İnsanlık ve toplumların tarihlerine bir bakacak olur isek, insanların ve toplumların yaşadığı tarihi süreçleri görürüz.

Bu çağlar öncesinden başlayıp ve günümüze kadar süren bir süreçtir.

Doğadaki bütün canlılar gibi "İnsan" denilen canlı da, birden fazla türünün olduğu bir canlı yaratık idi. Bu gün yaşayan türmüz ise, diğerlerini yok ettiği için, biz insanlar bu dünyaya egemen olduk.

Bir çok bilim insanı, "dünyanın ve doğanın gördüğü en korkunç canavar, insandır" derler!..

İşin bu tarafını "es geçip", insanın yaşadığı, geçirdiği toplumsal evrim sürecine bakalım.

Doğada, o geniş alanlarında hoyratça yaşarken, sayılarının artması, beslenme alanlarının daralması ile insanın, yaşadığı çevreden ilk göç serüveni başlar.

Bunu zamanla hem yaşadığı ortamın dış etmenleri hem de kendi türünün başka bireyleri ile paylaşılacak kadar çok şeyi kalmadığında, savaşmak, çatışmak zorunda kalması sebebiyle, birilerinin bir bölgeye hakim olması, birilerinin de yaşanılan o bölgeyi terk etmesi ile başlayan süreçtir.

Bu belki de, J.J Rousseau'nun, Toplum Sözleşmesi yapıtında söz ettiği, "ilk çitin çekilmesi" ile diye tanımlarığı sürecin başlangıcıdır.

İlk çitin çekilmesi, insanın, diğer insanlara sınır koyması demektir. Bu zamanla gelişecek ve oluşacak olan "Devlet" kavram ve sürecinin de başlangıcı olacaktır.

İşte toplumları değerlendirirken, bu ilk çitin çekilmesi sürecinden başlayarak değerlendirmek, belki de en doğru süreçtir.

Buradan başlarsak, toplumlar "Tarım, Sanayi ve Bilgi Toplumu" süreçlerini yaşayarak bugüne gelmişlerdir.

Tarım toplumu süreci, insanın doğal yaşamı için gereken ekim, biçim ve üretim süreçlerini yaşamış iken, sanayi toplumu süreci ile konu biraz daha uzak ve öteki insanları da ilgilendiren boyuta taşınmıştır. Daha fazla üretim ve ticaret süreci başlamıştır, bu sürece de "Sanayi Toplumu" süreci diyoruz.

Özellikle 1980'lerden sonra internet ve bilgisayar teknolojilerinde gelişmeler ile birlikte, toplum kendini birden Bilgi/ Bilişim Toplumu" içinde bulmuştur.

Hele hele 1990'lar ile birlikte, tüm dünyada olduğu gibi, ülkemizde de, topluma bilgi /bilişim toplumu denirken, çağa da, "Bilgi/ Bilişim Çağı" denilmeye başlanmıştır.

O yıllar çalıştığı Bakanlık, her yılın özelliğine bağlı bir "yıl" tanımı yapar ve tüm yurtta ve dış temsilciliklerde kutlar idi.

Bu kutlamların birisi de, "Bilgi Toplumu" ve "Bilişim Çağı" etkinlikleri olup, temel temalardan birisi de, "İNSAN OKUR!.." idi.

Daha önceleri yüzlerce, hatta binlerce yıl süren çağlar, son 30, 40 yıldır yıldırım hızı ile değişiyor, dönüşüyor ve gelişiyor.

2000 yılına girince de çağ, "Milenyum Çağı" oluverdi.

Hele internet'in her şeye sınırsız ulaşım sağlaması, bunun yanında bilgisayar teknolojilerinde de gelişmelere yol vermiş, 2000'ler, Milenyum çağında da, cep telefonları aracılığı ile bilgiye ulaşım ve kişisel işlemler, kişilerin ceplerine kadar girmiş, hatta ellerinden düşmez hale gelmiştir.

Buraya kadar her şey, kendi mecrasında olagan. Olağan olmayan ise, kişilerin sağlıklı ve doğru bilgilendirilmesini engelleyen sistemler ve doğru olmayan bilgi kaynaklarının daha yaygın kullanılmaya başlanması.

Konu geliyor ve dayanıyor, hangi bilgi doğrudur, hangisi yanlıştır.

Bilgiye ulaşım kişisel olduğuna göre, bilginin doğruluğu ya da yanlışlığının anlaşılması da, yine kişiye kalmış oluyor.

Sağlıklı ve doğru bilginin ne olduğunu öğrenmek, bilgi edinmek ise; öğretici sürecin ve kaynakların sağlıklı olmasına bağlıdır.

Özellikle "sanal ortam" denilen, bilgi dahil şey şeyin uluorta paylaşıldığı ortamda, kişilerin ve toplumun sağlıklı ve doğru bilgilendirilmesi gerekmektedir.

Burada en başta görevde DEVLETE DÜŞMEKTEDİR.

Şu soru sorulabilir, devlet, herkes için böyle bir şeyi nasıl yapsın?

Devlet, herkesin elindeki, masasındaki, bilgisayar, tablet, telefon gibi aletlere ve sınırsız kaynak kullanan internete nasıl yetişsin.

Doğrudur, bunu yapacak olan devlet değil, kişilerdir.

Peki burada devlete düşen görev, kişilerin ulaşacağı ağları ve kanalları denetlemek, temizlemek midir;

Yoksa, devlete düşen görev, sağlıklı ve güvenilir bir eğitim politikası ile eğitilen bireyler yetiştirip, sağlıklı ve güvenli bir toplum yaratmak mıdır?

Özellikle son 10, 15 yıldır çığırından çıkmış bulunan eğitim politikası, kişileri ve toplumu zehirleyip yok edecek doza doğru koşar adım yol almaktadır.

Bir Maden kazasında bile, tüm dünyada bu süreçlerin nasıl değerlendirildiği bilinir iken, bunun siyasi amaçlı bir dini söyleme dönüştürülmesi, din ve inanç açısından bile, hem insani, hem de toplumu geri dönülmez bir yola sokacaktır.

Sanayi toplumunun Kapitalist üretim aşamasını geçtiği, bunun da emperyalist bir üst aşamasında yol aldığı bilinmektedir.

Emperyalizm de sömürü demek olduğuna göre, devletler tercihlerini yurttaşlarından yana;

Yurttaşları da kendi tercihlerini başta kendileri ile birlikte ortak paydaları olan insanlar ve insanlık için kullanmalıdır.

Yoksa, Bilgi Çağı, Bilgi Toplumu olmak, bir hamasetten öteye geçemez!..