Lafın gelişi derler ya, ben de dün entelektüellerin olduğu bir sosyal ortamda
gitarlı, şarkılı bir akşam üstü geçirdim.
Ressam Hanımefendinin İtalyan Müzisyen Eşi, birden kalkıp yakın
marketten de iki poşet dolusu bira ile gelince, ortalık
serinleyiverdi.
Çaylar, pastalar, çerezler derken, birer şişe de bira da olunca,
elden ele dolaşan gitar, dünyanın bütün köşelerini gezdi, dolaştı.
Kâh İtalya'da İkinci Dünya Savaşı sırasında faşizme direnen ve ona
karşı savaşan İtalyan partizanların
söylediği Bella Ciao (Çav bella) söyledi koro, kâh Şenay'dan "Sev
kardeşim".
İspanya'da faşizme karşı kırlarda direnen
devrimci savaşçılara, görmeyen gözleri ve gitarı ile beste
yaparak selam yollayan Joaquin Rodrigo Vidre (RODRİGO) ile Yahudi asıllı
Türk Piyanist eşi Victoria Kamhi'nin piyanosundan çıkan
"Rodrigo'nun Gitar Konçertosu" da unutulmadı. Ruhi Su'lar, Cem
Karaca'lar, İlhan İrem'ler gibi.
Gençliğini 68 kuşağı, 78 kuşağı olarak geçirip, başlarından geçmeyen
kalmamış bu gurup, artık yorgunluktan mı, yılgınlıktan
mı yoksa hala içlerinde bir şeyler yanmasına karşın, biraz da sakin bir
sahil kasabasında ömürlerinin kalanını geçirmek istemelerinden midir, neden
bilemem ama seçilip seçilip gelmişler burlara.
Nezaket, zarafet, yetenek ve entelektüellik. Yılların bütün
yorgunluğuna karşı hiç bitmeyen güzel
bir gelecek umudu.
Orhan Veli'nin "Gün olur alır başımı giderim/ Denizden
yeni çıkmış ağların kokusunda..
...", dizeleri gibi.
Biraz hüzünlü, biraz umut dolu.
Sonra, belki de yaşanan bu yorgunluk ve
verilen mücadelelerin birilerince hoyratça harcanmasından mıdır nedir, herkes
yavaş yavaş KİNİK FELSEFEYE doğru bir yol alıyor ama
yaşanan ekonomik, sosyal, siyasal ve göç/göçmen
sorunlarından mıdır nedir, kaygılarından da kurtulamıyorlar. Düşünenlerin kaygılı,
mutsuz olduğu doğru mu, ne!
Akşam haberinin sonlarına doğru, İngiltere'den bir
haber. Ülkeye, ülke tarihinin en büyük sığınmacı istilası olmuş. Kaç kişi mi, 750.
Bizim sınır kapılarından belki de saatte bu kadar geçiyordur.
Büyük şehir, küçük şehir sahil kasabası
kalmadı. Sokaklar sefil gezen yabancılardan, büyük şehirlerin
merkezlerinde, lüks semtleri ile sahil kasabalarının lüks restoranlarında ise
kalburüstü Afrikalı, Asyalı ve Afrikalıdan geçilmiyor.
Söz edilirse, edenlere teşekkür edip ben de
yinelemek isterim.
Her şey gecekondu oldu, BİNALAR hariç. Eskiden
GECEKONDU MAHALLELERİ bile vardı, gününün surlar ile çevrili REZİDANSLARINA arsa olan.
Tam yazımı yazarken düştü, SON DAKİKA HABERİ: ÖSYM Başkanı Prof. Dr. Bayram Ali
Ersoy, 31 Temmuz 2022 tarihinde yapılan KPSS oturumları iptal edildiğini bildirdi. Yineleme
oturumları ise 6-7 Ağustos 2022 ve 14 Ağustos 2022
tarihlerinde yapılacaktır.
Bu kaçıncı SINAV YOLSUZLUĞU, bu kaçıncı sınav
yinelemesi?
Ülkende işsizlik, yokluk ve yoksulluk hiçbir zaman bu
kadar olmamıştı. Bu güne kadar da halkın hiç bu kadar,
gönüllü kabulü de görülmemişti. Söylenecek söz yok.
Bu sorunların bazıları, oradakileri hiç mi, hiç
ilgilendirmiyordu. Hepsinin torunları bile hayal edilmesi güç işler ve güzel yaşamlar içindeydiler.
Hayat pahalılığı ve zamlar ise, onlar için "el ile gelen
düğün bayram" idi.
Sorunların bazıları kendilerinin sorunu değil, doğrudan kendilerini
ilgilendirmiyor iken, neden olanlardan huzursuz ve mutsuz idiler.
İşte burada KİNİK FELSEFE devreye
giriyor.
Sinoplu Diyojen'in Babası varlıklı bir tüccar iken, bir ticaret
yolsuzluğundan sonra Sinop/Anadolu topraklarından,
Atina'ya sürgün ediliyor, yoksul düşüyorlar.
Diyojen de iyi bir eğitim almış varlıklı bir ailenin
oğlu olarak başlıyor yaşama. Gel gör ki son yaşananlar, onu bambaşka bir yere
sürüklüyor. Filozoflar bu durum için:
“Fakirlik insanı felsefeye iter. Hiçbir şey sahibi olmayan
insan nefsini köreltmeyi öğrenir.”
“Oradan oraya koşuşturan, karanlıktan
korkmayan, hiçbir şey ile ilgilenmeyen bir fare." durumu.
Sorunların üstesinden gelinmese de, zorluklardan farklı bir yol ile
çıkılabileceğinin farkındalığıdır.
Bu düşünce tarzı ve felsefesi ile bulduğu yola Kinik felsefesi
denilir
Lord Byron ise, bilgi arttıkça dünyanın ne denli acı ve kötülük
dolu olduğunun farkındalığından söz eder.
Farkındalığın da artması ile de mutsuzluk, entelektüelliğin kaçınılmaz bir
sonucu olarak ortaya çıkar.
Halk arasında yaygın olarak, "Cehalet, mutluluktur"
diye espriler de yapılır.
Diyojen, her ne kadar kendi kendi sorunlarını aşmak için kinik Felsefe
tarzı düşünüp yaşasa da, gerçekçiliği de göz ardı etmemiştir.
Gündüz vakitleri bile elinde fenerle "Bir adam
arıyorum" diyerek Atina sokaklarında gezmesi; "adam", yani iyi
ve erdemli birini aradığını anlatmak isteğidir.
Sorun, sorunu olmayanların "mutsuzluğu" değil; sorun, sorunu
olanların mutsuzluğu, daha da acısı ise, bundan kendilerinin bile
farkında olmamaları.
Cehalet neden seviliyor, anlaşılıyor mu?