Hani bir şarkı vardı Zerrin Özer'in yıllar önce söylediği, "Ne güzel geçmişti o yaz, başımda kavak yelleri eserdi ,,," diyen. Seçimlerin akşamına kadar ne güzeldi herkesin düşleri, hayalleri.
Ve seçimlerin akşamında, yine bir Anadolu özlü sözü haklı çıktı:
"Önce, hayaller ölür!.."
Yıllardan buyana Mayıslar neyimizi almamıştı ki, 2023'ün Mayısı, umutlarımızı, hayallerimizi aldı götürdü.
Haydi biz alıştık, "acıyı bal eyledik", "kaşarlandık", "dertleri zevk edindik". Ne var ise yaşadık, işin içinden bir şekilde çıktık da, seçim sürecinde koşturan, haykıran, hele yolda elinde sarı bir karton tomarı ile gördüğüm; "bakın slogan yazdım" diyen; dünyalar güzeli, zarif, terbiyeli, seviyeli, eğitimli, giyiminden tavırlarına kadar asalet kokan güzel kıza seslenmek isterim.
Sakın umudunu ve enerjini kaybetme, bir de insan olmaktan kaynaklanan mücadele azmini ve kararlılığını yitirme!.. Yaşıyorsan, umutlu olman için sebep vardır.
Ülkemde, 1980'lere kadar her şey ne kadar da güzelmiş.
Solcular, ülkeye sosyalizmi, özgürlük ve demokrasi getirmek için mücadele ederken; ülkücüler de "Turan" hayalleri kuruyorlar; bugünün muktedirleri "Akıncılar" ise, uslu uslu kim güçlü ise onun koltuğunda cami cemaatine yol alıyorlardı.
12 Eylül faşizmi, solcuları da, umutlarını da yerle bir etti.
Türkeş de bağırıyordu, "kendileri cezaevlerinde, fikirleri iktidarda olan biziz" diye.
Seksen küsur milyonun çoğu, yaşanan bu süreci az çok anımsayacaktır.
Şiir okumaktan suçlu bulunan bir lider, sıradan bir Yeşilçam filimi senaryosu bile olmayacak bir oyun ile mahkum ediliyor, sonra da kahramanlar gibi çıkıyor cezaevinden.
Çıkış o çıkış, hâlâ bir yerlere çıkmakla meşgul.
Önce bir Parti'nin başına, sonra Başbakanlığa, sonra da Cumhurbaşkanlığına.
İlk çıkışında "diploma, diploma" diye mızırdananlar, yirmi senedir aynı oyunu oynamakla meşguller.
Sonuç, "Atı alan Üsküdar'ı geçecek", Süleyman Demirel'e, "Süleyman hep başbakan, başbakan hep Süleyman " diye söylenen o şarkı, bu kez Erdoğan için bir yaşam biçimi olacaktı.
İster belediye başkanı, ister parti başkanı, ister başbakan, ister de Cumhurbaşkanı olsun "Recep Tayyip Erdoğan, hep iktidar, iktidar.
Bir çok alan gibi, sosyoloji, siyaset, yönetim de bir bilimidir. Yolu yöntemi vardır. İlla okullu olması da gerekmez, elbette ki "alaylısı" da olur bu işin ama yine de bir "risale-i tedrisattan geçmek gerekir".
İşte bütün bu yollar çiğnene çiğnene gelindi bu güne.
Recep Tayyip Erdoğan hem Partisi'nin Genel Başkanı, hem de Türkiye Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanı.
İktidar olmak, muktedir olmaktır. Muktedir olursanız da, dilediğinizi yapma fırsatını bulursunuz.
Onlar da ilk olarak, daracık odaları, pek büyük olmayan bahçesi içine sığmadılar ve Atatürk'ün Çankaya Köşkü'nden çıkıp, yine Atatürk'ün tarım yapılsın, çiftçi modern Çiftçiliği öğrensin diye yaptığı Çiftliğine (AOÇ) kocaman bir "külliye" yaptılar.
Her ne kadar. Külliye yapılan topraklardaki kavak ağaçlarının altında dostları ile Mustafa Kemal Atatürk, bir iki kadeh rakısını yudumlamış olsa da, üstüne kondurulan binalarda alkol "günah, yasak" gibi görünür.
Yönetim, yılgınlık ve bıkkınlık da yaratan, entropik bir süreçtir. İşin profesyonel boyutunu bilen iktidardakiler, muhalefetin seçim sürecinde, ha bire söyledikleri "Çankaya Köşkü"nü de görmezlikten gelemezlerdi.
Hem muhalif ama ılımlı secmene selâm olsun diye, hem de Dünya'nın 21 ülkesinden gelen mevkidaşlarına, 13 ülkeden gelip, kutlamalarda iki tek atmazlar ise ayıp olan Başbakanlarına en iyi jest ise, Atatürk'ün Çankayasında yapılabilirdi.
Öyle de oldu.
Kim ne fark etti bilemem ama seçim gecesi "Onuncu yıl marşı" çalındı, Külliye'ye "Kalpaklı Mustafa Kemal" posteri asıldı.
Her şey planlı, programlı olmalıydı; Mustafa Kemal'in bir şeyi eksikti, ATATÜRK'Ü; O da Çankayasında tamamlanacaktı.
Şeriat korkusu elbette ki gözardı edilemezdi ama komşularda bile çılkı çıkan "şeriat" da bir yoluna konulmalıydı.
Muhalifler kendilerine çıkış yolu ararken, iktidar yol haritasını çıkarmış, navigasyonu da açmıştı.
Az milliyetçi, as İslamcı, az Laik, az Atatürkçü bir yol haritası duvara asılmış, gören var mı?