Var olmak kavramı, çok geniş anlam içeren bir kavramdır. "Var olmak" için, önce bir şey olmak gerek. Böyle başlayınca da:
Bugünün verileri ve bilgileri ile Evren, Büyük Patlama'dan günümüze dek geçen zaman dilimi içinde oluşmuştur. Bilinen teori ve gözlemler ışığında, evrenin yaşı 13,5 ile 14 milyar yıl arasında olduğu hesaplanmaktadır.
Evrenin içinden sıyrılarak, yaşadığımız Dünyaya gelince; Dünya'nın, Güneş Sistemi içinde, Güneş'e en yakın üçüncü gezegen olduğunu, üzerinde yaşam için gerekli su ve canlı organizmaları barındırdığını, yaşının da hesaplara göre, 4,5 milyar yıldan fazla olduğunu biliriz.
Eeee o kadar kocaman Evren'den, Dünya'ya gelip da, İnsana bakmamak olur mu? O zaman, ona da bakalım!..
Günümüz insanın soyundan sayılabilecek canlının, 300 bin ile 350 bin yıl önce ortaya çıktığını, günümüz insanı sayılabilecek canlının da 160 bin ile 200 bin yıl önce yaşadığını biliyoruz.
Bilimsel araştırmalarda, Doğu Afrika'da 90 bin yıl önce ortaya çıkan ve oradan da Dünyaya yayılan Homo sapiens'i de, günümüz insanlığının atası olarak kabul etmek durumdayız.
İnsanın diğer canlılardan ayrıldığı en önemli özelliği yaşam koşullarına uyum sağlayacak gereksinimlerini bulma ve yaratma yeteneğidir.
Giysi de bunların başında gelir. Bütün insanlar çıplak doğar ama sosyal alanda soğukta giysileri/ giydikleri donma ve üşümeye, aşırı sıcaklarda da güneşe karşı korunmak içindir.
Günümüz Afrikasında bile bazı kabile üyelerinin hâlâ çıkplak dolaştılarını, gerektiği kadar ve bulduklarını giydiklerini, kuzey kutbunda ise eskimoların, hayvan derisinden giysilerini görmekteyiz.
Bunlar, insanın yaşam koşullarını bir şekilde kendine uydurmaya çalıştığının kanıtıdır. Yeme, içme, barınma ve giyinme gibi zorunlu gereksinimlerin karşılanması, insanın sorunlarına tek başına çözüm olmamakta, insan sosyal bir varlık olarak da, doğada diğer canlılara karşı olduğu gibi, kendi cinsine karşı da güvende olmak istemektedir.
Bu ise, kişileri, toplulukları ve ileri aşamada toplumları "devlet" olma, kurma eğilimine yöneltmektedir.
O zaman, neden devlet?
İnsanlık tarihinde "Devlet" kavramı, insanın için çok önemlidir. Yazılı kayıtlara göre Sümerlerin, M.Ö. 3000'lerde yazıyı icat edip, tabletlere işlemeleriyle, ilk yazılı tarihin başlamış olduğunu;
Dünya'da da, Devlet ya da imparatorluk olarak ilk AKADLARI, M.Ö. 2334-2150 yılları arasında görüyoruz. İnsanlar ya da insanlık neden devlete gereksinim duymuştur. Devlet neden gerekmiştir. Buna bir bakmak gerek. İnsan sosyal bir varlıktır. Tek başına çözebileceği sorunları da vardır, birlikte çözmesi gereken sorunları da vardır. Bu konuda en yetkin analiz Maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisidir. Maslow, insanların öncelikli gereksinimlerini 5 ana başlıkta toplar. Fizyolojik, güvenlik, sosyal, değer verilme/saygınlık ve son olarak da evrimleşmenin en üst aşaması, kendini gerçekleştirme.
Evrimleşme sürecinde "Fizyolojik ihtiyaçlarını" karşılamanın çözümünü bulmuştur. "Güvenlik" konusu ise, insanın tek başına sağlayabileceği bir şey değildir; toplumsal bir sürece gereksinim vardır, bu da zamanla "Millet olma" sürecini doğuracaktır. O halde Devlet, ilk aşamada insanların bir arada yaşaması için gerekli olan toplumsal uyumu sağlayacak bir organdır. Bu, zaman içerisinde "İnsanların hakları" gibi bir sürece kadar varacak ve devlet, yurttaşının hakkını koruyacak ve insanların gereksinimlerini karşılaması gerekecektir.
Sonuçta Devlet, yurttaşlarının huzur ve güven içinde olmalarını sağlayan bir aygıt konumuna gelmiştir. Bu yüzden de en azından şimdilik bir devlete gereksinim vardır. 19 yüzyıldan sonra devlet ise, bir organizasyonlar kurumu haline dönüşmüştür. Önceleri güç odaklı Kral, Sultan gibi kurucu unsurların etkisinde ve yönetiminde olan devlet yapısı, 1789 Fransız Devrimi ile birlikte, DEMOKRASİ denilen ve devlet yönetiminde iktidarın paylaşılmasını sağlayacak ve belirleyecek sürec halini almıştır.
Devlet ve İktidar, demokrasi süreci içinde ayrışarak, ortaya çıkmıştır.
Günümüzde ise devlet yönetimi, iktidarın güç odaklarınca paylaşılması demek oluyor ve buna da OLİGARŞİ diyoruz. "Oligarşi" kavramı antik dönemde de Platon ve Aristoteles tarafından da, azınlığın güç kullanarak elde ettiği yönetim olarak tanımlanmıştır.
Günümüz dünyasında devlet, güvenlikten sosyal güvenliğe, askerlikten eğitime, sağlıktan uluslararası ilişkilere kadar her alanda vardır, bunu da yurttaşlarına gönüllü askerlik yaptırmadan tutun da, giderleri için vergi toplamaya kadar giden bir süreç olarak yürütür.
Burada gözden kaçırılmaması gereken şey ise, Devletin sahip olduğu olanakları kimin ve neyin lehine, yararına, önceliğine kullandığıdır. Demokrasilerde de seçimler, bunun için vardır. Türkiye Cumhuriyeti, Kurucusu Mustafa Kemal Atatürk tarafından çağdaş bir sosyal devlet olarak kurulmuş ve anayasasına da, 5 Şubat 1937’de Devletin, “Cumhuriyetçi, Milliyetçi, Halkçı, Devletçi, Laik ve İnkılapçı” olduğu eklenmiştir.
Bu, bir SOSYAL DEVLET örgütlenmesidir.
Sosyal Devlet, yurttaşları için sağlık, eğitim, barınma, güvenlik, kendini tanımlama gibi alanlarda, ekonomik ve toplumsal yönden tümüyle ilgilenir, onların yaşam düzeyi, sosyal güvenliği gibi konularında gereken önlemleri zamanında ya da öngörüsü ile zamanından önce alır.
Bunun alternatifi ise REFAH DEVLETİDİR. Refah Devletinde öncelik, iktidarı elinde bulunduranların çıkarlarıdır. Bu Devlet, yurttaşlar için bir sorun olduğu zaman vardır. Bu yüzden de, "hangi devlet" sorusunu, aklımızdan çıkarmamamız gerekir. Yoksa, geniş yurttaş kesimi için var olan devlet, iktidarı elinde bulunduranların değirmenine su taşımaktan öteye bir anlam taşımaz.