--Sık sık aklıma gelir ve yazarsam da sık sık anlatırım şu Güney Amerika'da ki önemli medeniyetlerden İnkaların bir gün görmüşünün "O kadar hızlı tırmanıyoruz ki, biraz oturup, ruhlarımızın bize yetişmelerine fırsat vermeliyiz" sözlerini.

--Memleketin Antalya olunca, el alemin tatil diye gittiği yerlere ben ve benim gibiler, düğün, bayram, ana-baba elini öpmek için yılda bir çok kere gelir- gider. Deniz de, kumsal da, antik kalıntılarda yaşamın bir parçasıdır çünkü.

--Hani Cem Karaca "Yarım Porsiyon Aydınlık" şarkısında "Bu yaz yine güneydeydiniz/ Bol rakı güneş ve deniz/ Her şey bir harikaydı ancak /Yerli halkı beğenmediniz/ Burda da orda da o aynı barlar/ Hep o yarım porsiyon aydınlık/ Aynı çehreler aynı laflar

Vallahi hiç değişmemişsiniz" der ya. Evet, bir şeyler hiç değişmemiş, ama değişenler de bozulmuş. Keşke hiç değişmeseydi.

--Temmuzdan başlayarak orman yangınları, dünya salgını COVIT Coronavirüs, işler, güçler derken Akdeniz'i de, Ege'yi de bir baştan bir başa dolaştım, sivil toplum kuruluşlarının, kent konseylerinin toplantılarına katıldım.

--Anlayacağınız bu yaz "naçiz/değersiz" bedenim az güneş ve deniz suyu gördü. Ama ayaklarım bol bol gezdi, kulakların en turfanda lafları dinledi, halkımızın "Bir porsiyonluk aydınlarının" ne kadar da "çok önemli, değerli" şeyler bildiğini oturduğum kocaman kocaman salonlarının bomboş salonlarında gördüm, üzüldüm ve çokça da düşündüm. Düşündüm. Düşündüm.

--Yıllarını bürokrasinin derin dehlizlerinde geçirmiş, çok önemli projelere imza atmış, emek vermiş, ülke kamu yönetiminin en tepe noktalarında bürokrat olarak çalışmış ve de  "Yedinci ok" ve "Stratejik Planlama ve Teori" Düşünce topluluklarını akademik, bürokratik ve sivil camiadan arkadaşları ile kurmuş ve yönetmiş birisi olarak, çok üzgünüm ki bu yaz Ankara'ya çok mutlu ve umutlu dönemeyeceğim.

--Ürettiğiniz projeler siyasilerce iç edilip, kes kopyala yapıştır yapılarak proje, fizibilite yapılıyorsa, halkın da sağdan soldan duydukları ile bu toplantı salonlarında, mikrofonlara boş boş, anlamsız konuşmasının ne sorunu olabilir ki?

--Ülke gerçekten yanıyor.

--Siyasi iktidar değil ama, ona oy verenler farkında mı bilemem ama, hayat pahalılığını, asgari ücreti falan geçtim, ülkenin dağları, ormanları, sahilleri, dereleri talan ediliyor.

--Bir kaç yıla kalmaz parasız temiz denize girilecek sahil kalmayacak. Parası olmayanın sahili olmayacak.

--Haa, birisi diyebilir "atma kardeşim ya, o zaman bu sahillerden kimler yararlanacak, kimler yaşayacak?" diye.

--Evet, haklı olabilir. O zaman, size şunu anlatayım.

--Çalıştığım bakanlıkta, Avrupa'dan ve dünyanın birçok ülkesinden gelen etkili ve yetkililerin katıldığı toplantıda anlattıklarına o zaman pek bir anlam verememiştim.

--"Türkiye, HİZMET SEKTÖRÜNE AĞIRLIK VERMELİ".

--Yani o zaman diyorlarmış ki, "kardeşim bırak sanayileşmeyi, bırak onu bun, sen Avrupa ve Dünyadan gelecek insanlara hizmet et ve biz de sana para verelim.

--Evet, o sahiller yakında parası olan yerli ve nasıl olsa "Dolar" ceplerini dolduruyor yabancılara tahsisli gibi olacak.

--Ayrılan bir kaç metrelik kumsalda da, şemsiye sığdıracak yer için ne kavgalar olacak, ne kavgalar. Sabredin, göreceksiniz.

--Toplantılar demiştim, halk haklı ve dertli.

--İktidarın ise hiç bir şey umurunda değil artık. Nerede ne var ise son hamle!.. Ve işin enteresan tarafı, neyi kimin ile ve nasıl yapacaklarını çok iyi biliyor ve planlıyorlar.

--Sorunu çözmesi gerekenler ise, işin hamasetinde.

--Sorun söyleniyor, konuşuluyor ama, önerilen çözümler gerçekçi değil. Yönetenlerin mantıkları, yasal yaklaşımları ile, çözüm üreteceklerin mantıkları ve yasalara bakışları ve uygulama bekleyişleri çok farklı.

--Hani bir fıkra vardır, anne(halk) evde uyur, baba(iktidar/patron) çocuğun bakıcısı(emekçi) ile "aşna-fişne" yapar, çocuk da altı pislenmiş ağlar. Bunu gören büyük oğul, halk uyuyor, yönetenler/ patron emekçiyi beceriyor, ortalığı ise "mok götürüyor", diye.

--Üzgünüm ama, görünen bu fıkra gibi. Sanırım herkes kendi durumunun farkında değil ama  bir başkasının yerine koyuyor gibi.

--Yazın ne çok şey de gözlemlemişim ya!..