Öncelikle üniversite yöneticileri, sonra meclis üyeleri ve hepsinden önce Dışişleri yetkilileri bu işi ne denli ciddiye alıyorlar?
Türk bilim adamlarının İngilizce, Fransızca bilimsel yayınlarını neden görmezden geliyorlar?
Neden onlara danışmadan rasgele açıklamalar yapıyorlar?
Ermeni yazarlar birçoğu ikna olmuşlar. Ne ki, Türkleri ve T.C. devletini yönetenleri inandırmak daha zorlaşmış gibi.
Davalar tarihe bırakılamaz, yerinde ve zamanında savunma ister; çünkü bu işler bir varolma davasıdır. Bu dava, mahkemelerde görülmektedir. Gelecekte ortaya sürülecek tazminat-toprak isteklerinin alt dosyaları oluşturmakta, etnik ayrıştırma sürecinde başka iddialara da zemin hazırlamaktadır.
Daha şimdiden "Rum tehciri" adını taşıyan kitaplar İstanbul'da yayınlanmaya başlanmıştır.
Hepsinden daha önemlisi mahkeme konusu olan davalar, tarihe bırakılacak "think tank" işi ya da "sivil" toplumların "workshop (atölye)" işi değildir.
"Tarihe bırakalım" demek, iddiaları dolaylı olarak üstlenmek, dahası ülke gençliğini kuşkuya düşürmek, değil midir?
Bağımsızlık savaşı günlerinde, olanakların en kısıtlı, saldırı cephesinde çatlaklar oluşturmanın en yaşamsal önemde olduğu günlerde şu değerlendirme yapılırken, eğilip bükülme ya da tarihe bırakma görülmemiştir:
"(..) İslam ve İslam olmayan Türk yurttaşları arasında hiçbir ayırım yapmıyoruz. Böylece Rumların ve Ermenilerin düşmanla birlikte yurt hainliği yapmadıkları sürece kaygılanacakları bir durum yoktur. Düşmanca iftira atanların büyük abartmaları dışında, Ermenilerin tehciri işi kesinlikle şu gerçeğe dayanmaktadır:
Rus ordusu, 1915'de bize karşı büyük saldırısını başlattığı sırada, çarlık güdümünde bulunan Taşnak Ermeni komitesi, savaşan birliklerimizin gerisindeki Ermenileri ayaklandırmıştı.
Düşmanın sayı ve araç üstünlüğü karşısında çekilmek zorunda kaldığımız için, kendimizi iki ateş arasında kalmış görüyorduk. Lojistik (ikmal) ve yardım konvoylarımız acımasızca öldürülüyor, yollar bozuluyor ve Türk köylerinde terör sürdürülüyordu.
Bu cinayetleri işletenler ve yanlarına eli silah tutabilen bütün Ermenileri alan çeteler, silah, cephane ve yiyecek sağlanmasını, büyük devletlerin barış döneminde kendilerine kapitülasyonların kazandırdığı imtiyazlardan yararlanarak bu amaç doğrultusunda, Ermeni köylerinde oluşturdukları büyük stoklardan yaparlardı.
İngiltere'nin barış döneminde ve savaş alanından uzak İrlanda'ya uygun gördüğü uygulamaya ilgi göstermeyen dünya kamuoyu, Ermeni halkın tehciri konusunda almak zorunda kaldığımız karar için bize karşı tutarlı bir suçlamada bulunamaz. Mustafa Kemal- TBMM Başkanı"
Bu açıklama, Philadelphia'da yayınlanan Public Ledger adlı gazetenin yönelttiği sorulara 25 Şubat 1921'deki yanıttır.
Oysa Avrupa Parlamentosu, Atatürk'ün 1921'de soykırımı kabul ettiği yalanını kanıt olarak ileri sürüyor.
Ve görülüyor ki, bu tür davalar, "kabul edilemez" gibi yumuşak, ikircikli, baştan savma, sözde karşı çıkışlarla değil, ulusal davaların gerektirdiği sorumluluk bilinciyle savunulur! Tıpkı, Atatürk'ün yaptığı gibi!
Yaşamsal davalar açıklıkla savunmayı gerektirir! Hele, hele, egemenliğe yönelmiş yabancı misyon kararları, kınamakla, ayıplamakla, "Aman incitmeyelim, bizi almazlar" anlayışıyla değerlendirilemez.
Tıpkı geçmişte olduğu gibi, apaçık yalanlara dayanan kararları alan sözde demokratlarla ortaklık ilişkisine girmek, sahtekârları muhatap kabul edip, temsilcilikler açmalarına göz yummak, yurdumuzda 'azınlık hakları konferansı' düzenletmek, tarihe bırakılacak denli, basit ve bağışlanabilir bir hata değildir!
Ayrıca unutmamalıdır ki, bugün 90 yıl öncesinin olaylarını çarpıtarak, Türkiye'yi soykırımla suçlayan Amerika ve özellikle Batı Avrupa ülkelerini yönetimlerinin uyguladıkları ya da uygulattıkları soykırımlar sonucunda kanlanan elleri henüz kurumadı.
Son on yılda Afrika'da oynadıkları oyunlara bakmak yeter de artar bile. İşte bu nedenle, savunmanın ya da aklanmanın en geçer yolu, mağdur ülkelerle dayanışmayı yükseltmek, karaçalıcıları kendi suçlarıyla yanıtlamaktır.
Cumhurbaşkanı başta olmak üzere, tüm yöneticiler konuşurlarken, ne denli iyi niyetle söylenmiş olursa olsun, her sözcüğün, yarın karşımıza yeni sahteciliğin belgesi olarak çıkarılacağını düşünerek, özenli davranmalıdırlar.
Atatürk'le ilgili sahtekârlığı, bile bile, karar metinlerine geçirmekten çekinmeyenlerin yapamayacakları şey yoktur.
Hataları yinelememek için, yapılacak ilk iş, ulusal davalarda öncelikle Türk bilim adamlarının görüşlerine, onların emek verdikleri yayınlarına başvurmak ve bu yayınları gereken yerlere ulaştırmaktır. Ayrıca Türkiye Cumhuriyeti'ni yurtdışında, ticari, kültürel, diplomatik alanlarda temsil edecek olan kişi ya da heyetler, bu konularda özel olarak eğitilmelidirler.
Bu yurdun nimetlerinden, halkın emeğinden yararlanan işadamları da, Yunan-Amerikanlara Türkiye'yi eleştiren raporlar sunmak yerine, önce kendilerini eğitmeli ve sonra da tüm ilişkilerini ulusal davalara uygun olarak yürütmelidirler. Unutmasınlar ki, onlar da bağımsız, egemen bir yurda gereksinirler.
20.6.2001, The General, 2010