Oldum olasıya yangınım bu Ülkenin taşına,
toprağına, suyuna, insanına. Önceleri sessiz sedasız, teker teker boğuşa,
dalaşa dalaşa gelmişiz güneyden. Bilmem o zaman da var mı idi, "Fırat
kenarında yüzen kayıklar / Anam duysa, babam beni sayıklar" türküsü. Kah
suyu geçmiş, kah dağı aşmış ve gelmişiz buralara kadar. Sonra, yine gelmişiz bu
kez da kuzeyden, "dağlar seni bölük, bölük bölerim / Kalbur alır, toprağını
elerim" türküsünü söylemeseler de, dağları aşarak, ovalardan taşarak
Malazgirt ovasına gelindiği gibi. O günden önce de, O günden sonra da, hep
buralarda, buralı olmuş çıkmışız. Kah Anadolulu, kah Trakyalı, kah
Mezopotamyalı, haçan kah da kara denuzlu olmuşuz da!..
Ortak değerler yaratmış, ortak acılar
paylaşmışız. 93 harbinde ayrı, balkan da ayrı, yemen/libya çöllerinde başka bir
acı. Kurtuluş savaşı. Başlı başına bir şey. Acı, yokluk, yoksulluk, korku,
umut, savaş, ölüm.... .... Ne desen bir eksik. Sonra, taşımız toprağımız olmuş.
Ekmişiz, biçmişiz. Kırkmışız, dokumuşuz. Budamışız, yeşertmişiz. Taşı taş
üstüne, tuğlayı, tuğla üstüne koyup, duvarlar örmüşüz.
Kah ev için, kah fabrikalar, atölyeler
yapmak için, kah da kendi aramıza; biri birimizi görmemek, biri birimizi
sevmemek için, duvarlar örmüş, duvarlar ördürülmüşüz.
Sayın Erol Çevikçe'nin evine ziyarete
gittim. Çok güzel kocaman bahçeli bir dubleks. Keşke müze yapsanız dedim,
kendisine. İçinde değerli, hemşehrimiz Deniz Baykal ile birlikte yıllar önce
Antalya-Döşemealtı’ndan satın aldıkları el halısından tutun da, rahmetli Eşinin
yıllardır biriktirdiği ve günlük yaşamda da halen kullandığı ve sergilediği
eşyalar. Sözler bir o yöne, bir bu yöne
savrula savrula geçiverdi zaman. İnönü'den, Demirel'e, Ecevit'ten, Baykal'dan
Mesut Yımaz'a, Tansu Çiller'e kadar kimler geldi, kimler geçti konuşmalarda.
Geçen yıl bu gülerdi; arkadaşlarım ile birlikte olduğumuz düşünce
topluluğumuzda, yerine göre çok farklı gurup ve kişiler ile de konuşur,
tartışırdık bir çok konuyu. O günde,
mevcut iktidarın önemli bir kişisinin de olduğu bir toplantıda, "Laiklik
ve laik devlet"i konuştuk, tartıştık. İnanç ve ibadet konusunda biri
birimize söyleyecek farklı sözlerimiz olmazdı. Sonuçta hepimiz bu toprakların
çocukları idik. Yediğimiz, içtiğimiz ve yaşam biçimlerimiz üş aşağı beş yukarı
aynı; ama ülke yönetimine bakış açılarımız faklı idi. İşte o gün de, laikliği
uzun uzun konuştuk ve tartıştık. AKP'nin uygulamalarını, Cemaatlerin yarattığı
ya da yaratacağı sorunları, İŞİD'i, orta doğudan Afganistana kadar bildiğimiz
her şeyi konuşmuştuk. Sayın Erol Çevikçe'ye yeri gelince, Deniz Baykal ve İsmet
İnönü ile ilgili, bu iktidarın önemli bir kurucusunun konuşmasını anlattım.Bana
gülümseyerek, Rahmetli Süleyman Demirel'in kendileri ile bir konuşmasında
yaptığı bir itirafını anlattı. "Biz
İnönü'yü, LAİKLİK konusunda yanlış anlamışız. Oysa Laiklik bu Ülke için ne
kadar da çok önemliymiş" o yüzden de "keşke İsmet İnönü sağ olsaydı
da ondan bir ÖZÜR DİLESEYDİK, bu konuda kendisinden helallik alsaydık"
dediğini anlattı. Deniz Baykal önümüzdeki günler tedavisi bitip artık Ülkesine,
toprağına dönecek. Keşke, O AKP yetkilisi gibi, laiklik konusunda gerçeği
kavramış, görmüş bir çok kişinin de 9.Cumhurbaşkanlığımızı da yapan Demirel
gibi vakit çok geç olmadan; bu ülke için önemli olan, birleştirici olan kişi ve
değerleri yüceltip, değer bilirlik kadirşinaslık yapacaklar olsa.
Yara sıcak iken acı hissedilmez imiş. Bu
sıralar, daha doğrusu 15 Temmuz 2016'dan sonra öyle sıcak saatler, günler,
aylar geçiriyoruz ki, bir türlü yaralarımızın olup olmadığını anlayacak,
kavrayacak durumumuz yok. İktidar ve muhalefet çift kale maç yaparken, bizler
de anlar anlamaz tv yorumcuları gibi yorum yapıp duruyoruz. 27 Mayıs, 12 Mart,
12 Eylül süreçlerini bilenler, okuyanlar, daha sıcağını ensemizde hissettiğimiz
15 Temmuz kalkışmasını unutmayanlar, bir etraflarına baksalar iyi olacak.
Siyasiler, her zaman olayın gerçeğini
göremeyebiliyorlar. Çünkü onların gerçekleri ile, ülke ve halkın gerçekleri
bazen örtüşmeyebiliyor. Bu durumlarda
aklı selim davranması gerekenlerin, seslerinin biraz daha gür çıkmasına
gereksinim vardır. Bu Ülkenin birleşmeye, birlikteliğe ihtiyacı olduğu günleri
yaşıyoruz. Hiç farkında değiliz ama,
birleri bizim ile oynuyor. Birileri bizi "cambaza bak"ıtıyor.
Önceki gün "14 şubat Sevgililer
Günü" idi. Sabahtan baktın Facebook cumhuriyetine, bir iki cılız, utangaç
kutlama var iken, gündemin değişime ihtiyacı olmalı ki, gece yarısı tüm
paylaşımlar neredeyse "sevgililer günü"ne ait olmuştu. Ne felaket
tellallığı amacım ne de işgüzarlık.
Sosyal ve siyasal acılar hepimizin acısı
oluyor. Bir yerlerimiz acımdan, canımız yanmadan bu gaflet uykusundan uyanmanın
zamanı. Öyle iktidarın devlet kesesinden dağıttığı ulufeler ile iktidar
yalakalığı yapıldığı zaman veriler kararların ne İsa'ya ne de Musa'ya
yaramadığı, geçmişte yaşanan tecrübeler ile sabittir. Dar/Zor yollardan
geçiyoruz. Daralıyoruz. Hava karanlık olmasa da, sisten yok fark edilmiyor,
direksiyonunda olduğumuz arabanın önünde ki virajı sisten görmeyebiliriz.
Ammmaaannn!... Dikkkaaaattt!... Ağzı olanların konuştuğu yerdeyiz, Ey, iktidarda, muhalefette, kenarda olup aklı
olanlar neredesiniz?