1

Aleviler, Hıristiyanlar ve Dürziler için Suriye'de yönetimi ele geçiren HTŞ neler düşünüyor, neler planlıyor?

Suriyeli kadınlar bugüne kadar elde ettikleri tüm insan haklarını kaybedecek mi? Erkeklere çok kadınla evlenebilme hakkı geri gelecek mi? Kadınların taşınmaz,gayrimenkul edinme hakkı ellerinden alınacak mı? Afganistan ve İran kadınlarının yaşadığı faciaları Suriyeli kadınlar da yaşayacak mı? Suriyeli kadınlara da ülkeyi yönetenler "erkeklerin kölesi olacaksınız!" mı diyecek?

HTŞ'nin Alevilerden, Hıristiyanlardan ve Dürzilerden kurtulma, onları tasfiye etme ya da onların ülkeden kaçmalarını sağlamak için herhangi bir planı var mı?Tüm bu soruların cevabı şu anda bu bilinmiyor!

2

Milli İstihbarat Teşikilatı (MİT), 1929-1948 yılları arasından yer alan istihbarat belgelerini paylaşmıştı. Maksim Gorki’nin ünlü romanı “Ana” MİT’in istihbarat raporları arasında yer almıştı. Sovyet yazarın kitabının Vsevolod Pudovkin tarafından 1926'da filme uyarlanması ve bu filmin İstanbul’da da gösterime girmesi MİT’in raporlarında ‘kuvvetli komünizm propagandası’ olabileceği yönünde ifadelerle yer buldu.

3

17 yaşında bir Yahudi Paris'te Alman diplomatı öldürünce Kasım 1938'de Almanya ve Alman işgali altındaki Avusturya ve Çekoslovakya'da Kristallnacht adı verilen organize saldırılar düzenlendi...

Hitler'in Yahudilere mesajıydı bu; "Hemen şimdi valizinizi elinize alıp çok uzaktaki ülkelere gitmezseniz, Alman egemenliğindeki toprakları terk etmezseniz başınıza çok kötü şeyler gelecek" diyordu Hitler...

Hitler Yahudileri Madagascar adasına ya da Sovyetler Birliği'ne sürgün etmeyi planlıyordu 1930'larda...Henüz onları kitle imha planı kafasında şekillenmemişti...

1933'te dünyada 15,3 milyon, Avrupa'da 9,5 milyon, Polonya'da 3 milyon, Sovyetler Birliği'nde 2,5 milyon, Almanya'da 525 bin Yahudi yaşamaktaydı...

9-10 Kasım 1938 saldırılarında, sonrasında 30.000 Yahudi tutuklandı ve 91 Yahudi de öldürüldü...

Alman yetkililer, Kristallnacht olayının Ernst vom Rath suikastine karşılık kendiliğinden gelişen bir toplumsal hassasiyet taşkınlığı olarak patlak verdiğini duyurmuştur. Vom Rath, Paris’te görevli bir Alman elçiliği yetkilisiydi. 17 yaşında Polonyalı bir Yahudi olan Herschel Grynszpan 7 Kasım 1938’de diplomatı vurmuştur. Bu olaydan birkaç gün önce Alman makamları, Almanya’da yaşayan binlerce Yahudi asıllı Polonya vatandaşını ülkeden sınır dışı etmişti ve Grynszpan da 1911’den beri Almanya’da oturan anne babasının sınır dışı edilenler arasında olduğu haberini almıştı.

Grynszpan’ın anne babası ve sınır dışı edilen diğer Polonyalı Yahudilerin anavatanları olan Polonya’ya girişleri ilk başta reddedilmişti. Bir anda kendilerini, Polonya ile Almanya arasındaki sınır bölgesinde Zbaszyn kasabasının yakınında bir mülteci kampında bulmuşlardı. Zaten kendisi de Paris’te yasadışı olarak yaşayan umutsuz Grynszpan’ın Alman elçiliğinde ortaya çıkıp kendisine yardım etmek üzere atanmış diplomatik yetkiliyi vurmak suretiyle ailesinin bu belirsiz durumu için bir intikam peşinde olduğu ortadaydı.Vom Rath, vurulduktan iki gün sonra 9 Kasım 1938’de ölmüştü.

4

Türkiye'de de 1934 Trakya olayları, 1942 Varlık vergisi, 6-7 Eylül 1955 olayları ülkedeki Gayrimüslümlerin, azınlıkların ülkeden kaçıp gitmesini sağlamak, onların ellerindeki çok değerli taşınmazları da ölü fiyatına satmaları için düzenlendi...1914-1922 arasında Osmanlı topraklarında yaşayan Rumlar, Araplar ve Ermeniler Osmanlı ordusuyla savaşan ordularla işbirliği yapmıştı...Anadoludaki Ermeni toplululukları Osmanlı ordusunca Suriye çöllerine sürgün edilerek bu isyan, ayaklanma girişimine bir cevap verilmişti...Bu isyanlar toplumsal hafızada yer etmişti...

1931'den itibaren Kıbrıs Rumları adayı Yunan adası yapabilmek için adadaki Türkleri öldürmekteydi...1974 sonrasında Kıbrıs Türklerinin can güvenliğini sağlayabilmek için adaya 30.000+ Türk askeri yerleştirmek gerekmişti...

6-7 Eylül 1955 olayları öncesinde hükümet hem Bolşevik-Komünist görüşlere sahip olanları ve bu görüşlere sempati duyanları, hem de Gayrimüslimleri tamamen tasfiye etmek istiyordu...Aynı zamanda Yunanistan'a ve Kıbrıs Rum eşkıyalarına Türk halkının Kıbrısın Yunan adası olmasına asla izin vermeyeceği mesajı verilmek istenmişti...

6-7 Eylül 1955 olayları öncesinde hükümet
Komünist görüşlüleri en işlek kent meydanlarında idam etmek ve idam edilenleri herkese göstererek Komünizme sempati duyan gençlere de gözdağı vermek istemişti...

5

1938 YARGILAMALARI

"Türk Deniz kuvvetleri yani donanma mensuplarını silahlı ayaklanmaya kışkırtmak suçlaması, hatta 29 Ekim 1914'te Karadenizdeki Rusya şehirlerini bombalamakla ünlü SMS Goeben-Yavuz savaş gemisini Komünistler kaçıracaktı tarzındaki temelsiz iddialar, dedikodular" dallanıp budaklanarak 1938'de Nazım Hikmet , Kemal Tahir, Nuri Tahir ve arkadaşlarının 13'er yıldan fazla hapis cezası almalarına yol açtı...

İşin aslı şuydu: Uyandırılmış Toprak (Mihail Şolohov), Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Destanı (Nazım Hikmet), Bora dergisi (Kemal Tahir'in deniz assubayı kardeşi Nuri Tahir'in yayınladığı dergi) ve Sabahattin Ali'nin kitaplarını Yavuz zırhlısında görevli bir askerin okuduğu saptanmıştı...

O dönemde bu kitaplar ve bu dergi, Maxim Gorky'nin "Ana" kitabı gibi kuvvetli Komünizm propagandası yayan neşriyat sınıflandırmasında yer almaktaydı...Bunları okuyanların, üzerinde bulunduranların Komünist olduğuna anında karar verilmekteydi ve bundan en ufak bir şüphe de duyulmamaktaydı...

6

1955

Aziz Nesin, anılarında 6-7 Eylül saldırılarını şöyle anlatmıştı:

“1955 yılı, 6-7 Eylül gecesi, zamanın hükümeti Kıbrıs konusunda Türkiye’nin duyarlılığını dünyaya göstermek için İstanbul’da el altından bir miting düzenlemişti. O miting serserilerin, ayak takımının ve yoksulların gösterisine dönüşmüş, İstanbul’un bütün baldırı çıplakları sokaklara dökülmüş ve bu mitingin yönetimi hükümetin elinden çıkarak bütün gece İstanbul, özellikle Rum, Ermeni, Yahudi evleri ve malları yağmalanmıştı. Sabah olunca hükümet ne yapacağını şaşırmış, olmayan suçluları bulma telaşına kapılmış ve suçluları bulmuştu. Benim de içinde bulunduğum 60 kadar yazar, şair, çevirmen ve aydın!.. Hepimizi askeri cezaevine tıkmış ve zamanın sıkıyönetim komutanı, ‘Bunlar salkım salkım asılacaklar!’ diye buyruğunu vermişti.”

6 Eylül 1955’te Atatürk’ün Selanik’teki evine bombalı saldırı yapıldığı haberi geldi. Bunun üzerine hızla toplanan halk, İstanbul’da özellikle Rum vatandaşların yaşadığı semtlerde protestolara başladı.

Sonradan haberin asılsız olduğu ortaya çıkmasına rağmen polisin müdahale etmekte gecikmesi ve sayıca yetersiz kalması sonucunda protesto gösterileri, saldırı ve yağmalamaya dönüştü. Rumlara ait dükkanlar tahrip edilirken, haneye tecavüz de baş gösterdi.

Aynı gün İzmir ve Ankara’ya sıçrayan saldırılar Rumlarla sınırlı kalmadı ve tüm azınlıklara yöneldi. Ermeniler ve Yahudiler de etkilendi. Hükümet sıkıyönetim ilan etmeye mecbur etti ve ordu göreve çağrıldı.
Üç büyük şehirde kiliselere saldıran halk, İzmir’deki Yunan konsolosluğunu da yakmaya çalıştı.

Ölü sayısı farklı kaynaklarca 11 ile 15 arasında verildi. 150 milyon liralık hasarın bir kısmı daha sonra DP yönetimi tarafından tazminat olarak ödendi.

Cumhuriyet Halk Partisi’nin yoğun eleştirileri nedeniyle, yayın organı Ulus gazetesi kapatıldı.

Saldırılar 7 Eylül 1955’te binlerce kişinin gözaltına alınması ve İçişleri Bakanı Namık Gedik’in istifasıyla sonuçlandı.

Saldırıların uzun vadedeki etkileri ise hükümet ile muhalefet arasındaki ilişkilerin kopma noktasına gelmesi ve DP yönetiminin baskıcı politikasını artırarak devam ettirmesi olarak görüldü.

6-7 Eylül saldırılarını izleyen dönemde Rumlar İstanbul’dan göç etmeye başladı. Rumların çoğu Yunanistan’a giderken, birazı da Mersin ve Tarsus civarına yerleşti.

Böylece gayrimüslimlerin Türkiye ekonomisindeki etkisi giderek azaldı.

Yassıada mahkemelerinde, DP’nin görevini yerine getirmediği belirtilerek, sorumlular cezalandırıldı.

AZİZ NESİN:

Mete Tunçay, yayımlamakta olduğu "Tarih ve Toplum” dergisi için benden, içinde yaşayarak tanığı olduğum 6/7 Eylül olaylarını (faciasını) yazmamı istedi. Mete Tunçay çok sevdiğim ve değer verdiğim bir genç bilimcidir. 6/7 Eylül olaylarını hemen yazmaya başladım. Niyetim, dört-beş sayfalık bir yazı yazmaktı. Yazdıkça gördüm ki, o korkunç olaylar bu dar sınıra sığdırılamıyor. 6/7 Eylül olaylarını Böyle Gelmiş Böyle Gitmez dizisinin biçiminde ve geniş olarak yazdım. Böylece yazdıklarım, özyaşamöykümün bir parçası oldu. Çok kısa özeti "sabah” gazetesinde tefrika edilerek bu yazılarım parasal bakımdan da değerlendirildi. "Sabah”ta tefrika edilmeyen bölümleri de, istediği biçimde kullanması için Mete Tunçay’a verdim. 6/7 Eylül olaylarını anlatan bu yazılarımı Salkım Salkım Asılacak Adamlar adlı bu kitapta derledim. O salkım salkım asılacak adamlardan biri de bendim.Yazmak için özellikle zaman geçsin istedim, bekledim. Çünkü olayları anlatırken kişisel duygularıma kapılmak, yapılan baskının etkisinde kalmak istemedim. Elimden geldiğince yansız kalarak, polisçe gözaltında tutulduğum ve sürekli sorguya çekildiğim saatleri bütün ayrıntılarıyla anlatacağım. Otuzaltı saat gözaltında kalmak ve yedibuçuk saat sürekli sorguya çekilmek, bizdeki biçimsel demokraside olağanüstü bir olay sayılmaz, bundan çok daha kötü olaylar olağandır. Ancak bir özelliği olan, polislerin evimi arama, kitap ve yazılarımı alma, beni gözaltında tutma olayının, en küçük ayrıntılarının bile öğrenilmesinde yarar olduğu düşüncesinde olduğumdan bunları yazmaya gereksindim. Anlatacaklarım ya doğrudan yada dolaylı olarak çok kimseyi ilgilendirmektedir.

7

6-7 Eylül 1955’te, “Atatürk’ün Selanik’teki evi bombalandı” yalanı sonucu İstanbul’da başta Rumlar olmak üzere Ermeniler ve diğer gayrimüslimlerin mallarıyla mülkleri tahrip edip yağmalandı ve talan edildi. Olaylar sonucu en az 15 kişi öldürüldü, 300'den fazla kişi yaralandı.

Aziz Nesin 6-7 Eylül 1955 olaylarından sonra kendilerine yöneltilen suçlamaları Ahmet Kahraman’ın “İşte Biz” adlı kitabında şöyle anlatır:

“İktidar gücünü göstermek için eylemler düzenletmişti.Fakat sokağa çıkanlar dozajı kaçırdılar.Çapulculuğa başladılar.Soygun ve yakıp yıkmayla İstanbul’un altını üstüne getirdiler.Sonra suçlu gerekince bizleri topladılar.Hiçbir şey yapmadığımız halde İstanbul’u yakıp yıkmakla suçlandık.Çapulculukla suçlandık.Sonradan Yassıada Mahkemeleri sırasında öğrendik.Bu bahaneyle Eminönü meydanında hepimizi salkım salkım asmayı düşünmüşler.”
Hulusi Dosdoğru "Batı Aldatmacılığı ve Putlara Karşı Kemal Tahir" adlı kitabında (sayfa 444-451 arasında) 6-7 Eylül 1955 olaylarından şöyle söz eder:

Demokrat Parti hükümeti olayları başından sonuna tertipledi...Suçu daha önceden fişlediği bir avuç toplumcunun üzerine delilsiz olarak yıktı...Aziz Nesin, Hulusi Dosdoğru ve "Devlet Ana" romanının yazarı Kemal Tahir de tutuklandı ve altı ay üstü akan, duvarlarında yosun ve mantarlar üremiş taş hücrelerden birinde tutsak olarak kaldılar...Kemal Tahir cezaevindeyken "korkunç bir iftira kasırgasıyla karşı karşıyayız; her an iftiraya uğrayanlar köprü başlarında sorgusuz sualsiz idam edilebilir" demişti...Olaylarda Papazlar sünnet edilmiş, Rum mezarları alt üst edilmiş, çıkarılan kafataslarıyla futbol oynanmıştı...Kiliseler ateşe verilmişti...Olayların sorumlusu olarak da ülkedeki Komünist görüşlüler ilan edilmişti...

Ancak 6-7 Eylül 1955'te James Bond karakterini yaratan gazeteci Ian Fleming (1908-1964) dahil, Bizans Kongresi ve International Monetary Fund kongresi için dünyanın dört bir yanından İstanbul'a gelenler Demokrat Parti ileri gelenlerinin yalan söylediğini kendi gözleriyle görmüştü...Tüm dünya gazeteleri ve televizyonlarının elemanları o günlerde İstanbul'u yağmalatan, talan ettiren, buna polisin ve ordunun göz yummasını sağlayan Demokrat Partiyi yüz milyonlarca insana teşhir etti...Yunan hükümeti de Selanik'teki Atatürk evine bomba koyanları yakaladı ve bu kişiler Türkiye'nin Selanik konsolosluğu görevlileriydi...

James Bond karakterini yaratan Ian Fleming (1908-1964) sıkça yolu İstanbul'a düşen gazetecilerden yazarlardan biriydi...6-7 Eylül 1955'te İstanbul barbar halk kitleleri tarafından yağmalanıp talan edildiği sırada da Ian Fleming İstanbul'daydı!

Milliyet Sanat'ta 27 Nisan 1973'te Kemal Tahir'in ölümünden sonra Aziz Nesin şöyle yazdı:

Yassıada'da Adnan Menderes, Celal Bayar ve Demokrat Parti yargılamalarında şunu öğrendik...Kemal Tahir, Aziz Nesin ve Hulusi Dosdoğru gibi Komünist olarak fişlenenler 6-7 Eylül 1955 yağma ve talan olaylarının sorumlusu ve suçlusu olarak ilan edilecek ve iftira atılan tüm Komünistler derhal idam edilecekti...Demokrat Parti'nin Bolşevik olarak fişlenenleri imha planı Yassıada yargılamalarında ortaya çıkarıldı...

8

ÖNEMLİ BELGE:

İstanbul’da azınlıkları hedef alan 6-7 Eylül saldırılarının yıldönümünde gizli kalmış bir yazışma, sahafta ortaya çıktı. Dönemin İstanbul merkez kumandanının örfi idare (sıkıyönetim) kumandanlığına hitaben kaleme aldığı ‘gizli’ ibareli belge, o günlerdeki yağma, saldırı ve cinayetlerin perde arkasına ışık tutuyor.

Faillerin dört ayrı kategoride sınıflandırıldığı belgede asıl sorumluların ise komünistler olduğu öne sürülüyor. Çok geçmeden o günlerin fişlenmiş komünistleriyle, Aziz Nesin, Kemal Tahir, Hasan İzzettin Dinamo ve Asım Bezirci’nin aralarında bulunduğu 60 şair, yazar ve aydın fail oldukları iddiasıyla tutuklanıp yargılanıyor.

Albay Kemal Binatlı imzasıyla kaleme alınmış, 22 Kasım 1955 tarihli ‘gizli’ yazıda şöyle deniyor:

‘Komünistlerin suçluluğu izahtan müstağni’ymiş

“Örfi İdare Kumandanlığı’na/Harbiye

Yüksek emirlerine ittibaen 6 Eylül 1955 gecesi hadiseleri hakkında Merkez Kumandanlığınca edinilen intibaları aşağıda arz ediyorum:

1-Malumu devletleri bulunduğu veçhile; 6 Eylül 1955 hadisesine takaddüm eden ay ve günlerde ortada mevcut (Kıbrıs meselesi) umumi efkarı tehyiç edüp durmakta idi. Kıbrıs Türklerine karşı katliam, Selanik’te Atatürk evine suikast gibi haberler ise bu heyecanı son haddine vardırmış idi.

2-Bu durum göz önünde tutularak hadise incelenirse: 6 Eylül gecesi hadiselerine katılan çeşitli toplulukların şu dört unsurdan mürekkep oldukları isditlal edilmektedir:

a-Nümayişçi gurupları;

b-Milli heyecan tesiri ile nümayişçi guruplarına katılan halk;

c-Nümayiş ve milli heyecan maskesine bürünerek fırsattan istifadeye kalkışan çapulcular ve mütecavizler;

d-Türkiye’nin iç ve dış siyaseti üzerinde kötü tesir husule getirmek ideali ile hareket eden ve bu hususta 6 Eylül’e takaddüm eden hadiselerden azami istifadeyi planlaştırmış olan komünistler.

Bu dört gruba dahil olanların her biri kanaatimce derece derece suçludurlar. Şöyle ki: Bu tarzda başlayan ve gece yarılarına kadar devam eden bir nümayiş -kanun nazarında- hiçbir veçhile tecviz olunamayacağına göre; böyle bir nümayişin suçluluk derecesi, fırsat bekleyen çapulcu ve mütecavizlere ve komünist planların tatbikine zemin ve imkan hazırlaması bakımından ayrıca bir kat daha artmaktadır. Çapulcu ve mütecavizler ile komünistlerin suçlulukları ise izahtan müstağnidir.

Yukarıda belirtilen nokta-i nazara dayanılarak 6 Eylül gecesi bu kabil nümayişçiler ile eli sopalı, baltalı unsurlardan bazılarının tevkifi suretiyle, bu gibi topluluklara hükümet otoritesinin tesiri duyurulmuş ve hadisenin daha fazla inkişafı önlenmiştir. Nümayiş çapul ve tecavüzlerin önüne geçmek hususunda vilayetçe gösterilen hassasiyete Merkez Kumandanlığı elinde mevcut imkanların azami haddi ile yardımda bulunulmuştur (Tevkif edilenlerin hüviyetleri 13 Eylül 1955 gün ve 6416 sayı ile sunulan raporda arz edilmişti).
Reisicumhur gözyaşlarını gizlememiş…

3- İstanbul’dan Ankara’ya hareket halinde bulunan REİSİCUMHURUMUZ ile Başvekilimiz hadiseyi yolda haber alarak geri dönmeleri üzerine; (Emniyet ve refakatlarına) memuren beraberlerinde bulunduğum ve hadiseye maruz kalan semtleri kendileri ile birlikte dolaştığımız sırada, MUHTEREM REİSİCUMHURUMUZUN karşılaştıkları halk topluluklarına (gözyaşlarını gizlemeyerek) vaki şu beyanatı da hadiseyi gereği veçhile teşrik etmektedir: ‘Hainler cezalarını göreceklerdir. Senelerce muasır milletlerin medeniyet seviyesine ulaşmak için çalıştık. Yapılan ziyanlar önlenebilir ancak şerefimizin tamiri çok güç olacaktır.’

Derin saygılarımla arz ederim….”