İnsan, yaşadığı toplumun bir parçasıdır. İster istemez onun ile sevinir, onun ile üzülür. Kendinin rengi farklı olsa da, toplum insanın da rengini açar ya da soldurur.

Öyle bir geçer ki zaman, dönüp arkana baktığında "ağır ağır çıktığın" merdivenlerde kendini Ahmet Haşim gibi hissedersin; "eteklerinde bir yığın gümüş rengi yaprak" ile.

Gerçekten yorulduk.

Toplumun bireyi olarak insan niçin çabalar?

Niçin okur, eğitimini alır, çalışır? Daha iyi bir kişisel yaşam, huzur ve refah düzeyi yüksek bir ortamda, ülkede yaşamak için değil mi?

Dünyada ülkeler ekonomik durumlarına göre; gelişmiş, az gelişmiş, geri kalmış ülkeler gibi tanımlanırlar.

Bu durum, ülkelerin kendi iç dinamikleri ile olduğu gibi, dönemin ekonomik ve siyasal süreçlerine de bağlı olarak, bu etmenlerin etkisi ile de olumlu yada olumsuz olarak de etkilenir ve belirlenir.

Geçenlerde bir arkadaş toplantısında, yıllarca İngiltere'nin (Büyük Britanya) sömürgesi olmuş Hindistan'dan;

İç savaşın başladığı 1950'den, ateşkesin yapıldığı Temmuz 1953'e kadar yaşanan süreçte, toplam 14.936 askeri ile Kore'de, Güney Kore ve ABD emperyalizmi için savaşan Türkiye, ekonomik kayıplarını yok saysak bile, 721 askerini şehit vermiş, 175 asker kayıp, 234 asker esir ve 2147 askeri yaralı olarak süreçten çıkmıştır.

Diğer başka farklı ülkeler olsa da, bu ülkeler geçmiş savaş ve sömürge geçmişlerine karşın, geçen elli yıllık sürede, Dünya'da adından söz ettiren ekonomilere sahip olmuşlardır.

Dünya'da emperyalizme karşı ilk anti-emperyalist savaşı veren ülke olarak Türkiye'ye bakınca, her türlü yer altı ve yer üstü doğal kaynaklarına ve ipek yolu gibi önemli bir tarihi sürecin üstünde olmasına karşın, varlık ile yokluk arasında debelenip durmaktadır.

Bugünden bakınca, "kendi söküğünü dikemeyen, ellere entari dikmeye kalkar" sözü gibi, Kore kendi derdine yanıp, her ne kadar bugün "Güney" ve "Kuzey" Kore olarak iki devlet olsalar da, dünyadan ekonomi ve teknoloji alanında adlarından söz getirmektedirler.

Geçenlerde bir İsrail'de yapılan bir gösteride, göstericilerin taşıdığı, ""DON'T WANT TO END UP LİKE TURKEY" (Sonumuzun Türkiye gibi olmasını istemiyoruz) yazılı pankart, ülkemiz adına çok ibret vericiydi.

Hele hele şerait ve ılımlı islamın çok farklı uygulamaları olan ülkelerde bile, çok farklı tepkiler ortaya çıkıp, yaşanırken, ülkemizde yaşanan süreç, aydınlık bir mücadele geçmişi olan ülkemize hiç yakışmamaktadır.

Emperyalizmin, özellikle Amerikan Emperyalizminin gözünü diktiği "Laik, anti emperyalist ilkeli" Türkiye Cumhuriyeti, 1945'lerden sonra adım adım emperyalizmin kucağına oturmaya başlamış ve ülkede "Kore Savaşı" olarak bilinen, emperyalist paylaşım savaşının bir parçası olmuştur.

Bu sürecin sonucu olarak ortaya çıkan ülke yönetimi, 27 mayıs 1960 Askeri darbesi ile devrilmiş; bugüne kadar hazırlanmış en özgürlükçü Anayasayı ülkeye armağan etmesine karşın, iktidarın Başbakanı ile iki bakanını idam ederek, sürece kara leke sürmüştür.

Bunu toplumsal ilkel duygular ile besleyerek, 61 Anayasasının özgürlükçü ortamında yeşeren devrimci mücadelenin önünün kesilmesi için, dönemin devrimci öğrenci liderleri Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan, "üçe, üç" kısası ile idama mahkum edilirler.

İdamları önlemek için, Mahir Çayan ve dokuz arkadaşı, 26 Mart 1972’de Ünye'deki NATO radar üssünden, iki Kanadalı ve bir İngiliz teknisyeni kaçırırlar ve 28 Mart'ta rehinelerle birlikte Niksar'ın Kızıldere köyünde kalan arkadaşlarının yanına giderler.

Mahir Çayan ve dokuz arkadaşı 30 Mart günü Kızıldere'de vurulur. Bunu 6 Mayıs'ta Deniz, Yusuf ve Hüseyin'in idamları izler.

Osmanlı, kötü Saray ve Şeyhülislam yönetimi ile parçalanmış ve işgal edilip yıkılmıştır. Anadolu ve Rumeli'de küllerinden Mustafa Kemal Paşa (Atatürk) ve arkadaşlarının öncülüğünde verilen anti-emperyalist kurtuluş savaşı sonrası kurulan Türkiye Cumhuriyeti, 1950'lere kadar kendi Cumhuriyet değerleri ile Çağdaş bir devlet ve Cumhuriyet yaratmıştır.

Ne yazık ki, 1950'lilerden bu yana Laik ve Domokratik Cumhuriyet'e karşı sürdürülen yıkım savaşı, özellikle 2010'lardan sonra Ilımlı İslamın inşası şeklinde sürerken;

Toplumun sosyal, siyasal ve ekonomik kazanımları birere birer elinden alınmaya başlanmıştır.

Bir de 2023'ün, Cumhuriyetin 100'üncü yılı kutlanacak sanılırken, ülkenin deprem ve seller ile boğuşması; Kızılay gibi Osmanlı'da kurulmuşsa da modern Cumhuriyet kurumu olarak hizmet veren kurumların birer birer yerlerini tariat- cemaat vakıf ve derneklerine devretmesi, halkın hak etmediği bir sefalet ile yüzlemesine sebep olmuştur.

Cumhuriyetin kurucularından, ülkenin aydınlık geleceği için kariyerlerini ve yaşamlarını feda eden devrimcilerin bu savaşımları günümüz nesillerine yeterince anlatılmadığı gibi, görmezlikten de gelinmektedir.

Olay, göstermelik anma ve sanal paylaşımların ötesinde öneme sahiptir. Dünü, bugünü bu bağlamda değerlendirmek gerek.

Mehmet Akif'in dediği gibi karar sizin:

"Sâhipsiz olan memleketin batması haktır;

Sen sâhip olursan bu VATAN batmayacaktır."