Bugün 10 Kasım...
Bugün de saatler 9'u 5 geçe bütün ülkede yaşam duracak desem de yaşam durmayacak. Göstermelik, içeriksiz törenler ile geçiştirilecek, resmi programlardaki "10 Kasım Atatürk'ü Anma Günü ve Atatürk Haftası" anma programları.
Yurtsever, vicdanlı insanlar, evlerinin balkonlarına astıkları bayrakları ve içlerine çöken hüzünleri, gözlerinden, yüreklerinden kanlar damlaya damlaya anacak, anlayacaklar Atalarını.
Ülkenin bir kısım insanları neden, kurucusu ve kurtarıcısına bu kadar kinci, bu kadar küs, bu kadar ihanet içinde olabilir ki.
Bir insan neden Atasını sevmez ki?
Hele hele, elin yabancıları:
Örnek, UNESCO. 1978'de yaptığı 20. Genel Konferansında, Anma ve Kutlama Yıldönümleri Programına G. Mustafa Kemal ATATÜRK’ü, Doğumunun 100. yıldönümünü sebebiyle almıştır.
Gerekçesi ise: "ATATÜRK, uluslararası anlayış, iş birliği ve barış yolunda çaba göstermiş üstün kişi, UNESCO’nun yetki alanlarında yenilikler gerçekleştirmiş bir inkılapçı, sömürgecilik ve yayılmacılığa karşı savaşan ilk önderlerden biri, insan haklarına saygılı, insanları ortak anlayışa ve devletleri dünya barışına teşvik eden, bütün yaşamı boyunca insanlar arasında renk, din, ırk ayrımı gözetmeyen, eşi olmayan devlet adamı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusudur."
Yunanistan Başbakanı Eleftherios Venizelos (1933) ise, "Bir ulusun hayatında bu kadar az sürede bu denli kökten değişiklik pek seyrek gerçekleşir... Bu olağanüstü işleri yapanlar, hiç kuşkusuz kelimenin tam anlamıyla büyük adam niteliğine hak kazanmışlardır. Ve bundan dolayı Türkiye övünebilir." derken,
İngiltere Başbakanı Winston Churchill (1938) ise: "Savaşta Türkiye'yi kurtaran, savaştan sonrada Türk Ulusunu yeniden dirilten Atatürk'ün ölümü, yalnız yurdu için değil, Avrupa için de en büyük kayıptır. Her sınıf halkın O'nun ardından döktükleri içten gözyaşları bu büyük kahramana ve modern Türkiye'nin Atasına layık bir tezahürden başka birşey değildir" der.
Daha önce de İngiliz Başbakanı (1916-1922) Lloyd George, çaresizliğini "İnsanlık tarihi birkaç yüzyılda bir dahi yetiştirebiliyor. Şu talihsizliğimize bakın ki, Küçük Asya'dan çıktı. Hem de bize karşı. Elden ne gelebilirdi!" diye ifade ederken, gönül gözü körler görmek istemede de tarih 20. yüzyılın dahisini Türk Milletine vermişti." diye anlatmıştı.
Atatürk, Dünyanın kaderinin değiştiği ender dönemlerin birinde yaşıyor, Kapitalizm de kendisine bir çıkış arıyordu.
Kocaman hantal devlet yapıları parçalanıp, yönetimleri kontrol edebilecek daha küçük ulus devletlere gereksinim duyuyordu.
Avusturya-Macaristan, Büyük Britanya, Çarlık Rusyası ile birlikte Osmanlı Devleti/İmparatorluğu da parçalanıyor ve içlerinden bir sürü küçük kukla devletler çıkartılıyordu.
Osmanlı Saray Hükümeti ile İtilaf devletleri arasında imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması ile Osmanlı Devleti fiilen bitiriliyor ve Sevr Antlaşması ile de Türkler, Anadolu'nun ortasına hapsediliyordu
Gerek Askeri Ateşe olduğu Avrupa'da gördükleri, gerekse de sosyal ve siyasi gelişmelerden çıkardığı sonuç ile, yapacağı tek şeyin bir "ULUSAL KURTULUŞ SAVAŞI" olduğuna inanmıştı.
Ve 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıkarak, süreci başlatmıştı.
Genelgeler, Kongreler ile Müdafa-ı Hukuk Cemiyetlerini örgütledikten sonra, Atatürk ve yurtsever arkadaşları TBMM'ni açıyor ve Ulusal Meclis, Kurtuluş Savaşını da buradan yönetiyorlardı.
Buraya kadar her şey olağandı. Ulusal Kurtuluş savaşı verilmiş, TBMM açılmış ve yeni Devletin kurulmuştu.
Ne zaman, Hilafet kaldırılıyor ve yasalardan şer'i hükümler çıkarılıp, yeni ilkeler doğrultusunda bir Anayasa hazırlanıp Devrimler yapılmaya başlanıyor, işte o zamandan sonra ATATÜRK'ü anlamada sorunlar başlıyor.
Peki bu sorunlar rastlantı mı? Elbette ki Hayır.
Atatürk'ün "dinsiz" gösterilerek Müslüman Türk insanının gözünden ve gönlünden düşürülmesi bir projeydi ve uluslararası dış ayakları da vardı.
Ortadoğu uzmanı Kurt Ziemke (Alman asıllı), 1930 yılında kaleme aldığı "Die Neu Türkei" (Yeni Türkiye) kitabında, Almanya’nın Türkiye’ye yönelik uygulaması gereken politika ve stratejisi anlatılmaktadır.
Bu strateji ve politikalara göre de: "İngilizler Musul’da hedeflerine ulaşmak için bir yandan Türkiye’deki ayrılıkçı hareketlere destek verirken bir yandan Kemalist akımın yayılmasını engelleyecek önlemlere başvurmuşlardır.
Yapılması gereken Kemalist Cumhuriyetin hem din düşmanı hem de Kürt düşmanı olduğu temasını ortaya atıp işlemektir" yazacaktır.
Oysa Atatürk, dünyada ilk olarak verdiği anti-Emperyalist Kurtuluş savaşının yanında, kurduğu Laik Devlet ve yaptığı Devrimlerle birlikte bir anlam ve önem taşır.
Yaşam gibi dönemlerin tarihlerini de öyle gönlümüz göre ya da işimize geldiği gibi tanımlayamazsınız.
Bu pandemi yılı ise ülkem ve yurtsever insanlar açısından Atatürk'ü anmak açısından bir sorun olacakken, resmi zevatın ise, baya inandırıcı gerekçeleri olacaktır.
Oysa Atatürk, bu ulusun kaderinde çok önemli bir yere sahiptir. O yüzden, onu her 10 Kasım’da anmak kadar, anlamak da gerekecektir
"Beni görmek demek, mutlaka yüzümü görmek demek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu yeterlidir." diyen Atatürk'ün hamasete gereksinimi yoktur, ama herkesin Atatürk'ü anlamasına gereksinim vardır.
Bu yüzden her 10-16 Kasım tarihleri arasında;
10 Kasım'da saat 9'u 5 geçe siren sesleriyle birlikte Türkiye genelinde 2 dakika süreyle Atatürk’ün anısına saygı duruşuyla başlayan haftada;
TBMM binası önündeki bayraklar hariç, Türkiye'deki tüm resmi binalarda ve ülkenin dış temsilciliklerde ki bayraklar, yas göstergesi olarak yine yarıya indirilerek başlayan haftada;
Başımızı ellerimizin arasında alıp, ellerin yabancıları bile neler derken, ATATÜRKÜ bir Türkiye Cumhuriyeti Yurttaşı olarak;
Anlasak mı? Ne dersiniz.