Dünyayı saran koronavirüs salgını
nedeniyle ülkemizde alınan önlemler bağlamında; 65 yaş üstü yurttaşlar için
sokağa çıkma yasağı (Gönüllü Ev Hapsi), iç ve dış seyahatlerin kısıtlanması,
toplumsal ve kamusal tüm etkinliklerin ileri bir tarihe ertelenmesi yanında,
üstüne üstlük zaten var olan sosyal ve ekonomik krizin de giderek arttığı
tarihsel bir süreçten geçiyoruz.
Ancak hemen belirtelim ki
böylesi sancılı günlerde asla umutsuzluğa kapılmadan birlik ve dayanışma içinde
hareket ederek; herkesin aklın ve bilimin öncülüğünde üzerine düşeni yapıp
kurallara da mutlak uyması durumunda, insanlığın bugün bir Pandemiye (geniş
alanlara yayılması önlenemeyen salgına) dönüşen bu küresel sorunun da
üstesinden geleceği ve tüm zorluklarına karşın, yeniden sağlıklı günlere
kavuşacağına inanıyoruz.
İnanıyoruz çünkü, bu salgına
neden olan ve Dünya Sağlık Örgütü tarafından “Yeni Covid-9” olarak
tanımlanan virüsün de insanın yaradılışından beri doğada var olan, kimi zaman
savaşarak kimi zaman da barış içinde birlikte yaşadığı mikro organizmaların (virüs,
bakteri, mantar) bir türü olduğu, insanları yok etmeye odaklanmış azılı
bir “düşman” da sayılmadığı halde, ölümlerin başat nedeni ve
birincil derecede sorumlusu olduğu da söylenemez sanırız.
Sorumlu Kim?
Saygın bilim insanlarının
açıklamalarından, ölümlere evrim geçiren bakteri ya da virüslerin değil;
insanın bağışıklık sistemindeki açıkların neden olduğu ve bunların da öteden
beri aşı ve ilaçlarla giderildiği bilinirken, gerekli önlemleri almayan ya da
alınan önlemleri gelir – gider hesapları ya da siyasal amaçları uğruna,
virüslerin panzehiri olan aşılar üreten köklü sağlık kurumlarını kapatan sığ ve
gerici yönetimlerin sorumluğu olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Nitekim tarihte de veba, kolera,
ebola, enflüanza gibi salgın hastalıklarla karşılaşan insanlık, mikro
organizmaların biyolojik yapılarını bozan aşı ve ilaçlar üreterek, insanın
bağışıklık sisteminin bunlara karşı direncini sağlayıp ölümcül etkilerini
tarihten silmeyi başarırken, bugünkü bilişim ve teknoloji çağında bir virüse
teslim olup önünde diz çökmesinin, kabul edilebilir hiçbir özrü/mazereti
olamaz. Hele 18 yıldan beri sağlıkta getiri – götürü hesapları üzerinden
politikalar yürüten bir iktidarın! Yaptıklarının günahı da sevabı da üzerlerine
olsun!
Umut Veren Gelişmeler
Bugün koronalı günleri sonlandırmak için
büyük bir özveri ile çalışan can dostu Tıp Bilim adamları ile sağlık
çalışanlarının cansiperane çabalarına, ülkemizin önde gelen Sosyal
Bilimcilerinin de geçtiğimiz günlerde, devletçe alınması gereken önlemleri
içeren bir çağrıda bulunarak sürece katıldıklarını, Halk Sağlığı ve Sağlık Hukuku
uzmanı sayın Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın web sitesinde (ahmetsaltik.net) yaptığı
paylaşımlardan öğreniyoruz.
Ayrıca onun, Sağlık Bakanlığınca
oluşturulan Bilim Kurulunda yer almamasına karşın; daha sürecin başından beri
bilim adamına yaraşan sorumluluk duygusu ile hareket edip sitesinde paylaştığı
yazı, duyuru ve bilimsel önerileri, ayrıca çeşitli TV izlencelerinde yaptığı
söyleşilerle de sürece dışarıdan katkıda bulunduğu; yine ilk günlerde yapılan
günlük test sayısını yetersiz gördüğünde de daha çok test yapılması için çığlık
çığlığa “Test Yapın!..” uyarıları üzerine, günlük test
sayısının yetkililerce arttırılmasıyla olumlu sonuçların sağlandığı
görülmüştür.
Yine elektronik cihaz üretimi
yapan ünlü bir şirketin çatısı altında toplanan yüzü aşkın seçkin
mühendisimizin ürünü olan ve hastalığın sağaltımında (tedavisinde) yaşamsal
derecede önem taşıyan Ventilator (solunum cihazı) üretimine
başlanması ve bunun gibi daha birçok olumlu gelişmelerin yaşanmasıyla halk
arasında kendiliğinden ortaya çıkan dayanışma iradesinin de şahlanarak
yükselişe geçmesi, umutlarımızın pekişmesine neden olmuştur.
Sosyal Bilimcilerin, "Bugün
tüm dünya sağlığın, eğitimin, temel ihtiyaç maddeleri üretiminin serbest piyasa
süreçlerine terk edilmesinin bedelini ödüyor" savsözü ile
başlayıp, Yirmi İki maddede dile getirdikleri ve bugünkü koşullarda
sürdürülebilir kalkınma yerine sürdürülebilir bir yaşamı gerçekleştirmek
amacını güden akılcı önerilerine biz de aynen katılıyoruz. Ancak şu günlerde
halk arasında baş gösteren geleceğe yönelik kaygıların, ileride Koronafobi
paniğine dönüşmesi olasılığına karşı, son derecede önemli gördüğümüz dayanışma
iradesinin kırılmaması için bunların da savsaklanmadan yaşama geçirilmesi uygun
olacaktır.
SONUÇ
Bu süreçte asla
unutmasın ki salgın hastalıklarla savaşın en etkin silahı; donanımlı F-35 savaş
uçakları ya da güdümlü S-400 füzeler değil; ancak hiçbir
siyasal görüşün etkisinde kalmadan, salt bilimsel akılcılığın aydınlığında
oluşan toplumsal birlik ve dayanışma iradesidir.
Bu bağlamda, iki büyük kentimiz
Ankara ve İstanbul BŞ. Belediyelerinin, süreçten etkilenip mağdur duruma düşen
dar gelirli yurttaşlar için başlattığı Bağış kampanyasının, toplum içinde geniş
bir kabul ve destek görmesi de bu iradenin somutlaşmış bir örneği olarak,
insanlık tarihinde saygın yerini alacaktır elbet.
NOT: Toplumsal Dayanışmaya Darbe!
Tam da bu yazımızı tamamladığımız sırada,
anılan Belediyeler ce yürütülmekte olan Kampanyaların İçişleri Bakanlığınca
yasaklanarak, banka hesaplarının bloke edildiğini; TV’den yansıyan haberlerden
esef ve şaşkınlıkla öğrenmiş bulunuyoruz. Sıcağı sıcağına şunu belirtelim ki
Bakanlığın akıllara durgunluk veren bu Kararı, yukarıda anlatmaya çalıştığımız
salgınla savaşta ortaya çıkan toplumsal dayanışmaya vurulan kindar ve acımasız
bir darbe olmuştur aslında… Siyasal iktidarın bu “hükümet tasarrufuna” karşı
görüşlerimizi de affınıza sığınarak gelecek yazımıza bırakırken, herkes için
sağlıklı günler ve biraz da sabır diler, saygılarımı sunarım.
Esen kalınız!
Ertan URUNGA, Emekli
Yargıç