Lise yıllarımda, ilçenin sinema salonunda izlemiştim Cevat Fehmi Başkut'un, "Buzlar Çözülmeden" adlı tiyatro oyunu.

Yazar, 1965 yılında kaleme aldığı oyunda, 27 Mayıs 1960 Darbesi sonrasında, ülkede, yolsuzluk, sömürü ve yoksulluğun egemen olduğundan; zor kış koşulları nedeniyle yolları kapanan, dünyadan kopmuş bir kasabada, yaşananları konu eder.

Kasabanın kaymakamı yoktur, herkes her gün kaymakam bekler. Derken, kasabaya yeni bir kaymakam gelir.

Yeni gelen kaymakam, kasabada gördüğü yolsuzluğu gidermeye, yoksulluğa çözüm üretmeye, adaletsizliği de gidermeye çalışır. Bu durumdan çıkarları kesilen Kasabadaki ağalar, karaborsacılar, fahişeler, softalar yeni kaymakam ile uğraşmaya başlarlar ama Kaymakam pes etmez ve kafasına koyduklarını yapar ve kasabaya düzen getirir.

Aradan bir süre geçer ve dönemin iletişim olanaklarından dolayı, Kaymakam koltuğuna oturan ve kasabayı düzene sokan kişinin akıl hastanesinden kaçan bir deli olduğu ortaya çıkar.

Kaymakam sanılan deli, beyaz tulum, deli gömleği içine konulup, elleri ve kolları bağlı, akıl hastanesine götürülür .

Oyun biter, kasabayı düzene sokan deli, akıl hastanesine giderken, yeni kaymakam de gelir ve nelerin olduğunu anlamaya çalışır.

Bu günler her kafadan öyle sesler çıkıyor ki, olağan bir dönemde olsa buna "kakafoni" denilir ama bu günler için bu da gerçek.

Ülkenin bir bölgesinde oldukça yıkıcı bir deprem oldu mu? Evet.

Peki, bu kadar büyük ve önemli bir sorunu kimin çözmesi gerekir? Devletin.

Sorunun çözülüp, çözümediğinden önce, sorunu çözecek olan şeyin ne olduğuna bir bakalım. Son zamanlarda "devlet" denilen şeyin ne olduğu konusunda da bir takım gariplikler var.

Genelde bilinen devlet, bir toprak parçası üstünde yaşayan, insan topluluğunun oluşturduğu birliği, beraberliği ve güvenliği sağlayan; hakim olan güçlerin tercihlerine göre, "Sosyal Devlet" ya da "Refah Devleti" olarak, yurttaşlarını SOSYAL GÜVENLİK içinde ya da en azından bazı dönemlerde sorun yaşayan yurttaşlarına, refah ortamı sağlayan yapıdır.

Kurtuluş Savaşı ile kurulan Türkiye Cumhuriyeti, atalarının da yaşadığı Osmanlı Devletinden neler devir almış, neleri de kendisi kurmuş ve yapmıştır, ona bir bakmak gerekir.

Osmanlı Devleti, kuruluşundan yıkılışına kadar Osmanlı Hanedanı tarafından yönetilmiştir. Hanedanın, "mutlaki-monarşi" tarzı idaresi, son dönemlere gelindiğinde "meşruti monarşi" tarzı idareye dönülmüş olsa da, merkezi mutlak otoriteyi tekellerinde bulunduran Sultanlar, dünyevi yetkilerinin yanı sıra, dini yetkilere de sahipti:

Hele hele 1517'den itibaren HALİFE ünvanını da taşıyan sultanlar, kendilerini Allah'ın dünyadaki gölgesi (Zıllullah-ı fi'L arz) olarak olarak sayıyorlardı. Sultan, bazı yetki ve sorumlulukları sınırlı da olsa, belli ölçüde merkezi bürokratik elit ile paylaşarak İmparatorluğu/ Devleti yönetiyordu.

II. Mahmut (1808-l839) döneminde, merkezi yönetimde, batı tarzında yeni bir bürokrasi ve yönetim anlayışı hakim kılınmaya çalışılıp, eski makamların çoğu kaldırılmış ve yerine yenileri kurulmuş, bir kısmının da ismi değiştirilmiş ve yeniden düzenlenmiştir.

Bu bağlamda, devlet yalnızca vergi toplayan, asker besleyen ve adalet dağıtan idare mekanizması olmaktan çıkmış; eğitim, sağlık, ekonomi ve bayındırlık işleri ile de ilgilenmeye başlamıştır.

Bu devlet yapısı ile günümüz çağdaş devletin yönetilmesi mümkün değildir. O yüzden Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kurulması sırasında, ekonomik, sosyal, kültürel alanda yapılan devrimleri desteklemek ve geliştirmek amacıyla bazı kurumları da kurmuştur.

Lütfen lafı uzatma demeyin, bugün deprem bölgesinde yaşanan kargaşanın da nedenini, bu kurumların bazılarının yok olması ya da işlevsizleştirilmesine bağlı olduğunuda gözden kaçırmayalım.

Anadolu Anonim Türk Sigorta Şirketi, Atatürk Orman Çiftliği, Bursa Merinos Halı Fabrikası, Çocuk Esirgeme Kurumu, Demiryolları ve Limanlar Genel Müdürlüğü, Devlet Hava Yolları, Devlet İstatistik Enstitüsü, Diyanet İşleri Başkanlığı, Elektrik İşleri Etüt İdaresi Genel Müdürlüğü, Etibank, Halkevleri, İller Bankası, Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü, Merkez Bankası, Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı, Sanayi ve Maadin (maden) Bankası, Sümerbank, Şişecam, Türk Hava Kurumu, Türkiye Şeker Fabrikaları, Ziraat Okulları ve Yüksek Ziraat Enstitüsü, gibi.

Bunların dışında 11 Haziran 1868'de kurulan TÜRK KIZILAYI, Cumhuriyet döneminde de, ülke genelinde örgütlenmesini tamamlamıştır.

Her ne kadar ulusal ve uluslararası organizasyonların bağış ve yardımları, deprem bölgesine aksa da, Özellikle Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi, (16 Nisan 2017 Referandumu İle kabul edilen ve 9 Temmuz 2018 tarihinden itibaren de uygulanmaya başlanan) kurumlarda ki farklı örgütlenme ve yapılandırma çalışmaları, istenilen sonuçlara ulaşılmasında bir takım sorunlara sebep olmaktadır. Bu ise, yıllardır kurumsallaşan yapılarının bozulması, yerine yeni kurumların örgütlenememesi sonucu, yöre halkının ve deprem mağdurlarının sıkıntı ve sorunlarının artmasına sebep olduğu görülmektedir.

Devlet, sorun çözen yapı olduğu kadar, sorunların yaşanmaması için de önlem alan aygıttır.

İşte burada hangi devlete gereksinim vardır sorusuna yanıtı, siz verin. SOSYAL DEVLET, sonun çıkmadan sorun olabilecek konulara çözüm üretir, yurttaşlarını korur ve kollar.

REFAH DEVLETİ, sorun yaşandığında, soruna çözüm üretir, yaraları sarar. Sonra, "sosyallik" biter ve yeniden piyasa koşullarına döner.

Can kırıkları, cam kırıkları ve fay kırıkları.

İçimizi yakıyor da!..