Öyle bir ülke olduk ki, ne zamanın farkındayız ne de yaşadığımız toprakların zenginliğinin; hoyratlığımız üstümüzde.

Sezonu yeğenimin diploma töreni için gittiğim Konya ile açtım.

Dönen dönem gittiğim Konya'yı bu kez de bir başka farkındalık ile sevdim, tabi içinde şaşkındalıklarımla.

Memleketi Antalya olan birisi için şaşılacak sizler olacak yazacaklarım ama doğru, doğru şekilde ifade de edilmelidir.

1970'li yıllardan bu yana Konya planlı bir şehir olmaya başlamış, kocaman bir ovanın üstünde de olunca, yöneticilerin de akılcı ve uzak görüşlü planları ile Konya'nın ana cadde ve bulvarları adete parklar ile kilometrelerce çevrilmiş, yemyeşil bir şehir olmuş.

Konya'da yaşayan birisi için iş çıkışında aracını yol kenarında bir kenara çek ve kendini o yeşilliklerin arasında bir süre dinle.

Bunu deyince aklıma Erdoğan Okyay'ın o dizeleri geldi:

"Sen ne güzel bulursun Gezsen Anadolu’yu. / Dertlerden kurtulursun Gezsen Anadolu'yu/  Billur ırmakları var, Buzdan kaynakları var Ne hoş toprakları var Gezsen Anadolu'yu./ Orda hayat başkadır Yazlar kışlar başkadır Ya bu diyar başkadır Gezsen Anadolu'yu".

Gerçekten de öyle.  Bu yüzden Konya'yı çok sevdim ama keşke o kadim Anadolu kültürünü yok sayıp, bir başka kültüre kendini ve insanını sarmasaydı.

Sille, Konya'nın en özel yerlerinden biridir. Bu güzel sözleri Sille için bugün söylemem mümkün değil.  Kaç yıl önce gitmiş ve görmüştüm ama bende hayal kırıklığı yarattı. O muhteşem yer, ancak bu kadar çirkinleştirilip, yozlaştırılıp bozulabilirdi.

Oysa tarihi Neolitik Çağ'a kadar dayanmakta: ismi Yunan mitolojisindeki Silen (Silene)'den gelmektedir.  "Silenos", kaynayıp, coşarak köpürüp akan su anlamındadır. O asil konumundan çıkıp, bir kenar mahalle dilberi hâline nasıl getirilmiş şaşmadım desem yalan olur.

Sille'de tandır yeme hayaliyle giderken, iyi ki Konya'nın o güzel mutfağını yaşatan lokantaları var dedim.

Yine de insan unsurundan umudumu kesmeyerek, "Gez Dünya'yı, gör Konya'yı" özlü sözü ile bitireyim kelamımı.