Çağlar, insanları alıp kendi kucağında
yaşatırken, diğer yandan da bir yerlere savurup atıveriyor. Uyansak mı,
uyanmasak mı derken bir de bakıyoruz ki, ya film bitmiş ya da o güzel düşten
uyanılmış.
Yaz gelince, şairleri, şiirleri, hatta biraz da romantik olanlarını pek sevmeye karar verdim.
Derken, Orhan Veli'nin o şiirinin öyküsü aklıma
geldi.
Şiirin öyküsünün kahramanı Bella Eskenazi.
Orhan Veli'nin Sere Serpe ve Anlatamıyorum
şiirlerini yazdığı kadın. Orhan Veli, Cumhuriyet tarihinin giriş bölümü
gibidir. Öyküsü İstanbul'da başlar ve Ankara, İstanbul arasında sürer gider.
Ankara'da çalışmakta ve edebiyatın önemli isimleri Oktay Rıfat ve Melih Cevdet Anday gibi arkadaşları ile de sık sık görüşmektedir.
İstanbullu güzel kadın Bella Eskenazi, yıllar sonra verdiği bir röportajında, Orhan Veli ilk tanışıklığını şöyle anlatır:
“16-17 yaşında eskrim şampiyonası için (İstanbul'dan) Ankara'ya gittim. Gelmişken bir de ablamı ziyaret ettim. İşte o gün Orhan'ı gördüm. Melih Cevdet, Sabahattin Eyüboğlu toplanmış sohbet ediyorlar. Hasanoğlan'da derse başlayınca daha samimi olduk."
Sıcacık Ankara edebiyat sohbetlerinin yaşandığı
günlerdir. O gün de, Sabahattin Eyüboğlu'nun evinde karşılaşılır. Yıl 1946.
Bella, odasında yatağına uzanmış ders
çalışmaktadır. Orhan Veli, kapı açık olunca, genç kızı hayran hayran
seyrettikten sonra salonun köşesindeki küçük masaya oturur ve cebinden
çıkardığı kâğıda:
"Uzanıp yatıvermiş, sere serpe/ Entarisi
sıyrılmış, hafiften/ Kolunu kaldırmış, koltuğu görünüyor7 Bir eliyle de göğsünü
tutmuş/ İçinde kötülüğü yok, biliyorum;/ Yok, benim de yok ama…/ Olmaz ki!/
Böyle de yatılmaz ki!" dizlerini yazar ve kenarına bırakır.
Romantik olmak ya da romantizm sanıyorum her
dönem biraz farklı yaşanıyor olmalı. Bizim ortaokul, lise yıllarımızda,
kırtasiyecilerin raflarında, romantik mektup kağıtlarından ve zarflarından
geçilmezdi.
O yıllar okulun duvar gazetesini de el yazım ile
ben çıkartıyorum. Başka yazan, çizen olur ise de, onlarınkini de, kendi
yazdıkları, çizdikleri gibi yayınlıyorum.
Bir gün bizden önceki sınıflardan bir abi geldi
ve bir paket pembe kenarı süslü kağıt ve zarf verdi. "Şu kıza, benim için
bir mektup yazar mısın" dedi.
Eeee o kadar önemsenmişiz, hayır diyecek halimiz
de yoktu.
O gece ders falan çalışmadan, abinin hatırına
kaç sayfalık bilmiyorum ama uzun bir "aşk mektubu" yazdım ve öğle
tatilinde kendisine çantamdan çıkartıp verdim.
Ben kime ne için, ne yazdığımı bile
anımsamıyorum ama günler sonra bir kız çantasından, bana da tanıdık gelen
kağıtları çıkartıp, "bunları, ona yazacağına, kendine yazsaydına"
deyince, bende film koptu. Al yanaklarım, kırmızı bütün renkleri taramıştır.
Işıklar içinde uyusun, bir İlkokulun müdürü,
bizim dersimizin öğretmeni Muammer Hoca, beni ismimle çağırmazdı.
"Kırmızı yanaklı Oğlan" derdi.
Yanaklarım, kızın sıramın üstüne fırlattığı
kağıtlardan daha da al ise al, mor ise mor olmuştu.
Şimdinin romantizmi bir başka.
Herkesin elinde bir telefon, ortalıkta dolaşan
e-mail adresleri ve resimler. Seç beğen, yaz gitsin. Oğlan, kız olsa da fark
etmiyor.
Şimdi gel de bugünün gençlerine yine Orhan
Veli'nin "Anlatamıyorum" dediği, şu dizeleri anlat.
"Ağlasam sesimi duyar mısınız mısralarımda
dokunabilir misiniz gözyaşlarıma, ellerinizle?
Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel kelimelerinse
kifayetsiz olduğunu bu derde düşmeden önce.
Bir yer var, biliyorum. Her şeyi söylemek
mümkün. Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum. Anlatamıyorum"
Artık son zamanlar da ben de!
Anlatamıyorum, açıkçası anlatmak da içimden
gelmiyor.