Siyasal iktidar özellikle son
yıllarda hak ve özgürlükleri budamaya dönük bir yönelim içerisinde oldu. Bu yönelimin
en büyük gerekçelerinden birisi iktidarın zaman içerisinde kitle desteğini
kaybetmesi ve yalnızlaşması olabilir. Son dönemlerde açık bir şekilde
gördüğümüz ekonomiden toplum sağlığına kadar ülkenin tüm meseleleri güvenlik
sorunu haline getirilmektedir. Bu durum iktidarın sıkışmışlığını ve çözüm
üretme yetisinin olmadığını gösterir. Çıkış yolu olarak toplumu kutuplaştıran,
ülke içinde ve dışında şiddeti esas alan politikaları dayatmaktadır.
Başkanlık sistemi ile birlikte
keyfi kararlar, uygulamalar, Anayasa ve evrensel hukuk kurallarına aykırı tutum
ve yönelimler artmıştır. Yasama, yürütme ve yargının bağımsızlığı anlayışı
tamamen rafa kalkmış durumdadır. Adeta “güçler birliği” ilkesi tek kişide
toplanmış ve demokrasilerin en temel göstergesi olan halk iradesi devre dışı
bırakılmıştır. “Seçimle gelenler” halk tabanını kaybedince otoriter yönetim
anlayışını tek kurtuluş yolu olarak görmüşlerdir. Siyasal otoriterleşmeyle
orantılı olarak devlet erkinin çeşitli kademelerinde yasa, kural ve norm tanımama,
keyfilik gibi tutumlar yaygınlaşmıştır.
Baro seçimlerinin pandemi gerekçe
gösterilerek bugüne kadar siyasal iktidar tarafından ertelenmesi keyfiliğin ve
hukuk tanımazlığın herkesin gözü önünde açıktan yapılmasına en belirgin
örnektir. Siyasi partilerin kongrelerini yapabildiği, mitinglerin yapıldığı bir
ortamda Baro seçimlerinin ertelenmesi hukuku savunanlara karşı inadına
hukuksuzluğu dayatmanın göstergesidir. İktidar kendi uygulamalarını eleştiren,
sorgulayan kitle örgütleri, sendikalar, odalar istemiyor. Daha çok kendisi ile
mutabakat imzalayan yandaş sendikalar gibi tutum içerisinde olan kurumlar
istiyor. İstediği çizgiye getiremeyince otoriterleşiyor.
Özellikle sosyal medya üzerinden
düşüncesini ifade edenlere yönelik soruşturmalar, cezalar iktidarın yaygın
yöntemi haline gelmiştir. OHAL ilanıyla birlikte düşünce ve ifade özgürlüğüne
yönelik kısıtlamalar, özellikle de basın üzerindeki artan baskı kaygı verici
boyutlara gelmiştir.
Türkiye’de ifade özgürlüğünün
kullanımı ile ilgili kısıtlamalar daha çok siyasal nitelikli eleştirilere
yöneliktir. Siyasal iktidarın icraatlarına yönelik her türlü eleştiri ya da
denetleme talebi bastırılmaya çalışılmakta, soruşturma ve dava konusu
olmaktadır. Bilhassa Covid-19 salgınına karşı mücadele sırasında siyasal
iktidarın şeffaflıktan uzak, demokratik ve katılımcı yöntemleri yok sayan
tutumu toplumda kaygıya yola açmıştır. Sağlığa erişim, korunma/koruma etkili ve
doğru bilgilenmeyi gerektirir. Bilgilenme hakkı en temel yurttaş hakkıdır. Ne
yazık ki toplum bu bilgilenmeden yoksun bırakılmış, bilgi paylaşımları suç
sayılmıştır.
İfade özgürlüğünün sistematik
olarak ihlal edilmesi, kaçınılmaz olarak basın özgürlüğünü de ortadan
kaldırmaktadır. Son yıllarda yaptıkları haberlerden dolayı gazetecilere yönelik
çok sayıda gözaltı ve tutuklama işlemleri yapılmıştır. Gazetecilere ve yayın
kuruluşlarına yönelik çok çeşitli yaptırımlar (ilan kesme, yayın durdurma vb.)
uygulamalar doğrudan halkın doğru bilgilenmelerini önlemeye yöneliktir.
Toplumun tamamını ilgilendiren,
deprem, kaza, ekonomik kriz, yolsuzluk ve salgın gibi birçok konuda iktidar
tarafından alınan ilk “önlem” sosyal medya uygulamalarını kısıtlamak olmuştur.
Bu çerçevede geçtiğimiz dönemde pek çok habere, internet sitesine ve sosyal
medya hesabına erişim ve yayın yasağı getirilmiştir. Bu uygulamanın da temel
amacı toplumun doğru bilgilenmesinin önüne geçmektir.
Bu baskıcı iktidar anlayışının
daha fazla devam edemeyeceği kamuoyu araştırmalarında net olarak görülüyor.
Bundan sonrası için tartışılması gereken ise kimin nasıl iktidar olacağından
çok iktidar olanların hangi anlayışla ülkeyi yöneteceği olmalı.