Hani Cahit Sıtkı'nın o dizleri gibi mi olduk ne?

"Zamanla nasıl değişiyor insan!/ Hangi resmime baksam ben değilim" evet aynen öyle, bir de "Yalandır kaygısız olduğum yalan" evet doğrudur, "Bu güler yüzlü adam ben değilim", o da doğru.

Takvim yaprakları 1970'leri gösterirken daha çocukmuşuz. Ne bugünkü gibi işine geleni gösteren basın yayın kuruluşları ve organları var, ne de bu günkü gibi duyarsız insanlar.

Zamanla okuyunca 1970'li yılları, "15-16 Haziran" diye bir şanlı emekçi tarihi çıkıyor ama, bugünün emekçisinin neredeyse haberi yok. Bu günün emekçisinin çoğuna yabancı. Ne acı!..

Oysa sınıf bilinci olan emekçiler için, üzerinden 52 yıl geçse bile Türkiye İşçi Sınıfının en şanlı mücadele günlerinden biridir bu günler.

O yıllar dünyada olduğu gibi ülkemizde de özgürlük ve demokrasi rüzgarları esmeye başlamış, her ne kadar şekline ve idamlarına karşı dursam, katılmasam da, "27 Mayıs 1960 İhtilali" bu ülke tarihine en özgürlükçü Anayasayı armağan etmiştir.

Bu sayede, işçi hakları diye bir kavram ve bilinç toplumda ve emekçi kesimde karşılık bulmuştur.

Bu süreç, sermaye ve sermaye hükümetlerine korku salarken, emek ve demokrasi mücadelesi yürüten işçilere ve emekçilere ise kararlılık ve mücadele bilinci aşılamıştır.

Bu günden konuya ve olaya bakınca, ben neler yazıyorum ya diyorum ama yine de iki kişi okur diye de saf saf yazıyorum. Hem de "yine bu yaz güneyden" yeni gelmişken.

Neyse, o kısmını "es geçeyim"!.. Emekçiler duyarlı, aydınlar bilinçliymiş gibi davranayım. Dünyanın dört bir yanından toplanan insanların "mülteci, sığınmacı, ilticacı"ymış gibi sandırılarak, en yetkililerin dillerinden düşürmedikleri emek sömürüsünü görmezlikten gelerek, işsizliğin sebebini de "iş beğenmiyorlar"a bağlayarak işin içinden sıyrılalım da, moralimiz bozulmasın.

Bunları yazarken hem için acıyor, hem de gülümsüyorum. Düşünün, o günler, çalışma yaşamının ölüm, sömürü ve kölelik kokan uygulamalarına karşı, sınıf bilinci ile sesini duyurmaya çalışan, insanca çalışmak ve yaşamak isteyen işçiler, emekçilerin devlet güdümündeki "sermaye sendikacılığı"na karşı, işyerlerinde başlayan örgütlenmeler ile işçi direnişleri ve grevler çığ gibi büyüyerek, yurda yayılmaya başlayınca, henüz bu günkü kadar bilinçli ve örgütlü olmayan burjuvazi buna engel olup, "bir başka çözüm yolu" bulmak için çok geç kalmıştı.

Takvim yaprakları 1967'leri gösterirken, "işçi sınıfı bilinci" ile Devrimci İşçi Sendikaları (DİSK) kuruluyordu.

Dönemin Hükümeti, sermayenin baskısı ile harekete geçiyor ve "çalışma yaşamını ve temel sendikal hakları" düzenleyen "274 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Yasası" ve "275 sayılı Sendikalar Yasası"nda değişiklik yaparak;

Emekçilere, 1960 Anayasası ile sağlanan hak arama ve sınıfsal mücadele etme yasal hakları 11 Haziranda 1970’de yürürlüğe giren yasa ile ortadan kaldırılmak istiyordu.

DİSK’i de kapatmayı hedefleyen, “üçte birlik” olarak da bilinen bu antidemokratik yasa, CHP ve Türkiye İşçi Partisi'nin Anayasa Mahkemesine yapılan başvuruları ile 9 Şubat 1972'de iptal ediliyor.

Geniş ve güçlü bir örgütlenme yanında, işçi ve emekçi kesimde de büyük sempati toplamaya başlayan DİSK, işyerleri ve hükümet nezdinde görüşmelere başlasa da bir sonuç çıkmayınca;

İstanbul'daki bütün işyeri temsilcileri ve yöneticileri ile 14 Haziran 1970’te, Merter'deki Lastik-İş binasında toplanarak eylem kararı alır.

Bu karar her ne kadar İstanbul'da alınsa da, 15-16 Haziran’da bir çok kentte işçiler, işyerlerinde şalterleri indirerek, işyerlerini, fabrikaları boşaltarak gün boyunca sokaklarda hükümeti protesto eylemleri yaparak, DİSK'in yanında olduklarını duyurmuşlardır.

Ülke tarihinde başta İstanbul olmak üzere, 200'e yakın fabrika ve işyerinde, yaklaşık 150 bin işçi iş bırakmış, sokakta da sendikal örgütlerine sahip çıkmak için protesto gösterilerine başlamışlardır.

Başka Sendikalarda örgütlü (TÜRK-İŞ 1952 yılında kuruldu) işçilerin, DİSK'e bağlı sendikalarda örgütlü işçiler ile buluşmasını engellemek için fabrikaların kapıları kilitlense de, işçiler gün boyu fabrikalarında üretimi durdurmuşlardır.

İstanbul’da vapur seferleri iptal ediliyor, Galata Köprüsü kaldırılıp trafiğe kapatılıyor; Askeri birlikler merkezi yerlerde işçilerin yürüyüşünü engellemek için konuşlandırılıp, tanklar ve zırhlı araçlar ile barikatlar kuruluyordu.

Yaşanan olaylarda Yaşar Yıldırım- Mutlu Akü, Mustafa Bayram-Vinleks, Mehmet Gıdak-Cevizli Tekel Fabrikası işçisi ile semt esnafı Doğukan Dere ve Polis memuru Yusuf Kahraman da yaşamlarını yitiriyorlardı.

Hani çağlar iyiden ve güzelden yana gelişirdi. 1970'li yıllar 20. yy. Günümüz ise, 2000'li yılların ilk çeyreği, yani 21.yy. 20. yy da sınıf bilinci olan işçi ve emekçiden, 21. yy'da kendini "cep telefonu" taşıdığı için varsıl, her şeye sahip mutlu sanan, sandırılan "çalışanlara" evrilmiş de, haberimiz yokmuş gibi.

Bilmem ki!..