Yaşamımızın koronavirüslü (COVID-19) bir yılını tamamladık. Bilemem kaç yıl sonra ".. yıl daha tamamladık" diye tarihe not düşeriz.
Hani bir yiyecek reklamında "açken
sen, sen değilsin" diyorlar ya. Gerçekten, bu dünyanın olağanlığı ortadan
kalkınca, insanoğlu insan olmaktan çıkıyor ve garip bir yaratık oluveriyor.
Geçmiş yıllardan günümüze kadar insan,
insanoğlu "alet yapan", "düşünen, üreten", "kendi
kozasını ören", "bal yapan"dan tutun da onlarca şekilde
tanımlanmıştır.
Nerede, neyi bozulmuş bilemem ama
insanlığın bir yerlerde bir şeyi bozulmuş ve dünyanın her yerinde de aklına
esenin aklına estiği gibi bir tamircisi bulunmuş, gidiyoruz.
Ara sıra pandemi, küresel kuraklık,
yokluk yoksulluk ve savaşlar gibi ortak noktalarımız olsa da genellikle kişisel
olarak da toplum olarak da kendimiz çalar, kendimiz oynar olmuşuz.
Birileri acıları yüreğinde hissedersen,
biz sanal hissediyor ve sanal dokunur olmuşuz, acılara bile. Oysa kanayan o
kadar kişisel, toplumsal hatta ülkesel yara var ki, biz kendimizin derine bile
düşmeden, kendimizin derdini bile düşünmeden, fark etmeden yaşayıp; demeyeyim
diyorum ama savrulup gidiyoruz.
Oysa böyle bir yaşam yok. Bu kadar
gamsızlık, bu kadar sorumsuzluk ve vurdumduymazlık hayra alamet değil.
Aileler birer birer dağlıyor.
Uzaklaşıyor hatta kan uyumları bile gittikçe uyuşmaz noktalara kadar varıyor.
Ortak kültür, tarih, gelenek, görenek, aile terbiyesi, soy, sop hepsi savrulmuş
uçuyor.
Devlet ise neredeyse her şeyi cami
cemaatine ve imamlara havale etmiş. Bir avuç kendi kendine çalıp oynayan
ekonomist de kendi süreçlerine su taşıyacak kanallar açıp, esenler estirmekte.
Bir toprağın yurt, ülke olması için
neredeyse ortak paydalar azalmakta. Eskiden "bayrak, ezan, İstiklal Marşı"
falan denilirdi. Şimdi herkes birini eline almış onu sallıyor, ötekinden haberi
yok, ya da görmezlikten gelinip geçiliyor.
Eğitim yerlerde sürünüyor. Seçkinler,
seçkin okullar, seçkin olanaklar ile bir süreç yürütüyorlar ama halkın
çoğunluğu uyutulduğundan bile habersiz, ağzına sürülen bir parmak bal ile
yaşadığını, karnının doyduğunu sanıp gidiyor.
Bu ülkede 'boş da olsa' edilen her lafın
bir anlamının ve mesajının olduğunu, insan zamanla anlıyor.
Cami vaazlarında "yoksulluktan
şikayet edilmemesi", üniversite hocaları "cehaletin erdemi"nden
söz ediyorlar. Daha ötesi nedir ki?
Selâmın bile dolar ile alınıp verildiği
daireler, kurumlar beton binalara taşınmışlar ama birer birer içten içe
döküldükleri pencereler açılıp rüzgar ile perdeler savrulmaya başlayınca
anlaşılır.
Eskiden devlet denilen yapının herkesin
bildiği planları, bütçeleri, hesap ve kitapları vardı. Araştıran, soran herkese
bir bilgi verilirdi. Çünkü herşey kamunun, halkındı. Halk da dilediği gibi her
şeyinin hesabını kitabını tutar, hesabını sorardı. En azından zorlardı.
Şimdi ise artık "ağalık
düzeni" gibi her şeyin ağanın ve başlarına konulmuş omuzu tüfeklilerin
mallarına mülklerine bakıyoruz.
Bayram, seyran diye ortalığa atılan
yemleri de kuşlar gibi gagalamak ile meşgulüz, hiç bir şeyi görmüyor ve fark
etmiyoruz.
Bir ülke taşı, toprağı, ağacı, suyu,
madeni ile vardır. İnsanını besler, doyurur. Yıkar, aklar paklar. Yaralarını
sarar.
Kaz Dağları diyorsunuz, adam ülkesinin
ağacına bile izin ile dokunduğu Kanada'dan kalkmış getirilmiş, ormanları yok
etmiş. Eli vicdanına gitmiş yurtsever hakimler kalmış da "dur" demiş.
Dinleyen yok. Kanı, canı bu toprağa feda üç-beş yurtsever işin peşinde,
"dur" demesi gerekenler, birlikte kurdukları sofralarda aş
pişiriyorlar.
Ülkenin gençleri Üniversitelerde bilim
için, ülkelerinin aydınlık geleceği için çırpınıyorlar. Etkililer, yetkililer
ve işbirlikçileri kendi iktidarlarını üç gün daha ayakta nasıl tutarız
derdindeler.
Gençler bohçalarını toplayıp yurt dışına
gitme/kaçma derdindeler. Gidenlerden ise başarı üstüne başarı haberleri.
Ben her zaman söylerim, yerel ya da
genel iktidarlar fark etmiyor artık, öncelikleri değişmiş. Siz bu önceliklerde
neredesiniz bir bakar mısınız Allah aşkına.
İş yapsın, denetlesin, yönetsin diye
seçtiklerinize bir bakar mısınız lütfen. Neredeler, ne yapıyorlar. Bütün bunlar
olurken, iki cılız sesin dışında bir ses, tıs yok ama seçimlerde oylar
patlıyor.
Haydi hiçbir şeyden haberiniz yok. Allah
aşkına, bu toprakların bin yıl öncesinden bu gününe bir bakın.
Büyük Selçuklu, Anadolu Selçuklu,
Beylikler, Osmanlı. Bu devletler nerede sayın beyler, bayanlar?
Bu rehavetiniz neye, neden, niçin?
Papa bile o yaşta elinde asası ile Ortadoğu
kazanının altına iki odun atıp karıştırırken ve de sizin etkililer ve
yetkililer "e-ko-no-mi" ile uğraşırken ve dahi onların cepleri
doluyken, sizin bu rehavetiniz neye ve niçin?
Ben artık ataların sözlerine iyice
inanmaya başladım. "Mülk sahibi ile kaimdir (vardır)".
Şimdi Atatürk, Kurtuluş Savaşı şehit ve
Gaziler için bir kez daha içim yanıyor. Kan ağlıyor. Onlar bir birer "o
güzel atlara binip gitmişler" ve mülkleri sahipsiz kalmış.
Ve Yaşar Kemal'de mezarından hâlâ feryat ediyor. "Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık" diye. Ülkesine, toprağına bile sahip çıkamayan bu kadar çoğunluğu görünce, doğru mu söylüyor ne; demekten de kendimi alamıyorum da!..