunca yürümek istedim.
Az yukarıda benim de yedi yılımın geçtiği, ATATÜRK'ÜN, İNÖNÜ'NÜN, BAYAR'IN Cumhurbaşkanlığı yaptığı ÇANKAYA KÖŞKÜ Yerleşkesi vardı. Ben, inişine gideyim dedim ve Kızılay'a doğru yürüdüm.
Evet, satılan Emekli Sandığı Binasındaki bir zamanların Akün Sineması, Akün Sahnesi olmuş. Az yukarısında SSK'nın Misafirhanesi vardı ve tamir oluyordu, o da satılmış, OTEL oluyordu.
Neyse, aşağı doğru yürüdüm. SGK İl Müdürlüğü, TÜBİTAK Binaları yerlerinde duruyordu, bir "ohhh dedim!.."
Sonra Celal Bayar Köşkü, mütevazi tek katlı bina olarak direniyordu. Vakıfbank kimin elinde, ne durumdadır; son durumunu bilmiyorum ama binaları yerlerinde. Bankalar, hastaneler derken, bir kez daha içim "cızzzzz etti'.." MİLENYUM Çağına (2000'ler) kadar Emekli Sandığı BÜYÜK OTELİ olan koca bina da satılmıştı. Önce Rİ....OS'tu, şimdi de "Grand Ankara Hotel & Convention" olmuş.
Yürüdüm sağlı sollu ufak tefek değişikler ile bulvar aynı, taaa solunda TBMM binaları, onun önünde Atatürk Bulvarı ile buluşan İNÖNÜ BULVARI. Allahtan isimleri ayını kalmış.
Akay Caddesi ile Atatürk Bulvarı'nın kesiştiği yerde, Orman Bakanlığının bir anıt binası vardı, o da TBMM'nin ek binası olmuş, bir "oohhh!.." daha çekip, rahatladım.
Yolun Çankaya'dan, Kızılay- Ulus yönünde solda İçişleri, Çevre, MEB Bakanlıkları yerli yerinde ve YARGITAY'IN eski anıt binası Adalet Bakanlığı ek binası olmuştu.
Atatürk Bulvarı ile, Gazi Mustafa Kemal (GMK) Bulvarlarının kesiştiği köşede, yine bir EMEK İŞ HANI vardı. Altında GİMA market, Postanesi, terasında da SET KAFETERYA. O iş merkezi de "satılmış!.." gerçekten satılmış bunlar ya!. Şaka değil. Daha ileriye gitmeye yüreğim el vermedi. Yolun çaprazında ki eski KIZILAY Binasının yerinde. bir AVM vardı. Yapan firma bir bölümünü de Kızılay'a/Kurum'a vermiş Milenyum başlamadan önce?!.. Orada oturdum bir Salep içip, dolmuşa binip eve gittim.
GÜNÜMÜZ TÜRKİYESİ gibi, "Küçük Burjuva Düğünü" oyununda kimin eli, kimin cebinde belli değil.
Ne tesadüf ya, ben düşünmeye başladım da, keşke azıcık da "Dindar ve Kindar Nesil Yetiştirmek" için uğraşan, oy verenler de bu manzara karşısında azıcık düşünürler mi?,
Yoksa, binbir emekler ile kazanılan Cumhuriyetin mal, mülk, siyasi, yönetsel kazanımlarının, birer birer EHL-İ NAMUS yurttaşlarıımızın teveccühleri ve Sevgili Amerikamızın şefkatleri ile varlığını sürdüren iktidarların sayesinde yok olmalarına, yeni bir İSLAMİ BURJUVA yaratma sevdası hevesi ile bu günleri de mi ararız, hep birlikte, kim bilir!.. Olanlara, yaşananlara üzüntümden midir nedir, bilmiyorum ama UYUMUŞ KALMIŞIM!... Gece rüyamda, "Neler oluyor oralarda" diyerek, dürtüp uyandıran ATAMIN , ATATÜRKÜMÜN sesine kadar!..