Büyük felaketten bu yana Zeki Müren’in çok sevilen bir şarkısı aklımdan çıkmıyor. Bilmeyen, dinlemeyen yoktur sanırım. Yine de yazayım sözlerini: Bekledim de gelmedin, sevdiğimi bilmedin/ Gözyaşımı silmedin, hiç mi beni sevmedin/ Söyle söyle/ Hiç mi beni sevmedin / Bir öpücük ver bana, yalvarıyorum sana/ Beni kucaklasana, kollarına alsana/ …..

Göçük altında kurtarılmayı bekleyen insanlarımızı anımsadıkça bu şarkı aklıma geliyor.  Şarkı sanki yardım bekleyen, yardımına koşulacağından kuşku duymayan, ülkelerine sevdalı insanların yakarışlarını, hayal kırıklıkları yansıtıyor. Birilerinin kendilerine kucak açması, kollarına alması için yalvaran depremzedeler anlatılıyor sanki şarkıda. İlgi bekleyen, sevgi bekleyen gözyaşları silinmeyen depremzedeler.  

Büyük felakette çöken binaların altında kalan insanların binlercesi anında uykularında can vermişti. Binlercesi de ayakta kalmayı başarmış,  kurtarılmayı beklemişti, umutla, sabırla.Ankara var gücüyle yurttaşlarının yardımına koşmuştu, yardım elini uzatmıştı depremzedelere. Ne var ki, kurtarılmayı bekleyen insanların binlercesine ulaşılmakta güçlükler, gecikmeler  yaşanmış, insanlar depremden değil soğuktan donarak enkaz altında  can vermişlerdi.  Sınırlı sayıda insan ekiplerin yardımıyla kurtarılabilmişti.

Neden ilk günlerde gecikmeler yaşanmıştı? Neden umutla kurtarılmayı bekleyen insanların çoğuna zamanında ulaşılamamıştı? Gecikmenin nedenlerine ilişkin iktidar ve muhalefet farklı görüşler dile getiriyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, depremden sonraki ilk günlerde sıkıntılar, gecikmeler yaşandığını kabul ediyor. Helallik istiyor. Adıyaman’a yaptığı ziyarette “arzu ettiğimiz etkinlikte çalışma yürütemedik. Hava ve yol koşulları nedeniyle ilk günden gelemedik” demişti. Hatay’a yaptığı ziyarette de, zorlu kış şartların hüküm sürdüğü günlerde sıkıntıların daha da arttığına, yolların hasar görmesi nedeni ile haberleşmenin güçlükle yapılabildiğine işaret etmişti. Yıkılan bina sayısının fazla, arama kurtarma personeli sayısının sınırlı olmasının ekiplerin müdahalesini güçleştirdiğini belirtmişti.

Muhalefet ise gecikmenin temel nedeni olarak Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni gösteriyor. Bu sistemde her şeyin tek adamın kararına bırakılması ve her konuda tek adamın talimatının beklenmesinin müdahalede gecikme nedeni olarak belirtiliyor. Bu görüşü savunanlar ” Türkiye’de otoriter bir tek adam rejimine doğru yönelmiş olmanın sıkıntılarını bu deprem felaketinde birebir gördük. Gecikmeler, her şeyin bir adamın emrine, onayına veya iznine bağlı olması zamana karşı yarışılan bir dönemde sıkıntılara yol açtı. Bu konuda en disiplinli, en örgütlü kurum TSK’nın afet konusunda yardıma çağrılması çok gecikti. 24 saat sonra gelen askeri yardımların canlı kurtarılabilecek birçok insanın yaşamını yitirmesine sebep olduğu görülüyor. Bunların tamamında AFAD öne çıkarılmak istendi. Burada yönetim zaafından, otoriter rejim yaklaşımından ve liyakatsiz yönetimler nedeniyle kayıplarımız korkunç boyutlara ulaştı.” diyorlar.

Gecikme nedenleri neler olursa olsun, göçük altında yardım bekleyen ve yardımın yetişmesi için dualar eden insanların çığlıkları her daim aklımızda kalacak.  Büyük felaketten kurtulanlar günler sonra duydukları hayal kırıklığını, öfkeyi Duygu Demirdağ’ın “YAS EVİ “ adlı belgeselinde dile getirdiler. Belgeselde depremzedelerin “İnsanlar bağıra, bağıra, can çekişe, seslene seslene, yalvara yalvara soğuktan öldüler. İki gün bizi bırakabileceklerini düşünmedik. Herkese şunu söyledim. Biraz dayanın lütfen, gelecekler birazdan, Deprem gecesi gün ışısın herkes gelecek zannettik…” şeklindeki sözlerini insanlar boğazları düğümlenerek izliyorlar. Buna benzer duygu patlamalarını, yakınmaları günlerdir televizyonlarda da izliyoruz, içimiz burkularak. Ağlamaktan sesi kısılan depremzede bir annenin geç gelen kurtarma ekiplerine isyanı unutulur gibi değil: ” Bugün kızımın ölüsünü verdiler bana. İmdat istemiş, soğuktan ölmüş yavrum benim. Niye gelmediniz hiç biriniz?” Ya da internet kesildiğinden babasına sesini duyuramayan Eylül’ün çığlıkları gibi. Nice hayatlarının baharında Eylül’ler, Buse’ler var enkaz altında ulaşamadıklarımız…

Peki gecikme nedenleri derinlemesine ve her yönüyle araştırılacak mı?  Kuşkusuz araştırılmalı.   Depremzedeler, “bekledik de neden zamanında gelmediniz, söyleyin? ” diye haklı bir isyan  içindeler. Bu itibarla muhalefet partileri, krizin neden yönetilemediğinin, müdahalede neden gecikildiğinin yeni mecliste tüm boyutlarıyla araştırılacağını, sorumlulardan hesap sorulacağını seçmenlerine ve depremzedelere vaat etmeliler. Yaşanılan koordinasyon bozukluklarının, organizasyon bozukluklarının, TSK’nın bölgeye zamanında sevk edilememesinin nedenlerinin araştırılacağını, sorumlulardan tepeden tırnağa hesap sorulacağını vaat etmeliler.  Helallik isteyerek dosyanın kapatılamayacağını açıklamalılar. Seçimlerden sonra TBMM’de oluşturulacak bir Araştırma Komisyonu bu felaketten alınacak dersleri ve nerelerde hata yapıldığını tüm boyutlarıyla, derinlemesine incelemeli ve önerilerde bulunmalı. Geçen yazımda söz ettiğim, Songül Başkaya gibi  duyarlı kadınların meclise girebilmeleri halinde bu konuyu da sahipleneceklerine inanıyorum.