Atatürk'ün beslenme, yeme içme
alışkanlıklarıyla, karaciğer hastalığının ne yazık ki çok geç teşhisiyle,
hastalığın son safhasında teşhis konulmasıyla ilgili çok sayıda kitapta çok
sayıda anekdot var...
Çocukluğunda kuş palazına ve difteriye
yakalandı. Askeri lisede sıtma yakasına yapıştı ve hayatı boyunca sıtma
nöbetleri tekrarladı.1912'de Afrika'da bir harabeden düşen kireç
taşı parçası şiddetle yüzüne çarptı ve ömrünün sonuna kadar sol gözünde kalıcı
hasar bıraktı.1915'te Çanakkale'de göğsüne isabet eden şarapnel parçası
göğsünün üzerindeki saati parçaladı.1921'de attan düştüğü için 3 kaburga kemiği
kırıldı...
1923 ve 1927'de kalp krizlerini atlattı...
Kronik böbrek rahatsızlığı, kulak
egzaması ve kulak iltihabı vardı...
Atatürk vefatından aylar önce yaveri Salih
Bozok'a şöyle söyler: "Ben öleceğim Salih, çünkü benim hastalığım siroz.
Okudum, tetkik ettim, siroz insanı muhakkak öldürür. Ama hastalığım daha önce
tüm ayrıntılarıyla bana anlatılsaydı, o zaman bu işin başında önlemini
alırdım."
Atatürk'ün Donald Trump'ın büyükbabası
dahil yaklaşık 100 milyon insanı öldüren İspanyol Gribi'ne Şubat 1919'da
yakalandığını ve hayatta kaldığını Yılmaz Özdil Mustafa Kemal adlı kitabında
yazmıştı...
İlber Ortaylı’nın ve Can Dündar'ın
"Atatürk"ü konu alan kitaplarından öğreniyoruz:
"Atatürk, sigara tiryakisiydi. Kahve
müptelasıydı. Aşırı içki (rakı) hiçbir zaman içmezdi. İştahlı biri
değildi...Kurufasulye pilavı, tuzlu leblebiyi, peynirli omleti ve ayranı tercih
ederdi..."
Can Dündar'ın "Atatürk'ün Son 300
Günü" kitabının 47. sayfasında 22 Ocak 1938 Cumartesi günü Yalova
Kaplıcaları'nın yöneticisi Doktor Nihat Reşat Belger'in Bursa'daki Merinos
Fabrikaları'nın açılış töreni için Yalova'ya gelen Atatürk'ün hastalığına ilk
teşhisi koyduğu belirtilir. Karaciğerinin iflas ettiğini o güne kadar başka
hiçbir doktorun teşhis edememesi Türk halkı için çok büyük bir kayıptır, çok
büyük talihsizliktir. Ne yazık ki teşhiste de tedavide de çok geç kalınmıştı.
Doktor Belger anılarında bu olayı şöyle
anlatıyor: "Elle yaptığım muayenede karaciğerinin üç parmak kadar
büyüdüğünü anladım. Kaşıntının yemek ve içmekle ilgili olduğunu söyledim. O
güne kadar kendisine karaciğer rahatsızlığından hiç bahsedilmemiş olan Atatürk,
üzerinde bu sözlerim sürpriz tesiri yaptı. Ama belli etmeden, 'Şimdi ne
yapacağız' dedi. Yemek içmekten ne kastettiğimi anlamıştı. Perhize hemen
başlaması gerektiğini söyledim. Kaşıntısını azaltacak bir pudra verdim."
Çünkü hastalığı artık kontrol edilemez
tedavi edilemez hale gelmişti...
1948 yılında vefat eden Kardiyoloji
uzmanı, iç hastalıkları hekimi Profesör Doktor Neşet Ömer İrdelp'in 1937
yazında Yalova'da tepeden tırnağa muayene ettiği Atatürk'ün hastalığını teşhis
edememesi korkunç bir ihmaldir...