Yıllar öncesinin Ankara-Sakarya Caddesi. Orada her şey başka yaşardı. İnsanlar, insancıklar, insanımsı şeyler ve kurt, kuş her şey. Koyun koyuna, duyarak, hissederek ve el vererek.

 

Öğrenciyiz, vakit bol da vakti ayarlamak olanaksız. Okuldan çıkmış, arkadaşların ile bir kahve, birahane ya da pastanede buluşmuş, yemiş içmişsiniz, eve giderken de sabah kahvaltısı için bir şeyler alacaksınız. O saatte mahalle bakkalı kapalı olduğundan, her ne alınacaksa Sakarya Caddesi’ndeki bakkal, kasap, şarküteriden.

 

Soğuk ve karlı bir kış gecesi arkadaşlar ile görüştükten sonra, eve alınacaklar için bakkala doğru yürürken, boylu poslu, saçları örülü ya da kirden tek demet olmuş yüzü kirli bir kadın kapanmış dükkan kepenginin önünde oturuyor, geceleri uyurdu.

 

Bizim gibi oralardaki bir yerlerde bir şeyler yemiş, içmiş caddeden geçen bir iyi giyimli bir adam, son derece içten bir tavırla kadına haklı olarak üzülerek cebinden çıkardığı ciddi miktar bir parayı verdi, sanırım ‘Yakın bir otel, pansiyon ne bulursa geceyi geçir’ dedi.

 

Kadın kendisinden beklenmeyen bir tavırla parayı reddetti ve yüzünü çevirdi. Bizden birkaç adım önde olan olaya biz de şaşırmıştık. Adam bozuntuya vermeden, köşedeki bakkala bizden önce girdi.

 

O zamanlar, Coronavirus olmadığından, bakkalda nefeslerin sıcaklığını duya duya alışverişimiz yapardık.

 

Tanımadığı, sadece soğuk diye üzülüp, acıdığı kadına iyilik olsun diye para veren adam, bakkala olayı anlatınca, bakkal da son derece rahat bir tavırla, kadını ve neden böyle davrandığını anlattı.

 

Ve yaşamdan bir ders daha sayfamıza eklenmiş idi.

 

Yıllar önce Varlık Dergisi’nde, yaşanmış bir öykü okumuştum.

 

Adam Londra'da yaşadığı yere yakın bir bara her akşam gider ve birkaç sterlin verir, viskisini içer ve evine gidermiş.

 

O akşam da aynı bara gider ve barmene peşin birkaç sterlin ödeyerek viskisini yudumlar. Artık çakır keyif olmaya başlamıştır ve barmenden bir viski daha ister. Barmen de parasını peşin ister. Adam, her akşam bara geldiğini, onu tanıdıklarını, yanına yeteri kadar para almamış olduğunu anlatır ama nafile. Barmen olmaz der.

 

Barın her akşamki müşterisi rahatlığı ile isyan eder, bağırır ama nafile Barmen bar kabadayılarını çağırır ve yaka paça adamı bardan dışarı attırır.

 

Yaşlı adam da bağırır, ‘Bana böyle davranamazsınız. Ben İngiliz Maliye Bakanlığı emekli Müsteşarıyım’ dese de pataklanıp, kendini barın arkasındaki çöplükte kedi-köpeklerin arasında bulmaktan kurtaramaz.

 

Saatler sonra, ayazın da etkisi ile alkolden ve yediği dayaktan dolayı bayılmış adam aylır, uyanır: üzgün üzgün, müsteşarlık günlerini, havasını, kendisine teklif edilen rüşvetleri kabul etmemesini düşünür ve etrafındaki çöp kutularına tutunarak kalkar.

 

Ve beni en çok etkileyen sözcükler dökülür, dilinden.

"Demek ki bu memlekette, onur bir kadeh viski bile etmiyormuş!..

 

Bakkal, kadının neden para almadığını adama anlatırken, bu öykü aklıma geldi, gözlerim nemlendi. Üzülsem mi sevinsem mi anlamamıştım.

 

Kadın, Ankara'da herkesin girmek için çabaladığı bir fakülteyi bitirmiş ve iyi de bir işe başlamış. Ama fakültede okurken, çok sevdiği arkadaşı fakülte bitince Ankara dışında bir iş bulmuş gitmiş.

 

Zamanla haberleşmeler azalmış ve bir gün kadın, erkek arkadaşının evlendiğini öğrenmiş.

 

İşini, evi her şeyi boşlamış. Sakarya Caddesi’nde gecelemeye başlamış. Esnafın tanıdığı, arkadaşları olan kadın, elindekiler ile yaşarken bir gün onlarda biter ve esnaftan veresiye almaya başlar.

 

Halden anlayan esnaf ve arkadaşları ne gerekli ise yaparlar ama o birkaç tanıdığı dışında kimseden hiçbir şey almaz, reddedermiş. Onu bilen, haline üzülen cadde esnafı herşeyi ile ona sahip çıksalar da artık Sakarya Caddesi ve ara sokakları onun gece-gündüz mekanı olmuş.

 

Aradan ne kadar zaman geçti bilemem ama artık o güzel, kültürlü ve eğitimli ama yaşama küs kadın ortalıkta görünmez olmuştu. Ben de merakım ile o esnaflardan birine yıllar sonra sorduğum da; bir kış gecesi donarak öldü demişti.

 

Devletler, dönemin ekonomik sistemlerine göre yurttaşlarına tavır alır. Örnek Osmanlı'da sosyal bir hayır kurumu olarak "İmarethane"ler, 1868'de Hilâl-i Ahmer Cemiyeti, Cumhuriyet Dönemi’nde de bu Cemiyet çalışmalarını sürdürmüş 1947'de Türkiye Kızılay Derneği adını almıştır.

 

Söz konusu Kızılay Derneği, bugün de yeni yasal düzenlemeler çerçevede çalışmalarını, benzer vakıf, dernek, hayır kurumları ile birlikte sürdürmektedir.

 

Devlet, yurttaşının yarasını kendisi sardığı sürece SOSYAL DEVLETTİR. Ve "sosyal devlet" günümüz yaşam şartlarında, hem ülkemizde hem de dünyada bir kez daha önem kazanmaktadır.

 

Sorun, sadece karın doyurmak, birkaç günlük de olsa barınmaya çözüm bulmanın ötesinde, insanlara, insanca yaşam koşulları sağlayacak, insanlara, insanca ilişkiler içinde olacak güven ve sevgi ile saracak sarmalayacak kurumsal yapılara yeniden gereksinimler vardır.

 

Vakıf, dernek ve hayır kurumları gibi yapılar, ulusal anlamda yurttaşlık bilincini kaybettirecek, dernek, vakıf ve cemiyet gibi yapılara bağımlılık yaratacaktır.

 

Bu ise bir süre sonra insanca yaşamdan, insanı ilişki ve diyaloglardan uzaklaştırıp, yepyeni sosyal ve siyasal sorunlara kaynaklık edecek ve bizi biz olmaktan uzaklaştırılacaktır.

 

Unutmayın canı can ısıtır, can da canlıdır. Meta değil. Artık, yüreğe dokunsak mı ne dersiniz?