Yazdık, çizdik, konuştuk, tartıştık, alkışladık, küfrettik, kıskandık, sevdik, saydık, umursadık, "tiye aldık"... ve gele gele geldik bugüne!
Bir
işe başlamadan önce, yönetimine karar vermek gerekir.
Yöntem,
en genel bakış açısı sağlayacağı ve olacağından; karar verildikten sonra,
konuyu ya da sorunu ortaya koymak gerekir.
Sorunun
saptanmasında birlik sağlanıp, karar verildikten sonra;
Sorunun,
çözümü için yöntem belirlenir.
İşte
bu nokta, sorunun çözümü için ilk adımdır.
Sorunun
saptanmasına gelince, önce taraflarının belirlenmesi gerekir. Sorundan olumlu
ya da olumsuz etkilenen kimler vardır.
Biz
kimden yana bu sorunu çözmek istiyoruz?
Sorunun
sürmesi, bizim içinde bulunduğumuz taraf ya da grubun çıkarına ise süreci nasıl
devam ettirebiliriz?
Yok,
sorunun çözümünü istiyor isek, bu kez de:
Sorunun
ortak paydası ne?
Sorun
olan şey, kimleri nasıl etkiliyor (olumsuz olarak).
Sorunu
çözmek için elimizdeki olanaklar. Sürece katkı koyacak kişiler, kullanılması
gereken olanaklar ve argümanlar ne kimler?
Çözüm
için gerekli olan malzemeler. İnsan, Para, yer ve zaman.
-Süreci
tıkayacaklar ve ellerindeki olanaklar;
Kamuoyundan
tutun da siyasi söyleme kadar birçok şey.
Sorunu
saptandıktan, ne şekilde ve eldeki olanaklar ile kimlerle sorun çözmeye
başlamaya karar verildikten sonra, görev bölümü ve iş tanımının yapılması
gereklidir.
Bu
süreci olumsuz etkileyecek iç ve dış faktör ve aktörleri saptandıktan ve ne tür
önlemler alınacağına karar verildikten sonra sorunun çözümüne başlanır.
Günümüz
dünyasında, "göç yolda düzelir" diye bir şey yoktur.
Yönetim
bir savaştır. Hem de 20 ve 21 YY en modern savaşı.
Kullanılan
silahlar ise, o kadar çeşitlidir ki, bazen kendinize ateş ettiğiniz bile çok
sonra, kaybedince anlarsınız.
İşte
örgütlü toplumdan bu yüzden korkulur.
Çünkü
örgütlü toplumlar, örgütlenme aşamasında ve sonrası belirli bir bilinç düzeyine
ve organizasyon yeteneğine sahiptirler.
Bir
organizasyonda, sisteme ve sürece saldırı tek yönden olmaz.
Sürecin,
takımın içinde olanların morallerinin bozulmasından, organizasyona güvenin
sarsılmasından tutun da birçok etken;
Süreç
içindekileri etkiler ve bir iç direnç oluşur. Bu ise, çok sıradanmış gibi
görünse de en önemli güç ve enerji kaybıdır.
Sürece
ve çözüme ilişkin dış saldırılar ise, profesyonel bir yaklaşımda genellikle öngörülebilirdir.
Bu daha kolay görülebilir.
Atalar,
boşuna dememişlerdir. "Her ağacın kurdu, kendinden olur" diye. O
yüzden de hiçbir şey, görmezlikten gelinemez.
Bu
‘hikaye’yi niçin yazdım?
Her
ne kadar çok öngörülür gibi olmasa da tüm dünya gibi Ülkemiz de hem COVID-19
salgının yıkıcı etkileri karşı karşıya, hem de genel ekonomik sorunlarından
daha çok etkilenmektedir. Yani daha çok kişiyi ekonomik ve sosyal olarak
etkilenmektedir.
Hoş
sokağa çıkmak bile sorun ama, yine de balkondan, pencereden bir bakın,
"sahibinden satılık" ya da "... emlak" tabelalarının
arttığını göreceksiniz.
Bu
daha iyi günler, şimdi bazılarının elinde para var. Bazıları da satacakları
mallara şimdilik müşteri bulacaklardır.
Hele
bir de "Mart kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır" moduna girilince
görün siz trajediyi.
Sat,
alan yok, alayım param yetmiyor. Derken bir de bakmışsınız ki bahara doğru
"her şey bedava". Yine de satan çok ama alan yok.
O
yüzden mevcut iktidar ve ortakları, bir an önce önlerini görmek isteyip, üç-
beş yılı daha garantiye almak isteyeceklerdir.
O
yüzden de çok enteresan süreçler ile karşı karşıya kalınabilir.
Bir
güz dönemi seçimi de sürpriz olmaz; seçim olmazsa da ötesine fal bakmamayım,
gördüklerinden falcı/medyum bile bayılır.
Ülkenin
siyasileri mevcut kayıkcı kavgasından çok mutlular. Sorun ise, evine bugün
"askıda ekmek" götürenlerin, yarın "askıya" para atanlarla
aynı "askı"dan ekmek arayacaklarıdır.
İşte
ataların "kızıl kıyamet " dedikleri de budur.
Ben
iktidarın bunları görmediğini sanmıyorum.
Muhalefet
ise, ukalalık yapayım ama, bu yazıdan sonra sahnede ne pandomi sergiler
bilemem.
Haydi
iktidar da muhalefet de bir yolunu buluyor, durumu idare ediyor da ben asıl
aklı eren, okuyan, yazan ve krizin çığ gibi geldiğini gören ama olanlara ses
çıkarmayan sessiz muhaliflere ve alkışlarına şaşıp kalıyorum.
Salak
mıyım ne?