İnsanoğlunun evriminin en önemli ölçütlerinden birisi de, kişilerin toplumsallaşması, sosyalleşmesi ve örgütlenmesidir.

 

   Bu ise önce aileyi, sonra topluluğu gelişince de toplumu oluşturur. Toplumların sosyalleşmesi ve örgütlenmesi bir üst yapıya gereksinim duyar ki, o da devlettir.

  

 Devlet ise toplumların bir ve birlikte huzur ve güven içinde olmalarını sağladığı gibi, yaşanan günde olduğu gibi gelecekte de güvenlik kaygılarını giderir.

 

    Kişiler de bunun karşılığında Devlete, vergi verir, askerli görevini yapar ve ona bağlılık duyar.

 

    Yurttaşların önemli sorumlulukları arasında bunlar kadar önemli olan bir başka husus ise bu işleri yapacak olan organizasyonu, yönetecekleri, yani iktidarı oyları ile seçerler. Yasalara uyarlar.

   

Devletin yurttaşlara olan görev sorumlulukları ise, bireyleri ve toplumun huzur ve güvenliğini sağlar.

 

    Toplanan vergileri ve ekonomik kaynakları doğru ve yerinde kullanarak ülkenin, toplumun ve bireylerin ekonomik kalkınmalarını, refahını ve iş güvencelerini sağlar.

 

     Anlayacağınız Devletin kişilere, kişilerin de Devlete karşı sorumlulukları ve ödevleri vardır.

 

    İşte burada Devlet ve Yurttaş kavramlarına dikkat etmek gerekir. Bilinen anlamıyla devlet nedir ve gücünü kimden yana kullanır.

 

   Her ne kadar görülmemeye çalışılsa da, alt üst, orta sınıflar gibi başka sözcükler ile tanımlanmaya çalışılsa da, bir toplumda sınıfların olduğu kesindir.

 

    İster sınıf, ister toplumsal katmanlar denilsin, bir toplum da emekçiler, çalışanlar ve sermayedarlar vardır, bir de bunların seçtikleri yöneticiler.

 

    Sınıf mücadelesi" veya "sınıf savaşımı" kavramını ilk olarak ortaya koyan Karl Marks’tır.

 

  1848 yılında Friedrich Engels ile birlikte kaleme aldığı "Komünist Manifesto" adlı yapıtında: "Şimdiye kadarki bütün toplumların tarihi, sınıf savaşımları tarihidir" derler. Marks'a göre, kapitalizmde üretici olan ama bu pozisyonuna karşın üretim araçlarının sermayedarların (özel mülkiyetin) elinde olmasından dolayı sömürülen işçi sınıfının, bu sömürüden kurtulması için burjuvazinin iktidarına son vermesi ve üretim araçlarını kamulaştırması gerekmektedir görüşünü savunur.

 

   Bu organizasyon bir devlet yönetimine, iktidarına gereksinim duyar, bu da yönetim erkini elinde bulunduranların ittifakı ile olur. Adı da Oligarşidir.

   

İlkel köleci toplumdan feodalizme, oradan kapitalizme geçilir iken, birçok savaşlar yaşanmıştır. Sermaye için olmazsa olmaz kararlarıdır.

 

    Yurttaşlık bilinci, sorumluluğu ve görevleri; Devletin yurttaşlara karşı görev ve sorumluluğu, bunu sağlayan yasalar.

 

    Dünyada bütün ekonomiler bir başka çıkar çevreleri ve ekonomik sistemlerin baskısı ve saldırısı altındadır.  Özellikle de ülkemizde 24 Ocak 1980 "ekonomik istikrar kararları" diye bilinen, kişi hak ve özgürlerinin kısıtlanması, devletin üretimden çıkarılması, eldeki maddi kaynakları yerli ve yabancı sermayedarlara "satılması" ile yepyeni bir devlet anlayışı ortaya çıkmıştır.

 

     İktidarların yurttaşlardan topladığı vergilerin yetersiz kalması, devletin elindeki kaynakların "özelleştirme" adı altında satılmasını getirmiş, zamanla da ucuz iş gücüne gereksinim duyulmasından dolayı, "göçmen, sığınmacı, ilticacı" adı altında Asya'dan Afrika'ya, Ortadoğu'ya kadar birçok ülke yurttaşının ülkeye gelmesine, zamanla da "vatandaşlık" verilmesine kadar gidilmiştir.

 

    Bir ev alarak binlerce Dolar getirenlere bile yurttaşlık verilmiştir.

 

    İşte bu süreç kişilerin devlete bağlılıklarında güven bunalımına kadar varmıştır. Gençler bir yolunu bulup yurt dışına gitmenin yollarını aramaya başlamışlardır.  Bu ise yetişmiş insan gücü kaybını doğurmuştur ama henüz pek de farkında olduğu söylenemez.

 

    Hastanelerde doktorların, okullarda öğretmenlerin, sokakta sıradan insanların sudan bahaneler ile öldürülmesinin en önemli nedenlerinden birisi de, kişilerin gelecek kaygıları, ülkelerine güvenlerinin kaybedilmesidir.

 

    "Ben öldüm, kim ölürse ölsün" noktasına gelmesi, kişilerin yurttaşlık bilinçlerinin kaybedilmesi ile başlamış, devlete bağlılık ise sorgulanır hale gelmiştir.

 

   Sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel bir çöküntü yaşayan toplum bireylerini de umutlandıramaz olmuş, bu güven kaybı ise silahlı saldırılara, insan öldürmelere, cana kıyılmalara ve mala zarar vermelere kadar varmıştır.

 

    Bir toplum kendi elleri ile kendini nasıl çıldırtır.

 

    Tarih bu Ortadoğu ülkesini acı bir şekilde anımsayacaktır!..

 

    Tarihe kanıt olarak çekilen bir sokak fotoğrafında kendinizi bulursanız şaşmayın. Çıldıran toplumun sevgili üyeleri.