İnsanoğlunun evrimleşmesinin en güzel yanı, yaptıkları, ettikleri değildir, DÜŞÜNEBİLMESİDİR!..
Bütün canlılar bilimsel olarak tanımlanır ve sınıflandırılırken, sadece insan için "düşünen, hayvandır" denilir.
Böyle iki sözcüklü bir tanımın içinde, bir insanın hoşuna giden, bir de ireti sözcük vardır.
Düşünmek, yapmasa da herkesin hoşuna gider ama "hayvanlık" ise biraz evrimleşmemeyi, daha ilkel bir durumu anlattığını düşündüğümüzden, pek hoşumuza gitmez.
O halde nedenine birlikte bakalım.
Demokrasi, insanoğlunun yönetimde en iyi, en adil ve en denetlenebilen yönetim şekli olarak tanımladığı sürecin adıdır.
Dünyanın sanayileşmiş, gelişmiş, çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmış ülkeleri gibi, az gelişmiş, gelişmemiş, geri kalmış, hatta geri bıraktırılmış ülkelerinde de "demokrasi" denilen yönetimler vardır.
Birisinde, özgürlük ve insan hakları en azından tanımlandığı kadarı ile olsa da vardır.
Diğerinde ise, yasalarında ve anayasalarında olsa bile uygulama da sadece belirli kişiler, sınıflar için vardır.
İlk çağlarda, şehir devletlerindeki Demokrasinin eleştirilen en önemli yanı, toplumun soylular/asiler ve köleler olarak ikiye ayrılıp;
Demokrasinin seçim ve olanaklarından sadece bu ilk toplumsal kesimin yararlanması ile sınırlı olmasıdır.
Zamanla, Demokrasinin ve yönetimlerin bu olanlardan yararlanamayan bir kesim daha ortaya çıkmıştır.
İlk toplumun sadece avcı ve toplayıcı olmasının yanında, belirgin iş bölümü ve sınıfsal bir ayrımı yoktur.
Tarım devrimi ile toprağa bağlı bir köylülük ortaya çıkmıştır.
Sanayi devrimi ile de işçi, emekçi sınıfı ortaya çıkmıştır.
Köylüler, 1789 Fransız Devrimi ile yönetimdeki soylulara karşı devrimi örgütleyen burjuvazi sayesinde bazı hak ve özgürlükler kazanmıştır.
Aynı durum, gelişmiş sanayi ülkelerinde de yine burjuvazinin sayesinde işçiler için de geçerli olmuş, işçiler sendikalar bünyesinde örgütlenmişlerdir.
Emeklerinin karşılığını bu sayede almışlardır. Köylüler ise, bu aydınlanmadan pek paylarını alamadıkları için, feodal düzen ve yapı içinde statükocu ve muhafazakar kalmışlardır.
Bu durum, iktidarda olanların da işine gelmiştir.
İnsanlık tarihinde inanç, toplumsal yapının olmazsa olmazı olmuştur. Özellikle Ortadoğu ve kıta Avrupası’nda, zamanla da Amerika ve Afrika'da tek tanrılı dinler, yönetim ve siyasi iktidarların en önemli can kurtarıcısı olmuştur.
Dünya ekonomik sistemi, varlığını sürdürebilmek için, mutlaka Siyasi iktidarı el altında tutmak zorundadır.
Feodal düzende krallar, imparatorlar kendilerine bir soylu sınıfı yaratırken;
Kapitalizm, yerine ve zamanına göre farklı toplumsal kesimler ile ittifak yapmış ve iktidarını paylaşmıştır.
Osmanlı İmparatorluğunun yıkılmasından sonra kurulan Türkiye Cumhuriyeti de, kendi burjuva sınıfını oluşturmuş ve "Milli Burjuvazi" denilen bir sınıf yaratmıştır.
Çağdaş dünyanın değerleri ile donatılmış bu sınıf, ülkenin gelişmesine ve çağdaşlaşmasına da öncülük etmiştir.
Dünyada esen "özgürlük ve demokrasi" rüzgarları ülkemizi de etkilemiş, "68 GENÇLİĞİ/ KUŞAĞI" diye anılan bir kuşak yetişmiştir.
Dünyada esen bu eşitlik ve özgürlük rüzgarından rahatsız olan ABD, ülkemiz dahil her yerde kendi düzenini korumanın önlemini almıştır.
Bu süreç bizde, 24 Ocak 1980, Ekonomik İstikrar Kararları" ile başlayıp, 12 Mart ve 12 Eylül ile sürmüş;
2000'lere gelindiğinde, uluslararası sermaye ve Amerika ise ülkemizde yepyeni bir İktidar yaratmıştır.
Bu iktidar ise, kaynağını aldığı İslami kesimden kendi burjuvazisini yaratmıştır.
Yurtiçi ve yurtdışı kaynaklar ile desteklenen ve beslenen İktidar, varlığını sürdürebilmek için daha da çok İslami kesime yaklaşmış yer yer cemaatlere teslimiyete kadar da gitmiştir.
Kaynağı ve varlık sebepleri uluslararası sermaye ve Vahabi Arap ideolojisi olan bir kesim, özellikle son yıllarda iktidarın da hoşgörüsü ve desteği ile ülkenin her tarafında örgütlenmiş ve iktidarı etkileme aşamasından, belirleme aşamasına geçmiştir.
Sanal ortamda yayılan video ve paylaşımlar açıkça İslam Şeriatı ve Şeriat Devleti'nin korunması ve kollanması gibi bir saçmalığın yaygarasına kadar işi götürmektedirler.
14 Mayıs seçimleri ile daha da umutlanan bu kesimler, 28 Mayıs Cumhurbaşkanlığı seçimleri için canhıraş çalışmalarını sürdürmektedir.
Millet İttifakının lideri CHP ve CB adayı Kemal Kılıçdaroğlu, ittifakları ile sürecin başarılı bir şekilde çalışmaktadırlar.
Yurttaşlar gerek bireysel olarak gerekse de sivil toplum örgütleri ile dayanışarak muhteşem bir süreç yönetmektedirler.
Yurttaşların ve Sivil Toplum Kuruluşlarının bu çabaları, Siyasi Parti, siyasetçi ve etkin ve yetkin çevrelerin, kamunun ve devletin yapması gerekenleri yapması, adil ve eşit şartlarda tarafsız bir CB seçim süreci yönetmesi için önlemlerini titizlikle alması gerekmektedir.
Kimin ne kadar umurunda şimdilik pek belli değil ama,
28 Mayıs'ta yapılacak CB seçimleri Millet İttifakı adayı Kemal Kılıçdaroğlu tarafından kazanılmaz ise, olacakları görmemek için ya kör ya da ...... olunması gerekmektedir.
Siyasilerin sanal ortam şovları ve TV tiratları ötesinde, devletin seçim sürecini çok iyi gözlemesi ve izlemesi görmektedir.
Yoksa, "Hiçbir şey olmamış ise de bir şey olacak" ve "atı alan Üsküdar'ı geçecek" ve de "adam CB olurken" ülkenin halini bile düşünmek istemiyor, duyarlı e Yurtsever yurttaşlar.
Siyasiler, bunun farkında mı!..