Geçenlerde bir arkadaşım, hatta akram bana "yazılarını okuyorum ama bir de güldüren bir şeyler yazsana" deyince, bugün öyle yazmaya karar verdim.

Bürokrasi muhteşem bir yerdir.

Meğer her gün sayfalarca yazılacak olay ve anı varmış da farkında değilmişiz.

Her ne kadar "Aşk Tesadüfleri Sever" bir film olsa da, yaşamın tesadüfleri, yaşanan günlerde ne kadar anlamlı, ne kadar insanı güldürür bilemem ama yaşanan bazı şeylere, şöyle bugünden bakınca, baya gülüyorum.

Bir Antalyalı olarak palaz pandıras Ankara'ya gitmiş, askerde kullanmadığım izinlerimi kullanırken, sınava girmiş, hatta birkaç yeri de kazanmışım, beni Antalya'ya tez elden götürecek bir kurumda çalışmayı seçmiş ve kağıt üzerinde askerliğin bittiği günün ertesi işe başlamışım.

Hey yavrum hey, ben kim, devlet memurluğu kim. Rüyamda görsem inanmam. Evin büyük oğlu olarak yazın, köyde anasının babasının tarla tokadını ekip biçip, çiftçilik, kışın da açılacak beyaz eşya dükkanın da tüccarlık yapacak birisi için, masal gibi.

Neyse işe başladık, bir gün Kurumun Genel Müdürü odaları geziyor, bizim odaya da gelip, "gençler, yeni projeler yapın bakalım" deyince, ben üç günlük memurluğuma bakmadan, iki proje söyledim.

Anlattığım projeler Genel Müdürün de hoşuna gidip, "sen benim adıma bu projelerin koordinatörüsün" deyince, iş çığırından çıkmış da benim haberim yokmuş.

O yıllar "devletin sakıncalısı", askeriyenin de "sürgün asteğmeni" olan ben, işe başlamıştım ama, adam gibi adam olun bu PAŞA (Şahap Ar), (ışıklar içinde uyusun, hani, benim ömrüm de senin olsun denilecek bir insandı) personel başkanın yeni işe girenlerden "güvenlik soruşturması" isteyelim deyince, "ben elemanlarıma güvenirim, ne soruşturması" der ve bizlerden güvenlik soruşturması istenmez.

Meğer yaşam, İnka yerlilerinin, o duvar yazısında, "İnsan plan yapar, kader gülermiş" dediği gibiymiş hayat.

Proje tamam da projenin bir tarafını da bir üniversite ile yürütmek gerekti. Eee benim tek bildiğim Üniversite, okuduğum Üniversite idi.

Dosdoğru, öğrencilik yıllarından da tanıdığım, hatta bana fakülte öğrenci temsilciliği için izin veren Prof Dr Emel Doğramacı'ya gittim ve projeyi anlattım. Çok heyecanlandı ve mutlu oldu.

Aradan zaman geçti ve beni, başka bir projem için başka bir kuruma yönlendirdi. Sonra o kuruma geçtim ve yıllarca çalıştım.

Evet, biz boş durmuyoruz, habire "zihni sinir projeler" üretip duruyoruz. Derken, yine Emel Doğramacı, beni hem akademisyen hem idari kadroda birisi ile tanıştırdı, bilgi desteği olabileceğimizi söyledi.

O yıllar birim başkanlığımıza da, aynı referans ile, daha sonra da hem ağabeyim, hem dostum olacak olan bir yönetici atandı.

Neyse, Emel Hanım'ın önerdiği yönetici- danışman olan kişi ile çalışmaya başladık. Çok da güzel projelerden, sonuçlar aldık.

Bir zamanlar, aylık, yıllık hükümetler kurulur, hükümetler yıkılırdı. Yine böyle bir dönem. Bakan ve yeni gelenler ile ilişkileri olan birileri, hemen yeni gelen ekibe gitmiş, bizleri görevden almalarını ve kendilerinin de bu işleri "çok iyi" yapacaklarını anlatmışlar.

Konudan haberdar olan bir Müsteşar Yardımcısı ve Teftiş Kurulu Başkanı, dönemin bakanı ile konuşurlar ve bizlerin haberi olmadan konu çözüme kavuşur, bizler projelere devam ederiz.

Daha sonra bir gün bu olayı bize birileri anlatınca, çok kızdık. Tamam ya "görevden alacaklar ise alsınlar" diye, horozlanıyoruz.

Bizim gün görmüş, deneyimli danışmanımız, gülerek biraz da karadenizli aksanı ile söyleyin çayları da size bir "al, alma" olayı anlatayım da gülün dedi.

Heman çaylar, kahveler geldi ve bizim danışman ağabeyimiz başladı başından geçen bir "al" olayını anlatmaya.

Malum kurumların dönem dönem büyük katılımlı toplantıları olur, Hacettepe Üniversitesinin de Antalya'da bir toplantısı olur.

Herkes bir bir otele giriş kaydı için bankoların önüne dizilirler. Bizim danışman ağabey de girer bir bankonun önüne ve görevli soror:

Efendim Adınızı alabilir miyim?

Bizim ağabey yanıtlar, Mahmut.

Görevli yine sorar, efendim soyadınızı alabilir miyim?

Bizim ağabey gayet sakin yanıtlar: Al.

Görevli, sorusuna yanıt verilmediğini düşünüp, yeniden sorar, efendim, soyadınızı alabilirmiyim?

Bizim ağabey, gayet sakin, tabi alabilirsin, "AL", der.

Görevli sorusuna yanıt verilmediğini düşünüp, biraz da sert bir ses tonu ile, beyefendi siz benimle dalga mı geçiyorsunuz, ben işimi yapıyor ve sizin kaydınız için isim, soyisim alıyorum, der.

Bizim ağabey, deneyimli yönetici hiç bozuntuya vermeden,

"Sevgili Güzel Kızım, benim adım Mahmut, soyadım da "AL, yani gerçekten AL, Mahmut Al" diyor.

Görevli şaşkın, ne diyeceğini bilemiyor, benzer olaylara alışkın bizim danışman ağabey sakin sakin görevliyi yatıştırıyor.

Odaya bir gidiyor ki, muhteşem bir deniz ve orman manzarası. Her tarafta çiçekler, çikolatalar ve içecekler.

Görevli, pot kırdığını düşünerek, bizim danışman ağabeyin gönlünü alıyor. Bizim ağabeyimiz de, bunu bize anlatıp, boş verin, onlar sizin gibi bir ekibi nereden bulacaklar, merak etmeyin sizin de odalarınıza neler gelir , neler, der.

Umarım Siz de, bir tebessüm almışsınızdır.