Hiç sayılmanın dördünce yazısını
yazınca, insan ister istemez bir az acılı arabesk takılmak istiyor.
Sözlerini Mustafa Topaloğlu'nun yazdığı, Mahsun Kırmızıgül'ün söylediği "Yıkılmadım ayaktayım/ dertlerimle
baş başayım/ zalimlere kötülere/ yenilmedim buradayım" şarkısı gibiyim ben de!..
Bürokratik yaşamımda ilk, Atatürk'ün partisi olduğu için CHP'ye gönülden bağlı olmanın feodal bir sorununu yaşamıştım.
O günler, çoğumuz Bülent Ecevit'i bile neredeyse
aforoz edilmiş; CHP var iken neden DSP'yi kurdu diye sorgulamıştık.
O yüzden DSP'de çalışan arkadaşlarımın birçok tekliflerini kabul etmemiştim. Bugünden bakınca, dün nerelerde
olup, CHP'ye söyledikleri için, karşı karşıya olduklarımızın, partimizde nerelerde
olduklarını görmek, DSP'yi bile mesafeli bakan kafamın ne kadar da feodal olduğunu göstermiyor mu?
Yıllardan 2000. Ortada ne AK Parti var
ne de Recep Tayyip Erdoğan ile ilgili emareler. Sadece bir İstanbul Belediye başkanı.
Bizim Yedinci Ok Düşünce Topluluğu, üç çemberden oluşur. İlki, bizim dar grup arkadaşlarımız. İkinci çemberde ise sol, sosyal
demokratlar. Üçüncü çemberde, en milliyetçisinden, en aşırı dincisine kadar, tartışma olgunluğuna sahip kişilerden oluşmaktadır.
Iğdır Milletvekili Adil Aşırım da, bu çemberde yer alan arkadaşımızdı. Bir gün, katıldığı özel bir toplantıda, bizim gruptan söz
edince, oradaki bazı kişiler bizim ile tanışmak istemişler.
Çankaya Farabi sokağına yakın, Akdeniz Balık lokantasında
buluşmayı kararlaştırmışlar. Daha sonra Adil, ben ve bir arkadaşımız ile birlikte öğleden sonra balık yemeğe gittik.
Karşı taraf ise çok enteresandı.
Bulundukları yerin etkili ve yetkili ikinci isimleri. Uzun uzun, derin derin
güzel bir sohbetten sonra, gelenlerin en yetkilisi bana;
"Recep Tayyip Erdoğan için ne düşünüyorsun?" dediler.
Ben de çokbilmiş edası ile %3'lük bir partinin (RP), seçim sisteminin azizliği ve sol ve sosyal demokrat partilerin
süreç görmezliği ile İstanbul'da seçim kazanmış birisi; üstelik de siyasi yasaklı, diye ahkâm kesmiştim.
Aynı kişi bana, "Biz, Sayın Erdoğan ile ilgili yurt çapında araştırma yaptırdık, %34,5 oyu var; gelin
yeni kurulacak partide siz de sol kanadı oluşturun" dediğinde;
Yine ben, ukala olmayan ama çokbilmiş halim ile "bu bize, ilkelerimize ve düşüncelerimize hakarettir" demiştim.
Ara sıra değerli Dostum Adil Aşırım ile karşılaşınca, bize kimin teklifini, hangi
gerekçe ile ret ettiğimize güleriz.
Hele hele Ak Partili olduğu bilinen İbrahim Uslu'nun CHP genel başkanına danışman olmasından sonra, bu kez de acı, acı
güleriz.
İlkeli olmak elbette ki çok güzeldir. Ne
yazık ki, bizler yanlış sokaklarda dolaşmışız. Kuruluşunda ilkelerimiz gereği reddettiğimiz partinin önemli kişileri, bu kez de bizim ilkelerini savunduğumuz partiye, hem de üst düzey yönetici,
danışman olurken.
Genel merkezden genel başkanın görev olarak verdiği konularda bilgi sunmak için bile, rica
ettiğim randevulara yanıt bile alamıyor olmama ne diyeyim ki. Bütün iyi niyetine
karşın, kendilerinin görevlendirdiği aradaki genel başkan yardımcısının her şeyi görüp, bilip, "ben artık bir şey diyemiyorum!.." çıkışsızlığına!..
Genel Başkan Kılıçdaroğlu'nun, yıllardır partiye sunduğumuz raporlar bir şekilde eline geçince, o dönem Genel Başkan Yardımcısı Tuncay Özkan'a;
"İbrahim Uysal'ı genel merkezde bekliyorum"
sözünden sonra, beni kapıda karşılayıp, "benden ne istersin? dediğinde, verdiğim yanıta bakınca; saflığıma ve salaklığıma acı acı gülesim geliyor.
Yıllar önce Varlık Dergisi’nin bir
sayısında okumuştum eski bir İngiliz maliye müsteşarının öyküsünü ve sözünü:
O gece yanına az para aldığı için, ikinci kadeh viski istediğinde garson, parayı peşin ister. Müsteşar, her gün geldiğini, kendisini bildiklerini, buna karşın neden yarın ödeyeceğim viskimi vermiyorsunuz, diyerek kızar.
Daha sonra da, Bodyguardlar tarafından atıldığı çöplükte ayılınca söylediği söz geldi aklıma:
"Bu memlekette onur, bir kadeh
viski bile etmiyor!.."
Bu memlekette ilkeli ve düzgün insan
olmak, pek de bir işe yaramıyor, desem; kimseye haksızlık etmek istemem ama; ayıp olur mu acaba,
ne dersiniz?