İnsanları korkutan diktatörler tarih boyunca aslında
kendileri korkmuştur. Ancak ihmal ettikleri bir şey var; o korkan insanlar
tarihin en gaddar zulümlerinin yaratıcısı olmuşlardır. Bakınız Fransız devrimi
(1789) ve Rusya devrimi (1917 ve İtalyan diktatörü sinyor Mussoloni (1943)…
Oysa bu devrimlere giden yol zaten kanlı ve zalim idi.
Fransa da iktidara sahip olan kral ve ahalisi bu yetkinin Tanrıdan geldiğini
ileri sürecek kadar gafildiler. Ama adam, bu tanrısal yetkinin bedelini pahalıya
ödeyecekti. E, madem bu kadar sonsuz yetki Tanrıdan gelmişti, neden kral
giyotinde kelleyi kaptırmıştı. Sovyet
devriminden önce Çar efendiye ‘ Halka güven verin!’ tavsiyelerini ‘Aa ben neden
onlara güven verecekmişim, asıl onlar bana güven versinler!’ diyen Nikolas ise
ailesiyle birlikte korkunç bir suikast sonucu çoluk çocuk vahşice katledilmişlerdi.
Çaplı liderler, kontrol ettikleri insanları kendisi korktuğu
için korkutmaz onlara cesaretiyle örnek olur.
Güncel bir örnek verelim: malum İstanbul da Boğaziçi
üniversitesinde gençler kimsenin burnunu kanatmayan sevimli bir protesto
gösterisi yapıyorlar, bir ikisi de gözaltına alınmış, o rektör ortaya çıkıp da;
‘ o çocuklar benim sorumluluğumda serbest kalmalarını talep ediyorum, mesele
onlarla benim aramda, üniversiteye ait her sorun benim fiilen içinde olduğum
bir süreçte çözülmeli!’ deseydi.. Sizce sonuç ne olurdu.
Hani demem o ki ‘Sıra
size de gelecek’ tarzı açıklamalar doğru değil.
Şu örneği verelim ve bu konuyu kapatalım: Malum Adnan
Menderes iktidarın son günlerinde Ankara da gençlerin yoğun bir şekilde katıldığı protestolarla
eleştiriliyor. Gösterilerin merkezi Kızılay meydanı, hikayesi uzun da biz kısa
tutalım. Adnan bey, göstericilerin arasına girip onları ikna etmeye çalışıyor,
itiş kakış sırasında sözlerinin dinlenmediğini görüyor, dimdik ayakta göğsünü
işaret ederek; ‘o zaman beni vurun!’ diyor. Kimse daha fazla haddini aşmıyor.
Bugün hala, Menderesi sevmeyenler bile bu anısı önünde saygı ile eğilir.
Dur hızımı alamadım, bir örnek daha vereyim Napolyon Bonapart neden yaşarken bir efsane haline geldi? 1814 de savaşı kaybeden imparator, Elbe Adası’na sürgün edilmişti, 1815 senesinin ülkesinde huzursuzluğun haberini alan adam, geri dönmeyi planlayacaktı..
Döndü de,
Üstelik halkın
nabzını iyi ölçmek için kendisine yakın bir bölgeden değil, muhalif bir yerden
karaya çıkmıştı. O günlerde anti-Napolyon güçler azımsanacak sayıda değildi.
18. Louis, orduyu topladığı gibi bir
avuç adamıyla Fransa’ya geri dönüp iktidarına diklenen bu adama haddini
bildirmek için üstüne gönderdi. Napolyon, bu askerlerle bir yerde karşı karşıya
gelecekti, kendi adamları sayıca çok azdı, İmparator, kendi askerlerinin
silahlarını aşağı doğrulatarak tek başına karşısına dikilen askerlerin üstüne
yürümeye başlamıştı. Askerler ateş açmak için emir almıştı. Napolyon o gün
tarih olabilirdi. Olmadı.
İmparator, olmak kolay değildi. Yürek isterdi. Askerlerin
karşısında dikilip şu lafı edecekti:
‘ Askerler , eğer imparatorunuzu vurmak istiyorsanız işte buradayım!’
Onu durdurmaya gelen askerler çığlıklar atarak ona katılacaklardı.