Büyük Taarruz’a
hazırlanılıyordu. Meclis’te de yüreklendirici konuşmalar yapılması
kararlaştırılmıştı.
Hamdullah
Suphi Bey, ulusal bağımsızlık savaşını değerlendirirken “mukaddes cinnet” dedi.
[Türkçesi: “Kutsal çılgınlık.”]
Başkumandan
Mustafa Kemal, yanında oturana kızgınlıkla “Ne diyor bu?” dedi ve birden sesini
yükseltti:
“Ne cinneti?
Millî mücadele hesap işidir, hesap!”
Dilerseniz
bu sözü de Türkçesiyle yazalım:
“Ne
çılgınlığı? Ulusal savaş hesap işidir hesap!”
Meclis’te
Mustafa Kemal’in Başkumandanlığına karşı çıkanlar da çoktu.
Savaşın
hesaplarını çözümleyebilmek için günümüzün değme bilgisayar programları yetmez!
Hem içerde, hem dışarıda sürdürülen alçaklığa karşı ve Meclis’teki sinsi
darbecilere karşı sürdürülüyordu savaş!
Hem de hangi
ortamda? Moudros anlaşmasıyla ordu, haberleşme (bugünkü telekom), demiryolları,
yurdun toprakları, jandarması şimdikilerin ecdadınca düşmana teslim edilmişti.
Savaşçılara
halk desteği de neredeyse yok denecek denli azdı. Teslimiyetçilik ve ihanet
önde gidiyordu.
Yokluk ve
yoksulluk dönemiydi; gece-gündüz, aklın yolundan ayrılmadan ince ince örülen,
yönetilen Bağımsızlık Savaşı (Dikkat
“Kurtuluş Savaşı” değil).
En küçük savaş
hattında bile eldeki olanakların, tüm koşulların, her bir savaşçının, bir tek
merminin hesaba katıldığı savaş.
26 Ağustos
sabahına gelince: Öyle “Crazy Turks” [çılgın Türkler] birden şahlanarak öne
atılmadı. En küçük birliğin saldırı ya da savunma yeri, sayısı, görev sınırları
önceden belirlenmişti. Savaşçıların sayıları azdı; ama komutanları aklı başında,
20-24 yaşında gençlerdi!
En kilit
görevi, tam zamanında yerine getirenlere bir örnektir Kocatepe’ye birkaç Km
uzaklıktaki Kurtkayası’nda savaşanlar.
KURTKAYASININ ÇOCUKLARI TAM
ZAMANINDA...
Sultandağı
karşılarda; yamaçlarda yılan gibi kıvrılıp yükselen yol önümüzde. Afyon çok
gerilerde.
Son dönemeci
geçince sol yanımızda gökten yere atılıp da oturtulmuş ve birbirinin sırtına
binmiş, birbirlerine bakarak yarılmış yüksek, keskin kenarlı, dipleri yeşil-mor
yosunla kaplı kızıl kayalar…
Ortadaki en büyük
kayanın tepesi tıraşlanmış gibi düz. Düzlüğe sonradan konulmuş gibi duran,
kalın levha biçiminde bir başka kaya... İşte o kaya uzaktan, yere oturmuş,
başını göğe kaldırmış, uluyan kahverengi bir kurda benziyor; yani Kurtkayası!
Yola bakan
ön duvarda üç metreye bir buçuk metre boyutlarında bir mermer levhada 26-27
Ağustos 1922’de boğazı tutan 2500 kişilik Yunan garnizonunun tel örgülerini
parçalayarak, işgalcileri boğazdan Afyon’a doğru süren 8. Tümen, 131 Alay, 36.
Süvari Bölüğünün öyküsü anlatıyor.
Süvarilerin
görevi, 26 Ağustos 1922 sabahı Kurtkayası’ndaki tel örgülerden Büyükkalecik’e
doğru yerleşmiş 2.500 kişilik Yunan garnizonuna saldırarak Kocatepe'deki komuta
merkezini korumaktır. İlk top sesinden ne bir dakika geç ne de bir dakika erken
saldırılacak!
Bölük
komutanı Üsteğmen (savaş sonrasında Yüzbaşı) Agah Efendi. Onun yardımcısı Teğmen
(Sonradan Üsteğmen) Feyzullah’tır.
Kumandan Agah
Efendi, Kocatepe'den atılan topun sesiyle Kurtkayası’ndaki tel örgülere atılıp
geçerken vuruldu; ama kayanın altından boğazı savunan Yunanlılara doğru koştu.
İşte orada, derenin üst yanında, “İleri!” diye haykırırken alnından vurulup düştü.
Afyon'dan
gönderilen destek birliğiyle boğazı tutmaya çalışan Yunanlıları Kocatepe'ye
doğru geçirmemek için 26-27 Ağustos gecesi ve izleyen gün boyu savaşan 150
süvari, kayaların arasında, yolun bayırında çalı diplerinde toprağa düştüler. Öğleden
sonra yetişen 131. Alayın yardımcı güçleriyle aşağılara sürülen Yunan birliği
Afyon’a doğru kaçtı.
Büyükkalecik
Köyünden koşup gelen yaşlılar, kadınlar, çocuklar, Kumandan Agah Efendi ve onun
yardımcısı Feyzullah Efendi ile 100 süvariyi o yamaçta toprağa verdiler. Şehit süvarilerden 16-21 yaşında olanlar
çoğunluktaydı. Kırklı yaşlarında olanlar da vardı: Karadenizliler, Halepliler,
Egeliler, Akdenizliler, koyun koyuna; “Yerel tarih” safsatalarını
yalanlarcasına, bu yurdun moda deyimle “coğrafya” değil yurt olduğunu; tarihin
de ulusal tarih olduğunu kanıtlarcasına, yan yana, arka arkaya yatıyorlar.
En üst
terasta, birkaç basamak merdivenle erişilen, kubbenin altında, yan yana iki
kabir, kabirlerin arasında bir direk. Direkte, dalgalanan ay yıldızlı albayrak...
Kabirlerin mermerlerinde: Bayburtlu Ziver Oğlu Yzb. Agah (24), Sinoplu Ahmet Oğlu
Feyzullah (22)
Şehitlikte yatan 16-20 yaşlarındaki
süvarileri selamlarken Başkumandan’ın Bağımsızlık Savaşının bir “çılgınlık”
olmadığını, ince hesapla kazanıldığını haykıran sesini duyuyor, “İyi ki
süvariler, akıllıymışlar, sabırlıymışlar” diye mırıldanıyorum.
Şimdi Kocatepe
yolculuğum 16 yıl geride kaldı. O günlerden bugünlerin zifiri karanlığına dönmek
acı veriyor.
26
Ağustos'ta toprağa düşen çocukları yok sayanlar; 30 Ağustos'ta askerlerle
halkın bütünleşerek zaferi yaşatmasını yasaklayanlar!
Kocatepe'ye,
Conk Bayırı'na turistik geziler düzenleyenler...
Hatay
sınırına dayanan, Katar Şeyhinden, Arap emirlerinden, Arap Kralından, İran
Ayetullahından, Türkiye'yi yönetenlerden güç alanlar...
El-Kaide
bozuntusu el Nusra, Ahrar eş-Şam Dera katliamcısı Jeyş al-İslam -ABD-Rus-Kürt-
el Kaide, Humeyni Hizbullahileri...
Akdeniz’deki
adalarımıza yerleşerek bayrak çeken Yunan askerleri...
Daha da
çarpıcısı: "Kurtuluş Savaşı olmadı" diyen Afyonkarahisar Belediye
Reisi... Emirdağ işgal edilmedi; çünkü Yunan yönetici atanmamıştı diyen
muallim...
Her gün
nutuk çeken, bilgiç makaleler düzen emekli-emeksiz amiraller, paşalar...
Aklınca şu
ya da bu devletle sözde cepheler kurup da ham hayallerle Türk gençlerinin
aklını bulandıran yüce (!) önderler...
Ve daha
niceleri...
Ne ki
Kurtkayası Süvarilerini aklından ve gönlünden çıkarmayan bizim süvarilerimiz
ve...
Çökelez Dağı, 29 Ağustos 2017