Sevgili Songül hanımla konuştuk, bu 30 Ağustos sersine devam
edelim kararı aldık. Haftaya kadar mesele soğuyacak, e. Necip milletin
çocukları balık hafızasıyla ünlü…
Bu arada şunu söylemek gerekir ki;
Bu konuda, bu yıl ilk
kez konuyu deşen gazete ‘Akdeniz Gerçek’.. Bu da böyle biline..
Geçen yazımızda Türk ordusunun komuta kadrosundaki fikir
uyuşmazlığının zirve yaptığı toplantıda kalmıştık. Ne diyordu ordunun en
sevilen ve sayılan komutanı Yakup Şevki Paşa;
Afyon’un güneyinden
yapılacak bir baskın taarruzun hazırlıkları Yunan keşif kollarınca tespit
edilirse baskın, baskın olmaktan çıkar. Ve eğer 24 saat içinde düşman cephe
hattı yarılmaz ise Eskişehir de ki yedek kolordusu yetişir. Bizim taarruz eden
birliklerin açık olan kuzeyinden dalar ve taarruz durdurur ve bizim için hatta
geri çekilme kaçınılmaz hale gelir. Yakup Şevki paşanın kötümserliği bu kadarla
da kalmıyordu, Paşa’ya göre saldırıya geçen 1. Ordu tamamen kaybedilir ve kendi
komutasında cılız 2. Ordu birlikleri çaresi geri çekilirdi öyle ki Ankara bile
terk edilirdi.
Mustafa Kemal, Selanikliydi, Makedonya dağlarının taviz
vermez dağlarında büyümüştü. Yakup paşaya şöyle söyleyecekti: milletin onca
fedakarlıkla verdiği kuvvet bu kadardı, sonuç bununla alınacaktı. Yakup paşa
ise ‘bu kararı alanlar tarih ve millet indinde sorumludur!’
Mustafa Kemal da ’O sorumluluk yalnızca bana ait!’ diyerek
tartışmayı noktalamıştı.
Bizim Cumhuriyet aristokratları yıllarca bazı gerçekleri
kendilerine sakladılar. Bütün bunlar uzun zaman anlatılmadı. Şimdilerde ’öyle
de böyle’ falan diyorlar.. İş işten çoktan geçti beyler!!
Sizin anlatmadığınız tarihi gerçekleri karşı taraf
çarpıtarak anlatıyor….
Yatacak yeriniz yok ya!!
Neyse konumuz o
değil…
Yunan ordusu İngiliz istihbaratının verdiği bilgiler ile
yetinmek zorundaydı. Ankara da Mustafa Kemal karşıtı muhalefet güçleniyordu. Evet,
Ali İhsan Sabis gibi sivri tipler -şimdilik- temizlenmişti ama bitmek
bilmiyorlardı. Rauf Orbay gibi Milli Mücadele’nin sütun adamları dahi, Mustafa
Kemal ve çevresinin karşısında yer almaktaydı. Yunanlılar kendi içlerinde bu
kadar bölünen Türklerin büyük bir taarruza hazır olmadığını düşünüyorlardı.
Acaba İngilizler gerçekten de her şeyi biliyorlar mıydı ve
daha önemlisi bildikleri ‘her şeyi’ Atina’ya aktarıyorlar mıydı?
Öte yandan Sovyetlerin savaş tecrübeli kurmay subayları Türk
ordusunun bu savaşı kazanması için kolları sıvamışlardı. Yunanistan’da Komünistler oldukça etkili bir
organizasyona sahipti ve kuşkusuz duydukları-bildikleri her şeyi anında
Moskova’ya iletiyorlardı. Onlar da bizimkilere.. Üstelik bu istihbarat
savaşında bir başka esas unsur da işgal altındaki Batı Anadolu topraklarında
yaşayan Türklerdi. Yunan ordusu ve ne yazık ki yerli Rumlar düne kadar komşu
oldukları bu insanlara karşı oldukça merhametsiz davranıyorlardı.
Yunan ordusunun morali hayli bozuktu, onlara iki yıldan beri
zafer sözü verilmişti, boşa çıkmıştı bu vaat.
Evlerinden uzak Anadolu kırsalında kan dökmek işlerine
gelmiyordu. Orduya sızan Komünist hücreler sıkı bir propaganda yapıyorlardı; en
iyi yol Barış idi, herkes biran önce evine dönmeliydi.
Bizimkiler nasıl becerdilerse, bu muazzam kaydırma
harekatını sorunsuz gerçekleştirmişlerdi. Yunanlıların en güçlü olduğu
siperlerin karşısına yığınak yapan 1. Türk ordusu silah ve asker olarak 40 km’ik
bir yarma hattında üstünlük sağlamıştı.
Ama tam da 26 Ağustos sabahı erken saatlerde iki Türk askeri
YUNANLILARA SIĞINARAK BÜYÜK TAARRUZDAN HABERDAR ETMİŞLERDİ.
Devam edeceğiz elbette. Ama ne Cumhuriyet Aristokratlarının
ağzıyla ne fesli zırzopların rüyasıyla.
Salt gerçeklerle…
Ama önce yukarda ki lafı tamamlayalım:
BAŞIBOZUK ASKER OLUR!!
‘YORGUN SAVAŞÇI’ ROMANINDAN.