Geçen gün bindiğim otobüste arka koltukta oturan bir kadın, yanında ki kadına Ankara'yı ne kadar bildiğini anlatıyor ve bu bilgiçliğini de kendince bir atasözüne dayandırıyordu; "çok okuyan değil, çok gezen bilir" diyerek.
--On-onbeş dakika boyunda çok güldüm, eğlendim. Yol boyunda ki önemli yerler, hastaneler, bunlar hakkında ki bilgiler, bilgiler.
--Oysa yanında oturan zavallı kadın öyle sabırlıydı ki, kimbilir ben indikten sonra da nerelere ve ne kadar dinledi; iç Anadolu'nun bir yerlerinde göçüp gelmiş bu "muhteşem Anakara'lıyı."
--Yaşam da ne garip bir şeydi.
--Herkes, bir şeyleri kendince yaşıyor gidiyordu, kendini dünyanın merkezi ve her şeyi bildiğini sanarak.
--Oysa, söylediklerimizi ölçmek, tartmak bir sorumluluktu yaşamda. Bizden hiç kimse hesabını sormasa da.
--Nietzsche, Osho gibi bir çok kişiye atfedilip, hızını alamayanlar "La Ederi" deseler de, George Herbert(İngiliz Şair, Hatip ve Kilisesi Rahibi)'in dediği gibi "HER İNSAN BİR DÜNYA" idi gerçekten de.
--Biz insanoğlu, ne kadar da kendimizi önemsiyoruz Allah aşkına. Her şeyi biz biliriz, en iyi, en güvenilir, en, en hep bizizdir, hani o Mazhar-Fuat-Özkan'ın o şarkının sözleri: "Sen neymişsin be abi" gibi.
--Oysa yaşam ne gariptir.
--Hepimizin ayrı ayrı rolleri vardır ve birbirimizi tamamlar, tanımlarız. Ben, ben, ben iken; biz olmak için.
--Ve "biz olmak" ne muhteşem bir duygudur.
--İnsanoğlu, milyonlarca yıldır yaşadığı sonsuz bu evrenin içinde ki nokta gibi Dünya'da kendisini ne de çok önemli sayar. Ne de çok vazgeçilmezdir.
--Belki de insanları yaşama bağlayan, yarını yaşama umutlandıran bu "önemli olma" duygusudur.
--Bir şeylere sahip olmak ne hoş ve güzel bir duygudur. Biz öylesine sahip olma duygusuna kendimizi kaptırırız ki, aç kurtlar gibi maddi, manevi dünyada her şeye sahip olmak istediğimiz yetmiyormuş gibi, bir de, birbirimize sahip olmaya kalkarız.
--Oysa eşlik, dostluk, arkadaşlık duyguları ne muhteşem duygulardır. Güven, sevgi, saygı her şeyi içerir.
--Ve yaşamımızın bir bütün olduğunu unutuveririz. Oysadünde yaşadıklarımız elbette ki dünde kalmıştır Mevlânâ'nın dediği gibi: "Her gün bir yerden göçmek ne iyi
Her gün bir yere konmak ne güzel
Bulanmadan, donmadan akmak, ne hoş!
Dünle beraber gitti cancağızım,
Ne kadar söz varsa düne ait
Şimdi yeni şeyler söylemek lazım..."
--Elbette ki yeni şeyler söylemek gerek amao yeni şeylerde bizim dünümüzün üstünde yükselir. Siz hiç temeli olmayan bir yapı, bina, kale, sur vs gördünüz mü?
--Yaşam da böyledir, ilişkilerimizden tutun da, sahip olduklarımıza kadar dünü yokmuş gibi sayarak, görmezlikten gelerek yaşayamayız.
--Ve insanlar arasında ki "Güven"de böyle bir duygudur; iyi, hoş, güzel, saf, temiz şeyler üstüne kurulur.
--Kirli ellerimiz ile beyaz çamaşırları ipe seremeyiz. Sermememiz gerekir ama, insanoğlu bu, "yoğurdum da, kara diyen olmaz ki!.."
--Elbette ki her şeyi en inceden sorgulamak da çok doğru değildir. Hani o ünlü söz gibi "İnsanlar da, dalgalar gibi kayalara çarpa, çarpa büyürler".
--Bu çarpmalar bizi büyütür ama, bizden de neleri alıp götürür bilir miyiz. Her çarpışta kaybettiğimiz şeyler nelerdir; Hiç düşündük mü? Nerde, neleri bıraktık da farkında değiliz.
--Sanırım, en azından bugünün verileri ile, insan olarak en şanssız bir dönemi yaşıyoruz da, farkında değiliz.
--Her şey o kadar çok çabuk değişiyor ve dönüşüyor ki. Sormayın gitsin.
--Sepetimize o kadar çok şey sığdırmak zorundayız ki. İş. Aş. Yaşamsal gereklilikler. Sevgi. Aşk. .......say say bitmez.
--Peki, bunların tatlarını alarak yaşıyor muyuz.
--İşte sorunda burada. Etrafınıza bir bakın, bu saydıklarımdan herkeste o kadar bol var ki. Ama, dipsiz bir kuyuya ata ata giderken bir gün tükenmeyeceğini bilmeyerek gittiğimizin farkında bile olmayarak gidiyoruz.
--Siz, hiç yaşlı ve kimsesizlerin yaşadığı "huzur evi" denilse de huzursuzluğun diz boyu, "yaşam evi" denilse de, yaşanılası olmayan sosyal ev, tesis, binalara gittiniz mi?
--Eğer, gitmedi iseniz bu yazdıklarımın hepsi sizin için boş laflar. Amaeğer gitti iseniz de, beyninize, kalbinize sinir uçlarınızın en uçlarına kadar hissedeceğiniz o duyguyu size anlatmak, anımsatmak istedim. İsterim.
--Özellikle bu sanal ortamlarda kendimize kurduğumuzu sandığımız "aile ortamları" var ya, yok böyle bir şey. Bunlar yaşamın rüyaları.
--Oysa her rüyanın bir sabahı ve uyanması vardır.
--O dediğim yaşlı ve kimseli, kimsesizlerin yaşadığı yerlerde, o kadar kimseli, kimsesiz vardır ki!..
--Bunu ne zaman anlarız bilir misiniz? O gün.
--Bu gün elinden tuttuğumuz, sözlerine kandığımız ama bizim olmayan yaşamlar ile bağımız kopunca. O elimizden tutuğunu sandıklarımızın eller, ellerimizde olmayınca.
--Eş olarak, sevgili olarak, oğul, kız olarak.
--Oysa, ne de çok sevenleri, ellerinden tutanları varmıştır, o yalnızlık duygusunu bile unutanların.
--Oysa, savrula savrula giden yaşamda, elinden tutulacak o kadar da insan-kişi de ne yazık ki yoktur ortalıkta.
--Tutulan ellerin sıcaklığı, unutulmasın, tuttuğunuz ellere sıkıca sarılın. Başka bir dünya olmadığı gibi, başka da bir yaşam da yok.
--Nereden mi çıkardım. O dediğim yaşlı kimseli, kimsesizlerin yaşadığı yerlere bir yolunuz düşsünde, iki kelam edin onlarla.
--Ne öyküler, ne öyküler duyar, dinlersiniz. O kimsesizlerden, sizin yaşadıklarınız ve sahip olduğunu sandıklarınız mı? Çocuk oyuncağı bile sayılmaz çoğunun yaşadığının yanında.