Bazı soruların bırakın sorulmasını, düşünülmesi bile ayıptır. Gel gör ki, az gelişmiş, geri bıraktırılmış, uyutulmuş, .... .... bırakın bu topraklarda bazı soruların  sorulmasının ayıp olmasını, sorulmaması ayıptır artık.

     Olaya "cinsiyetçi" bakış açısı ile bakmanın, ilkellik olduğunu bilirim. Bunun farkında olmam gibi; kadınların da hangi bakış açısı ile olursa olsun, kendilerinin ve hemcinslerinin bazı şeylere malzeme edilip kullanılmasına, ses çıkmamasına da bir anlam veremem.

    Bu kadar karmaşa ve çelişkinin yaşandığı bu topraklarda, bunların nasıl yaşadığına da,  artık şamamayı öğrendim.

   Bilgisizlik muhteşem bir duygu.  Hele üç beş kuruş menfaat sağlayıp, gün de kurtarılıyor ise, oooo "senden iyisi yok", başla dalkavukluğa, saldır sağa sola. Nasıl olsa bu konularda  "ağzı olanın konuştuğu", hiç kimseden de hesap da sorulmadığı ortamda, ne ala!..

    En baştan söyleyeyim, "İKTİDAR OLMUŞLARA", "MUKTEDİRLERE" söyleyecek bir sözüm yok. Hatta onları alınlarından öpüyor ve ayakta alkışlıyorum.  Neden mi?

    Bu kişilerin ve şürekasının bir dertleri vardır, iktidarı ele geçirmek, iktidarın nimetlerinden yararlanmak ve sonrasında da iktidarı kaybetmeden, yola devam etmek. İKTİDARI SÜRDÜRMEK!..

    Çok yerde, genel  ya da yerel iktidar da aynı şeyleri yapıyor; kim ne derse desin, duymuyor ve görmüyor. Ortada bir sorun var da, o da iktidarların ve iktidarda olanların sorunu değil.

   Sorun, bu iktidarları seçenlerin sorunu.  Tabi seçen derken, seçim ve seçtiklerinden nemalananları ayırıyorum.  Üstelik onları da, ayakta alkışlıyorum.  Çünkü, onların da işi bu.  İktidarı elinde bulunduranlar keselerini doldururlarken, onlar da "komşuda pişer, bize düşer" deyip paylarını düşeni alıyor, siz isterseniz "çanak yalıyorlar" deyin.

    Yarın mı, güldürmeyin adamı.  Siz, onların sıradan ve bu yazıyı yazandan daha akılsız olduklarını mı sanıyorsunuz.  Onların hep  bir yarın planları vardır; iktidar mı değişti, saç, sakal, bıyık, örtü, giysi, kullanılan sözcükler, selam verme şekli, selam verilenler, hal hatır sorulanlar, "oooo nerelerdesiniz ya, özlettiniz" muhabbetleri ile, yeni iktidarın da baş köşesinde olurlar.

   Şaka gibi geliyor değil mi?  Düşünce, idealler olarak ömürler verilen siyasi örgütlerinin en tepelerine bir bakın o zaman, ne göreceksiniz. 

    Siz benim dediğime bakmayın, iktidar yakında olursa, ne olur, ne olmaz, sesinizi de çıkarmayın ha. "Eşekten düşenin" tavsiyesi.

     Ne olur, ne olmaz. "Yerin kulağı vardır!"

    Yardakçılar için, "sen kendi derdine yan kardeşim" deyin bana.

    İktidara gelenler de,  profesyonel yalakalar ister. "Gelen ağam giden paşam" düzeni herkesin işine gelir.

   Haa yok efendim sosyallik miş, yok efendim yoksullarmış, halkmış,  geçin bunları, artık ideolojiler ve bilinç ortadan kalktıktan sonra, herkesin sözü kanun, yeter ki güç elinde olsun.

   Yönetsel olarak, genel ve yerel iktidar ile uyum sağlayamayan erkeklere üzüntümü belirteyim. Hep beraber, "kader kurbanlarıyız", yapacak bir şey yok. İyi, başarılı olmak mı, boş bunlar, geçelim.

    Yazının başlığı KADINLARA gelince, baştan söyleyeyim, onlara şaşkınlığımı henüz aşmış değilim.  Olayda bir sorun var da, bu  benim zeka seviyemde mi, yoksa olan garipliklerde mi bilmiyorum.

  Hele hele her gün gördüğüm ve yaşadıklarım ise, şaşkınlığımı zirve yaptırıyor, sonra da kendi halime gülüyorum.

   Öncelikle geleneksel bir toplum yapısından söz etmem gerek.

   Bu topraklarda insanlar, yüzlerce yıldır köylerde, kasabalarda ve şehirlerde yaşarlar. 1980'ler öncesi için "kırsal kesim" ve "şehirler" demek daha doğru; 1980'lerden sonra ise, kırsal kesim ile şehirlerin sınırları daha da belirginleşti. Gecekondulaşma ile başlayan ayrışma süreci ve kırsaldan göçler, özellikle 2000'lerden sonra eğitim, kültür ve yaşam biçimi olarak tam olmasa da, en azından "gecekondudan", apartman dairesine geçiş ile, yeni bir "şehirli" yaşamı ile şekil buldu.

   Geleneksel Anadolu toplumunda köylerde yaşayanlar tarım ve hayvancılık ile geçimlerini sağlarken, evlerin içinde ve köylerin yaşam alanlarında  kadın- erkek diye bir ayrımları yoktur. 

    Tarlaya da, bahçeye de hatta çok önceleri yaylaya da kadın erkek demeden hep birlikte giderlerdi.

    Hoş şimdilerde kadın erkek işe giderken, sabahın köründe, akşamın da karanlığına toplu taşım  araçlarına bineceğiz diye birbirini ezen, binince de kıç kıça dakikalarca evlerine gitmek için yolculuk eden kadınlar ve erkekler ile dolu ortalık.

    Siz bu durumu görmezlikten, anlamazlıktan gelin, sonra da deyin ki, "aman ha saçının telini ... görmesin".  Samimiyet ve edep beyler.

    Tabiki de, bayanlar!..

    Deprem olur, yurtsever insanlar yurttaşlarının derdine derman olmak için olanakları ölçüsünde çırpınır ve aracına atlayıp, yükünü yükleyip deprem bölgelerine, yardım toplama merkezlerine koşarken, ağzı kalabalık saçsız, sakallı bazıları, depremde  yetim kalmış kız çocuklarının derdine düşmüşler. Ayıptır, günahtır yahu.

    Dünyanın 600'leri Arap toplumunun ve yarımadasının şartlar çok farklıdır beyler. Hatta Arap toplumu için CAHİLİYE DÖNEMİ denilir.

   Erkekler savaşlarda ölünce, kadın nüfusu artıyor, yönetenler, toplum sorumluluğu taşıyanlar da, soruna toplumsal bir çözüm üretiyorlar.

    Çok bilinmez ama Türkiye Cumhuriyeti tarihinde de, Kurtuluş Savaşı sonrası, medeni kanuna rağmen ikinci eş konusunda, bazı uygulama istisnaları olmuştur. Buna neden gerek duyuldu diyenlere şu bilgiyi vereyim de anlayan anlar.

   Kurtuluş Savaşından sonra 1935 yılında yapılan nüfus sayımı sonrası ülkede 7.936.770 erkek, 8.221.248’i bayan olmak üzere toplam 16.158.018 kişinin yaşadığı kayıtlara geçirilmiştir.

    İnsanlık tarihine baktığımızda, toplumların bir şekilde inançları ve dinleri hep  olmuştur. İnançlar ve dini inançlar, toplum yaşamı içinde ki gelenek, görenekler ve terbiye ile de iç içe girerek yaşanır olmuştur.

    Arapların Cahiliye devri diye anılan dönemde, kabileler halinde yaşadıkları bilinmektedir.  Erkeklerin çobanlık, tayfa gibi işler için kabilesinden ayrılma imkanı varken, kadınların böyle bir durumu söz konusu değildir. Bu durumda, kadın nüfusunun da fazla olmasından dolayı, yetişkin kızlar ya da kadınlar, ya kendi kabilleri içinde bir erkek ile bir başka kadının üstüne eş olmaktaydı ya da düşmanlıklar olmasın diye kabileler arası bu tür evlilikler teşvik edilmekteydi.

   Ayrıca konuyu çok da dini boyuta taşımanın da bir anlamı da yoktur. İslam Peygamberi dışında yakın çevresinde de üç, dört ve daha fazla kadın ile evliliğin yaygın olduğuna ilişkin kayıtlarda yoktur.

   Gerek cahiliye dönemi Arap kültür ve yaşamı gerekse de kabile yaşamında kadınların toplumsal olarak korunması gerekliliği ile bu tür evlilikler olmuştur, hiç kimse kusura bakmasın ama, kıç kıça toplu taşıma araçlarına binen, caddelerde birbirini sıyırarak yürümek zorunda olan, bireysel özgürlüğü için çalışan, çabalayan hatta savaş veren kadınların, bu sosyal ve ekonomik sorunlarını çözmeden,  deprem sonrası öksüz, yetim ve kimsesiz kalmış kız çocukları ile ilgili yaşananlara ben bir erkek olarak söylenecek söz bulamıyorum.,

   Sanırım KADINLARIN SÖYLEYECEK BİR SÖZÜ OLSA GEREK!..