Gelin sizin ile oturduğumuz yerden şöyle bir "düşünme" turu
atalım.
Düşünme deyince, ortada düşünülecek konunun ve düşünecek bir beyin ve
duyu organlarını ile yarattığı "düşünce"nin olması gerekir.
Düşünülecek bir konunun olup, bunun da bir düşünce sistematiği içinde
düşünülüp, bir fikir, sonuç boyutuna ulaşması, ulaştırılması ise felsefe gibi
temel bir yaklaşım gerektirir.
Yine düşünme, düşünce deyince ilk akla Filozoflar gelir.
Ülke toprakları, Anadolu bu konuda çok üretkendir.
Örnek Thales (MÖ 624-546), Aydın'ın Didim ilçesi sınırları içinde ve
Büyük Menderes Nehri kıyısındaki Miletlidir. Sokrates( MÖ 469-399) ise, ilk
düşünür ve Yunan felsefesinin babası sayılır.
Miletli bir başka düşünür olan Anaksimandros'dur. Denizcilerin yön
bulmasına yardımcı olmak için bir harita yapan, O dönemde bilinen dünyanın
haritasını bir levha üzerine çizen ve Güneş saatini bulan, “Peri Physeos” (Doğa
Üzerine) adlı yazılı eser bırakan filozoftor
İlk Devrimci Filozof olarak ise, Efesli Herakleitos (MÖ 535?-475) babul
edilir ve değişimin önemini vurgulamak için "Aynı nehirde iki defa
yıkanılmaz" diyerek, sürecin önemini vurgulamıştır.
Bu, zamanla "Diyalektik ve Materyalizm" olup, bilimsel bir
felsefe akımı olarak karşımıza çıkacaktır.
Anadolunun bir başka yerinden bir başka felsefe ve düşünce sistemi, Kinik
Felsefe olarak baş gösterir ve boy verir.
Bu kez Ege'nin öteki yakasından bir düşünür, Antisthenes (MÖ 446-366),
mutluluğa ancak erdemle ulaşılacağını ve bu erdem'in de dünyevi hazları
yadsımak ile mümkün olabileceğini (mülkiyet, aile, din vb. değer ve yargıları
reddederek) kavuşulabileceğini savunmur.
Bu kinik felsefeyi de hem düşünce, hem de yaşam biçimi olarak savunan ve
ömrünü bir bölümünü de Atina'da bir fıçı içinde, elinde bir fenerle gündüz
vakti "Adam arıyorum adam!" diyen Sinoplu Diyojen(Diogenes MÖ
412/?404-323 )dir.
Sokrates (Socrates), Pisagor (Pythagoras), Heraklitos (Herakleitos),
Eflatun (Platon), Aristo (Aristoteles), Demokritos, Tales (Thales), Epikür
(Epiküros) gibi batılı düşünürler ile;
Dede Korkut(?-?), Biruni(973-1048), ibn-i sina(980-1037), Kaşgarlı
Mahmut(1029-1102), İmam Gazali(1058-1111), Mevlana(1207-1273), Nasreddin
Hoca(1208-1284), Hoca Ahmet Yesevi(1093-1166), Hacı Bektaş-ı Veli (1209-1271),
Yunus Emre (1238-?), Şeyh Bedrettin (1359-1418), Evliya Çelebi (1611-1682) gibi
onlarca bu toprakların ve insanımızın kültürünü oluşturan düşünürleri bu
sebeple de anımsamak yerinde olsa gerek.
Düşünme, yaratıcılığın kaynağıdır.
Farklı düşünme ise, kişiler, toplumlar, inanışlar ve kültürlerden
kaynaklanmaktadır. Bu ise, değişimin ve gelişmenin önünü açan en önemli
süreçtir.
Günümüz dünyası yaratılan bu bilim ve teknoloji çağında öyle bir sürecin
içine süreklenmektedir ki;
Üniversitelerde akademik olmak için bilimsel çalışmalar yapmanın yerine
hazır tezler satın alıp sunmaktan tutun da, benzer çalışmalar ile tekrarlanan
süreçler yaşatılarak, toplumların, bilimin ve insanlığın aydınlık güzel
geleceğinin önüne perdeler gerilmektedir.
Toplum ise, okumanın ve düşünmenin yerine, günün teknolojik olanakları
kullanarak, ne anlama geldiğini anlamadığı, düşünmediği sözleri paylaşır hale
gelmiştir.
Bu ise, insanları ve toplumu hak etmediği, süreçlerin çukuruna
sürüklemekte; kişiler, toplum ve daha geniş bakış ile milletleri içinden
çıkılmaz sosyal, siyasal ve ekonomik sorunlar ile başbaşa bırakmaktır.
Bu yüzden, üretken toplumlar düşünen toplumlardır. Bu da çağdaş bilimsel eğitim ile mümkündür.
Dünün " radyo ve televizyon gavur icadı, günah" diyenleri, bu
gün en çok sarıldıkları dal bu yollar olmuştur.
Sorun farklı düşünmekte değil, düşünmeyip tutucu kalıplar içinde hapis
olunmaktadır.
Burada bir konunun üzerinde durulmasında yarar vardır. Kalıplar içinde
kalınıp, buna ister düşünmemek, ister aklını kiraya vermek ile düşünüp, aynı
görüş ve fikirde olmamayı karıştırmamak gerek.
Düşünce, kaynağını insanların yaşamlarından ve çevrelerinden alır. Burada
sorun bu kaynaklardan doğru ya da yanlış beslenmekte değildir, sorun
beslenmemekte, yani düşünmemektedir.
Elbette ki, farklı düşüneceğiz. çünkü, herkesin beslendiği bilgi, çevre
kaynağının farklılığı ile aldığı eğitim farklıdır. Yaşadığı sosyal, kültürel
çevre farklıdır, dolayısı ile düşünce şekillerinde de farklılıklar olabilir.
Düşünce sonucunda ortaya çıkan sonuçlardan önce, düşüncenin oluşmasında
bir fikir birliği içinde olmak gerekir.
Asya'nın en uzak köşeleri Çin'den, Himalayalardan Tibete, Amerika'da Alp
Dağlarının zirvelerinden İnkalara kadar uzayan coğrafyanın ortak özelliği düşünen
ve üreten insanların olması ve yarattıkları kültür ve felsefeleridir.
Toplumlar, farklı düşündükleri için değili düşünmedikleri için ilerlemiyor, değişmiyor ve dönüşmüyor. Bu ise, o toplumların, insanlarının sosyal, kültürel ve ekonomik düzey ve gelişmişlikleri ile doğrudan ilgili olmaktadır.
Eğer, çağdaş bir ülke ve dünyada yaşamak istiyor isek, sorunumuz farklı
düşünmek değil, düşünmemek, kopyalayıp başkalarını takip edip üretmemek
olmalıdır.
Oturup, etrafınıza bir bir bakın, neyi göreceksiniz?