Bir şeyler yazmak, çizmek, söylemek sorun değil de, anlamlı ve karşılığı olan bir şeyler yazmak, söylemek
insanın içine oturuyor, içini acıtıyor. Ve anlıyorsunuz ki, düşünen insan, üzülen
insandır.
Geçenlerde SBF'nin önceki dekanlarından, ki onu yakından
tanıyanlar, "Efsane Dekan" diyorlar. Ya da, Mülkiyenin "Fikirşörü".
İlk onu tanıdığımda, bir hocamın
referansı ile gitmiştim yanına, beni çok iyi ağırlamış ve konuşmuştuk. Dönem dönem de,
toplantılarda karşılaşırdık.
Öyle SBF'nin dekanı olmak, ülke yöneticilerin kaderinde olmak
sıradan şeyler değildir. Yürürken, bastığınız yerlerden ses
gelir.
İlk tanışmamızdan en az on beş yıl sonra, bir gün
sekreterim sevgili Derya içeri girdi ve değerli hocamın geldiğini ve benimle görüşmek istediğini söyledi. O gelenin
kim olduğunun farkında değildi ama ben masamdan
fırlayıp odama alınca, o bile şaşkınlığını gizleyememişti.
İlk tanıdığım azametli hocam
yorulmuş, yıllar yıpratmıştı. Bana ilk referans
olduğunu bile unutmuştu. Olanları anlatınca
birden yüzüne bir can geldi ve mutlu oldu.
İktidarda SHP, CHP
ortaklı hükümet gitmiş, sağ partilerin kurduğu bir hükümet
iktidarda idi.
Sanıyorum Mülkiyeliler Birliğinde otururken
birileri söylemiş, "gidin o çocuğu görün, sizin
sorununuzu çözer" diye. Kendileri de lütfedip gelmişlerdi ama biraz kırık
dökük olarak.
Kendisi ile sohbetten sonra gerginliği gitmiş, mutlu olmuştu ama bir sorunu için geldiği halde, bana açılmıyordu. Hele o kadar öğrencisinin olduğu iktidarlar gelmiş, geçmiş sorununu çözememişken, böyle bir dönemde benim sorununu çözeceğimden pek umutlu değildi.
Kendisi için çok özel birisinin işe alınmasını istiyordu. Kişi de sıradan birisi değildi, hiç tereddütsüz, şu şu belgeler ile gelsin, şurada yarın işe başlasın deyince mutluluğunu ve şaşkınlığını anlatamam.
O kadar anlı şanlı tanıdıkları varken, çok sıradan birinin
talimatı ile sorununun çözülmesi, hem Hocayı çok şaşırtmış hem de içine bir dert
olmuştu. Bir şekilde tanıdığı ve tesadüfen
önerilen birinin selamsız, sabahsız sorununu çözmesinden ise hem mutlu hem de
mutsuz olmuştu.
Bunu bir kenara atayım.
Bürokraside tırnaklarınız bir yere gelmek hiç de öyle kolay değildir.
İlk işe başladığım kurumda, Muhteşem Genel Müdür Şahap Ar (Paşa), "siz
gençlerden projeler istiyorum" dediği zaman, Müdürüm Öksel
Göçmen'in odasında idik. Ben de büyük yurtlara Yabancı Dil Laboratuvarı ile
Kütüphaneler açalım deyince, gözleri parlamış bana:
"Sen benim adıma bu projenin koordinatörüsün" demişti.
Ve ben de bürokraside, iş yapmanın değil, kıskançlığın, çapsızlığın ilk sıkıntıları
orada yaşamıştım ama yanlış adama çatmışlar idi.
Daha sonra sevgili Müdürüm Doğan Yılmazkaya ile
yürüttüğümüz projeler ve aşmak için yırtındığımız sorunlar.
Yönetim biraz da deneyim işlidir. Öyle kağıtta, kürekte yazdığı gibi olmaz; bilgi,
deneyim ve ekip gerektirir. Laf ile peynir gemisi de yürümez. Çünkü
muhataplarınız tek değildir. Bir işin yapılmasından,
yarar umanlar da olur, zarar göreceğini düşünenler de!..
İşin en garip tarafı
ise, sağ iktidarlar yılların iktidar ve yönetim
deneyimleri ile insan kaynağı olarak çok şanslıdırlar.
Sol, sosyal demokratlar ise kalcı iktidar yaşamadıkları için
yönetimleri hep emanet kadrolar ile idare etmeye kalkarlar.
Yönetim, ideoloji, bilimsel yaklaşım, proje ve inanmış kadrolar gerektirir.
Yönetim ise bir savaştır. Öyle "mış gibi"si olmaz.
Sol, sosyal demokratlar partiler, demokrat ve aydın insanların
yerel yönetimlerde gösterdikleri duyarlılıklar ile yerel iktidarları (belediye
yönetimlerini) alırlar.
Hükümetlerde ise, derleme toplama ekipler ile yönetim sürecini
yürütmeye çalışırlar.
Oysa Anadolu'da derler ki, "El, elin eşeğini türkü söyleyerek
arar".
Bilirsiniz, Nasrettin Hoca eşeğini kaybetmiş eşeğini ararken de, şarkı, türkü bir şeyler mırıldanıyormuş. Onu gören köylüsü,
"ya hoca, türkü söyleyerek, eşek mi aranır"
der.
Hoca da, "tek umudum şu dağın arkası kaldı, eğer orada da
bulamazsam, sen bendeki feryadı dinle" der.
Bizim sol, sosyal demokratlar yine "el ile eşek aramaya" başladılar, hadi
hayırlısı. Değerli Hocam, Efsane Dekan, buralarda hala değişen bir şey yok. Herkes,
"adamını, bulamazsa da, madamını arıyor".
Aaa tren geçiyor, hem de hızlısından, bize de ona bakmak düşecek gibi, hadi
hayırlısı!..