Bir
insanın ömrünün en önemli dönemleri Devlette, Bürokraside, Kamuda geçmiş ise,
çok doğaldır ki, herkesten farklı bakıyor olaylara.
Örnek, bu
aralar ortalık mafya, çökme, dolar, siyasiler, asker, polis gibi dizilince,
doğal olarak, benim de içinde bulunduğun bürokrasi döneminde neler yapardık
diye düşünüyorum.
İlk olay
genellikle bir imzalı-imzasız bir dilekçe ile başlamıştır. Ciddiye alınır, alınmaz ama gene de bir
araştırdı.
Sonra
basından, bazı haberler gelir. Çünkü, bugünkü Beştepe Başkanlık
Sarayı/Külliyesinde en az elli-yüz basın özeti tarama dosyası hazırlanmış ve
Başkan da dahil herkesin masasının üstüne konulmuştur.
Sonra
dahili telefonlar ya da eline bir fincan çay-kahve alıp yan odalara öylesine,
ziyaretler başlar.
Laf, lafı
açar, laf da o günün gündemini açar ve gelir herkesin bildiği ama açmaya
cesaret edemediği gündeme.
Gerek
Külliyenin odalarında gerek bakanlıklarda gerekse ilgili ve önemli birimlerin
odalarında, her ne kadar ortalık sessiz sedasızmış gibi görünse de, ilgili
ilgisiz bütün gündem konuşuluyordur.
Bürokrasi
muhteşem bir organizasyondur. Bütün durumlara karşı tavır alma yeteneği oldukça
gelişkindir.
Herkes
safını belirler ve en güvenceli kanallara yönelmiştir.
İletişim.
İletişim iki türlüdür. Formel (Resmi), informel (resmi olmayan). Resmi olanını
herkes bilir de asıl informel, resmi iletişim önemlidir. "Benden duymuş
olma da", "güvenilir kaynaklardan gelen haberlere göre" diye
başlamıştır kaygılı ve kuşkulu konuşmaların ilk tümceleri.
Artık,
"hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını" herkes bilir ve gardını
almışlardır.
Gerçekten
ekip adamları, işin içinde olsunlar ya da olmasınlar her durumda sürecin
yanında ve arkasında olurlar.
Yani
koşulsuz Başkanın yanında olanları, Başkan Külliyenin derin kulislerinde
gözlüyor ve biliyordur.
Bir de
"mış gibi" olanlar vardır. Onlar, işinde olmayı istemezler ama, yine
de temkinli olmak için, başkanın ve olanların arkasında ve yanındaymış gibi
davranırlar. Böyle kritik dönemlerde, kimse pozisyonu kaybetmek istemez.
Bir de
sürecin dışında olanlar vardır. Bunlar da ikiye ayrılır.
İlki,
gerçekten bu sürecin ya da böyle yamuk-yumuk süreçlerin dışında olmayı
seçenler; diğeri ise, ekip olarak bu yaşananları yapan ekibin dışında, başka
bir ekibin içinde olanlar vardır.
Kırılmış vazo
gibi, neyi, ne ile yapıştır iseniz yapıştırın artık eskisi gibi olmaz. Vazoyu
yapıştırıp sırlasanız bile "sızdıran" bir yeri olur.
Acaba o
yüzden mi "sızıntı" idi, bugünün muhteremlerinin gençliklerinde
okudukları, "pek sayın Hoca Efendi"nin dergisinin adı.
Bürokraside,
"güç zehirlenmesi" diye bir kavram vardır. Her şeyin sahibi,
sorumlusu, etkilisi ve yetkilisi kendisi sananlar ile doldur.
Sedat
Peker videoları birçok yurttaş için yeni ve sürpriz olabilir. Ama Ankara
kulislerini bilenler için bu hiç de sürpriz değildir.
Ankara'nın
2002'lerden sonra moda semti olan, "Çukurambar, gerçekten "çukur
ambardır". Evler, rezidanslar, bürolar, kafeler, restoranlar, spor
merkezleri, bürolar, aklınıza ne gelir ise her şey oradadır. Hem de 24 saat
açık, hizmet veren.
Osmanlı'da
"Mülk Allah’ın" idi. Ancak Allah’ın mülkü, Padişah/Sultan'ın izni ile
kurulacak vakıflara kullanım hakkını vermişlerdir. Ta ki, Türkiye Cumhuriyeti
kurulana kadar.
O dönemde
de bu malın mülkün dağıtılmasında, alım satımında bir şeyler olmuştur. Ama,
kendi oğlunu (Can Yücel) yurtdışına gönderebilecekken, sıradan bir Anadolu
çocuğunu (Gazi Yaşargil) yurtdışına eğitime gönderen bakanlar (Hasan Ali Yücel)
varken, yine de olabildiğince her şey hakkı ile yapılmaya çalışılıyor idi.
Sedat
Peker ile başlayan ifşaatlar (açıklama), mağdur olmuşların seslerinin çıkması
ile renklenmeye başladı.
Yeni
duyduğum karşısında artık ben bile pes diyorum.
Son
zamanların "sosyete yeri" Bodrum, amma da bodrummuş ya. Her yeri
dehlizlerle dolu. En son dehlizden çıkan, TSK'nın tankı ile bir otel-tatil
köyüne el konulması. Çökülmesi.
Siyasilere
sözüm çoktan yoktu. Bürokrasi de "hık diyenin, ıhh diyeni" olduğundan
ondan çoktan umudumu kestim zaten.
İyi de, ey
halkım, tamam bu durumda siz ne yapabilirsiniz ki. Bu kadar siyasiyi, siyasi
partiyi, yanlış şeyi seçmek, arkasında durmak zorunda mısınız? Hiç mi vicdanınız
yok, ortak ahlak değerlerimiz de mi kalmadı.
Tamam
bazılarınız sistemden nemalanıyorsunuz, iyi de hani bizde, "komşusu aç
iken tok yatan bizden değildi".
Son on, on
beş yılın bütün seçimleri yaptırmış bir "devlet", daha ne kadar bu
süreci görmezlikten gelecek. Biz nasıl bir millet olduk?
Herkesin
aklını başına alması gerekmektedir artık. Satılmadık ne fabrika, orman, su, maden
kaldı ne de şirket. Ve sizlere ödenen
maaşlar, avantalar ya da dağıtılan "hayırlar" bunların parası. Deniz
tükendi, ey ahali uyan artık.
Unutma,
"sen seni bilirsen bilirler seni, sen seni bilmezsen patlatırlar
enseni" Artık uyanın ya, koskoca Marmara Denizi bitti, kirlendi fabrika,
kanalizasyon atıklarından. Buyurun yaşayın bakalım.