Bir yanda ailemle Ankara'da bir gün geçirmek,
diğer yanda belki sevdiğimiz bir kaç kişiyle görüşebilmek, bu arada kongre
fotoğraflarıyla da bir “Ankara Masalı” yazmak gerekiyordu. Sanırım hepsinden
bir nebze oldu. Özüm, annesi ve kardeşini Ankara'da gezdirirken ben salonunun
bahçesinde fotoğraf çekmekle meşguldüm.
Bir Ankara
yolculuğu daha bitti. Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) "Adalet ve Cesaret'"
sloganıyla gerçekleştirdiği 36. Olağan Kurultayı'ı için Ankara’daydık.
Bu yolculuk beni 1992 yılına götürdü. “Anadolu Yolları Karlı” başlığı ile yayımlanan
ve bana meslekteki ilk “Araştırma İnceleme Ödülü’mü kazandıran 750 km’lik
kamyon yolculuğunun finalinde Ankara’ya uğramıştım. Takvimler 26 Ocak 1992’yi gösteriyordu.
O gün “Ankara kar
altında, zemheri ayazıydı, yaz güneşi” mi o da ne? Gençlik Parkı’nın havuzu buz
tutmuş, ahali üstünde gezelemekte. Atatürk Spor Salonu’nda. Dönemin Antalya
Milletvekili Faik Altun aldı beni içeri. İlk kez çok ciddi bir platformda fotoğraf
çekip haber yaptım. Genel Başkan adaylarının biri Antalyalı ama çalıştığım
gazetenin pek de umurunda olmayan durumdu.
O Kongre
Baykal’ın kaçıncı kaybettiği kurultay hatırlamıyorum ama son oldu. Ardından
Baykal CHP’yi yeniden kurdu. Bu İnce’nin
kaybettiği 2. Kurultay.
Partinin üyeleri
için tahsis ettiği otobüslerden biri de Ankara'ya yola çıktık. İlkem sömestri
tatili boyunca antrenmandan antrenmana koştuğu için iptal ettiği “Abi ile
Ankara” düşünü bir geceye sığdırmak üzere bir gün önceden gitmişti.
Ankara’ya
otobüsümüz sabah saat 7:00 civarı vardı. Ben de bizimkiler eğlenceden henüz
dönmüş, yeni uyumaya başlamışlardı yoğun bir gündü dolu dolu yaşamam
gerekiyordu. Bir yanda ailemle Ankara'da bir gün geçirmek, diğer yanda belki
sevdiğimiz bir kaç kişiyle görüşebilmek, bu arada kongre fotoğraflarıyla da bir
“Ankara Masalı” yazmak gerekiyordu. Sanırım hepsinden bir nebze oldu. Özüm,
annesi ve kardeşini Ankara'da gezdirirken ben salonunun bahçesinde fotoğraf
çekmekle meşguldüm.
Sık sık dile
getiriyorum, havayı kokluyordum. Patron ile telefon görüşmesi yaptık. Durumu
sordu. “Dışardaki afişlemeye bakarsak İnce ama..” dedim. İçeriye girmedim,
niyetim de yoktu. Yok ben bazıları gibi defalarca yapılan güvenlik aramasından
şikayetçi olduğum için değil, olaya “dışarıdan” bakmak istediğim için. Bunu anlayamayanları
da anlamıyorum. Salonda ülkenin en iyi siyasetçileri, en iyi gazetecileri, en
iyi fotoğrafçıları var. Onlar zaten işini yapıyor. Akıllı telefonlarla zaten
hepimizin işi canlı iletişim.
Belediyelerin
kurduğu ikram çadırları, esnafın kurduğu seyyar çay ve köfte- ekmek
tezgahlarından yükselen dumanlar, duvarları süsleyen birbirinden “farklı”
afişler.
Beğenseniz de
beğenmeseniz de sonuçta ülke yönetimine etki yapsa da yapmasa da şu anda
birazcık olsun demokrasi varsa bu CHP'de yaşıyor. Düşünsenize bir tarafta
kocaman kocaman şehirlerin milyonca oy almış belediye başkanları, iki dudak
arasından alınan kararla görevden ayrılıyor. Bunu Bakan, hatta Başbakan
boyutunda bile yaşadık. Biri de çıkıp “ne istedin de vermedik” bile diyemiyor. CHP’de
ise her ne kadar parti içinde tartışılsa da (bence de artık vazgeçilmesi
gerekse de) delege seçimlerinden başlayan mücadele Parti Meclisi’ne girebilme
boyutuna kadar uzandı. Arena'nın duvarlarındaki değişik formattaki afişler,
adayların oy verecek delegasyona “son dokunuş” çabaları içimizdeki “hala bir
yerlerde seçim var” düşüncesini pekiştirdi.
Burada bana göre
aslolan, kongreden kimin galip çıktığı değildi. Hala “sandıktan kimin çıkacağı
belli olmayan bir kongreye gidiliyor” olmasaydı. Kızmak yok. Darılmak da yok. Yaşamıyor
muyuz? Antalya'dan bakın olaya, malum partinin ilçe başkanı belirlendi, on gün
sonra gerçekleşen kongrede sadece laylaylom yapmak kaldı.
Bitiriyorum şu
anda Türkiye'de demokrasi azda olsa varsa CHP'de yaşıyor. Tek adam rejimine
geçilmesi ile birlikte seçim sistemini unutacağımız, geçtiğimiz referandum da
YSK'nın dere geçerken at değiştirmesi ve birilerinin de “Atı alan Üsküdar’ı
geçti” diyerek durumla alay etmesi bu düşüncemi güçlendiriyor.