Geçen
günlerin birinde, hani masal gibi olacak ama "evvel zaman içinde, kalbur
saman saman içinde, develer tellal iken, pireler berber iken, ben ninemin beşiğini
sallar iken" diyeceğim ama o kadar da değil, alt tarafı covıd-19'un son
yasaklarından önce, arkadaşlar ile sosyal mesafeli Çankaya'nın "Zafer, Lozan,
İnönü Parklarında maskelerle yürüdük,
sosyal mesafeli oturup, çimlerin üstünde de kahvelerimizi yudumladık!
Hava güneşli
olunca genci, yaşlısı, yanındakini eğlendireni, köpeğini gezdireni, kitabını
okuyanı ne ararsanız vardı.
Ortamda,
havalar tam Orhan Velilikti. Bugün olsaydı İstanbul'da değil de burada yazardı:
"Beni bu güzel havalar mahvetti, böyle havada istifa ettim, evkaftaki
memuriyetimden. Tütüne böyle havada alıştım, böyle havada âşık oldum, eve
ekmekle tuz götürmeyi, böyle havalarda unuttum, şiir yazma hastalığım, hep
böyle havalarda nüksetti; beni bu güzel havalar mahvetti" diyen dizeleri.
Her neyse,
bilinir böyle durumlarda "laf lafı açar, laf da ne denk gelirse onu açar!"
Ülkeden
sorunlar diz boyu. Hele bu uluslararası salgın ile ne evlerden, ne de işin
içinden çıkılabiliyor.
İktidara
yakın arkadaşların kaygısı yanlış kişi ve öncelikler ile halkın eskisi gibi
toleranslı olmadığı ve iktidarlarını kaybetme olasılıklarının artık yavaş yavaş
görünmeye başladığı yönündeydi.
Ama bir
umutları vardı, "reis" ne eder eder bir yolunu bulur, bu
"içinden çıkılmaz" sanılan durumun da içinden çıkar, yönündeydi.
Eh yani
olanlara bakınca da, hak vermemek elde değildi.
Bizim
muhalefet yanlısı arkadaşlara gelince işler biraz karışıktı. Memnun olanı da
vardı, olmayanı da. Birçok yerde, özellikle CHP'li arkadaşların sorun ve şikâyetleri,
partilerinin "herkesi mutlu edeceğim" derken, yıllardır yükünü
çektikleri partilerinin yereldeki belediye, Ankara'daki, genel merkez yöneticilerinin,
genel başkan dışındakilerin, kendileri ile ilgili bir dertlenin olmadığı
yönündeydi.
Yıllar sonra
yerel yönetimler alınmış ama yönetimin teknik ve bürokratik deneyimlerine sahip
kadrolarına sahip olunamamıştı.
Genel
iktidarının yolunu açacak, yerelde ki kadrolara da bir görev ve sorumluluk
verilmemesi; çok şeyim "eski hamam, eski tas" durumunun sürmesi ve yaratacağı
sorunlardı.
Arkadaşlardan
iktidar ilişkili olanların bir umutları vardı. "Reis ne eder eder, bir
yolunu bulurdu!”
Mevcut hükümette
ve yerel yönetimlerde birkaç yıl öncesine kadar söz sahibi olmuş çoğu kişinin,
bugün de kendilerinden "akşamın, sabahın soruluyor olmasından" mutlu
olmaları kadar doğal bir şey yoktu.
CHP’lilere
gelince, durum biraz karışıktı. Genel Merkez'de birkaç tanıdığı olanlar,
ucundan kıyısından olsa da dertlerini birilerine anlatabiliyor ve sorumluluk
yüklenebiliyorlardı.
O kadar
eğitim almış, birçok yerde yönetim ve proje uygulama deneyimleri olanların
sıkıntıları ise bugüne ilişkin değildi.
Yıllar
önceki, "abuk-sabuk bir olaydan" yaratılan, adına da
"yolsuzluk" denilen süreç ile yıllardır iktidar yüzü görememelerinin
bu kez de, "el, elin eşeğini türkü söyleyerek arar" misali, sağ
iktidarların mevcut "CHP’li belediye" sayılan ve sanılan yerlerdeki
yanlışlarının, üç gün sonra CHP'ye yüklenecek olmasından idi.
Çoğu kişi
görmese de, işi bilenlerin kaygıları, "yiyip, içip sofrayı kaldırmadan,
kıçlarını silkeleyip, sofradan kalkıp gitmeleri" idi.
Yıllardır
emek verdikleri partilerinin ve birçok yerde yerel yöneticilerinin,
"akşamı, sabahı" kendilerine değil de, mevcut düzenin adamlarına
sormaları ve onlarla birlikte olmalarıydı.
Haklı
oldukları konu ise şu idi.
Hani eskiler
derler ya: "Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır" diye. Her partinin
de hedef aldığı, sosyal ve siyasal bir hedef kitlesi ve uygulayacağı
politikaları vardır.
Partilerin bu
süreçleri "partili" fakat "partici" olmayan yönetici ve
emekçileri ile götürmesi en doğru olan idi.
Tamam, bir
toplumda herkes ile barış içinde yaşamak gerekir, hatta bu olmazsa olmazdır ama
nasıl bu şartlarda yaşam biçimleri ve öncelikleri farklı ise, düşünce tarzları
ve ürünleri de farklıdır.
Birleri
habire, "imam-hatipler", birileri de "endüstri meslek, teknik
liseler" açılsın derken öncelikleri farklı ise, iş yapışları da farklıdır.
Görünen o ki,
CHP tabanın, seçmeninin, umut bağlayanının her türlü şartlar lehlerine
olmalarına karşın, uygulamalarda ki yanlışlıklar yüzünden, gittikçe umutları da
sönüyordu.
Sanayide,
fabrikalarda üretim bandı için bir söz vardır. "input, output" diye. Yani,
ne girerse, o çıkar"!
O yüzden de
işler böyle sürse de, sürmese de bir mutsuzluk var. Sebebi ise; "kırk
yıllık kani, olur mu hani" diye. Sözün anlamı ise; "kani"nin Müslüman,
"yani"nin de Hristiyan özel adı olmasıdır.
Bütün bunları
yazdıktan sonra da bir ağırlık çöktü içime. Dilime de, Pir Sultan Abdal'ın "nasıl
yar diyeyim ben böyle yâre, ben böyle yâre, mecnun edip çöle saldıktan sonra,
alemin bağında bülbüller öter, nidem benim gülüm solduktan sonra, coşkun sular
gibi çağlamayan yar, gönlünü gönlüme bağlamayan yar, benim bu halime ağlamayan
yar, daha ağlamasın öldükten sonra" dizeleri takıldı.
Geçen günkü
güneşli havada, çimenlerin üstünde oturup kahve içtikten sonra, olanlar ile ilgili
bunları düşündüm.
Bu durum ise,
bir yanı Akdeniz'in mavi suları, bir yanı da karlı Toros dağları, portakal
çiçekleri arasında olmak ile elbette ki kıyaslanamaz.
Eee Orhan Veli
ile dükkanı açınca bari onun ile kapatalım: "Uzanıp yatıvermiş, sere serpe,
entarisi sıyrılmış, hafiften, kolunu
kaldırmış, koltuğu görünüyor, bir eliyle de göğsünü tutmuş, içinde kötülüğü yok,
biliyorum, yok, benim de yok ama... olmaz ki! böyle de yatılmaz ki!"
Değil mi,
yerelde böyle bir iktidar süreci yaşanıyorken, böyle bir süreç yakalanmışken,
böyle de yapılmaz ki!